6 Temmuz 2010 Salı

Tablo

Kürt sorununun çözümünde yeni süreç olarak tanımlanan zamanın ilk ayı geçti. Haziran ayı, gerçektende ifade edilene denk bir mücadele ve tartışma ayı oldu. Haziran ayında artan çatışma durumunun Türkiye’yi yeni bir sürece taşımış olduğu tartışma götürmüyor. Bu temelde Kürt sorunu yeniden siyasal gündemin merkezine oturmuş ve diğer gündemleri, Anayasa referandumu da dahil silmiş bulunuyor. Bu anlamda PKK çıkışının ektili olduğu söylenebilir.

Bu süreçten en çok zorlananın ordu olduğu gözle görülebilecek kadar açık bir gerçektir. Bunu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın psikolojik desteği ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un damla damla akan göz yaşları açıkça göstermiştir. Bu tablo Zap Operasyonu sonrasında dönemin karargah komutanı Yaşar Büyükanıt’ın yaşadıklarını andırmıştır.

Elbette bunun çok çeşitli nedenleri vardır. En başta, otuz yıl kesintisiz savaş içinde olmak bir düzenli ordu için hiç de kolay değildir. Diğer yandan birlikte yönetim oldukları ABD ve AKP’nin orduya yönelik yaptıkları da az olmamıştır. Sonuçta ordu hala ulus-devlet sisteminin en etkili gücü olmakla birlikte, yapılacak değişiklikler önünde engel olabilecek çok fazla bir gücü kalmamıştır. Örneğin, Kürt sorununun çözümünü öngören bir siyasal irade oluşsa, ordu onu engelleyecek bir güçte değildir. Dolayısıyla AKP’nin “Engelleniyoruz” mazeretinin artık sonu gelmiştir.

Bir aylık yeni sürecin ortaya çıkardığı diğer önemli bir husus, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek bir siyasi iradenin var olmadığıdır. Bu anlamda AKP’nin maskesi bütünüyle düşmüştür. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, baştan beri PKK’nin tasfiyesi için çalıştıklarını açıkça söylemiştir. Demek ki, “Kürt sorununu çözme”, “Açılım” gibi söylemlerin hepsi yalan ve maksatlıdır. Söz konusu tasfiye amacına bağlı geliştirilen özel savaş taktiğidir.

Fakat AKP’nin Kürtleri kandırma ve oyalama konusunda kendinden çok emin olduğu gerçeği bir kez daha açığa çıkmıştır. Bu husus gelişen çatışma ortamı karşısında yaşadığı şaşkınlıktan anlaşılmıştır. Belli ki böyle bir şeyin olabileceğini hiç beklemiyormuş. ‘Alavere dalavere Kürt Memed nöbete tekerlemesinin hep işleyeceğini sanıyormuş. Sonuçta AKP’nin sorunu çözme değil, çözüm imkanlarını tüketme hareketi olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Başlı başına bu sonuç bile siyaset dünyası açısından çok önemlidir. Bu gerçeğin açığa çıkarılması ve AKP engelinin aşılması siyasal süreç açısından hiç de küçümsenmeyecek bir kazanç durumundadır. Yeni bir Karaoğlan rolü biçilmek istenen Kemal Kılıçdaroğlu’nun böyle bir özelliğinin olmadığı, meydanlarda MHP sloganlarını bağırmasıyla erkenden deşifre olmuştur. Giderek siyaset dünyasının yeni bir Kamer Genç’i olmaktan öteye gidemeyeceği anlaşılmıştır. Dolayısıyla CHP etrafında yaratılmaya çalışılan umut, özden değil de dışarıdan pompalanan bir durum karakterindedir. Bu da BDP etrafında oluşabilecek olası bir demokratik birliğin önünü almaya dönüktür.

MHP ve onun Genel Başkanı, herkesin zayıflaması sonucunda oluşan boşluktan yararlanarak ağzı köpürürcesine bağırmaktadır. AKP ile CHP’nin zafiyetlerini iyi tespit ettiği için, akıl almaz sözlerle üzerlerine gidebilmektedir. Bu hareket sanki biraz uslanıyormuş gibi görünse de, gerçekte Hitler faşizmini bile geride bırakacak bir despotizmin temsilcisi olduğunu ortaya koymuştur. Her zaman elinden ve ağzından kan damlamaktadır. Türkiye’nin geleceği açısından bu hareketin kontrol altında tutulması zorunludur.

Siyaset dünyasının yaşadığı bu çıkmaz ve cücelik, elbette zihniyet dünyasında yaşanan şovenizm ve fukaralıkla bağlantılıdır. Gerçekten de geçen ay düşünme ve tartışma adına yaşananlar Karagöz ve Hacivat komedisinden öteye geçebilen bir şey olmamıştır. “Ağzı olan konuşuyor” sözü tam da bu durumu ifade ediyor. Bir kere ölçü kaçınca ortalıkta her şeye kadir teorisyenler türüyor.

Açığa çıkmıştır ki, öncelikle bu şoven faşist zihniyet kırılmadan Türkiye’de değil Kürt sorunu, hiçbir sorun çözülmez. Dolayısıyla siyasal iradenin oluşmamasının ve asker vesayetinin aşılamamasının baş sorumlusu olarak bu zihniyeti ve onun sahiplerini görmek gerekir. Hakim zihniyette yeterli bir demokratik değişimin olmadığı bir ay içinde açıkça görülmüştür.

BDP’ye gelince, fazla hazırlıklı ve örgütlü olmamakla birlikte en anlamlı ve etkin çıkışlarını bu dönemde yaptığı söylenebilir. Onbeş aydır binlerce yönetici ve üyesinin tutuklanması karşısında nasıl böyle sessiz kaldığı gerçekten hayret vericidir. Bunun AKP’yi cesaretlendirici olduğu tartışma götürmezdir. Mevcut çıkışlar temelinde bu durumu aşabilirse yeni süreçte rol oynayabilir. Barış ve sorunların demokratik çözümü üzerinde BDP ne kadar ısrarlı olsa ve yüksek sesle konuşsa o kadar kazanır.

PKK açısından da değerlendirilmesi ve eleştirilmesi gereken yanlar elbette vardır. Her şeyden önce, yeni süreci yeterli anlatamamış ve kendini doğru yansıtamamıştır. Bunun ilk sonucu, yeni süreçten dolayı bazı çevrelerin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı sorumlu tutmaya çalışmaları olmuştur. Gerçi bunu yapanların faşist oldukları ve maksatlı yaptıkları söylenebilir. Fakat yine de bu tür çevrelerin önünü bile alabilecek bir açıklığı mutlaka yaratmak gerekir.

Diğer yandan, yeni süreci tartışan bazı çevrelerin işin özünü anlamadıkları gözlenmektedir. Neredeyse PKK’nin “blöf yaptığını”, bazı tavizler için AKP’yi zorlamaya çalıştığını söyleyenler bile vardır. Halbuki bu süreç çoktan aşılmıştır. PKK pratik sonuç almayı planladığı yeni bir süreç başlatmıştır.

Bu gerçeği anlamamak iki yönden zararlıdır. Siyaset çevreleri anlamazlarsa, işe ciddi yaklaşıp çözümler üretemezler, çözümsüzlük sınırında seyredip dururlar. Bu da olası çözüm imkan ve fırsatlarının değerlendirilmesini engeller. Yeni süreci yurtsever-demokrat güçler ve halk kitleleri doğru anlamazsa, o zaman zarar çok daha fazla olur. Direniş mücadelesini yükseltme ve demokratik toplumu örgütleme görevleri ortada kalıp yerine getirilemez. Bu da neredeyse stratejik kayba kadar gider. Demek ki, dost-düşman herkesin yeni süreci doğru anlaması gerekiyor. Yine süreci tanımlayanların da doğru ve yeterli anlatması gerekiyor. Sürecin çözüm üretmesi bunların gerçekleşmesine bağlı gözüküyor. 


Selahaddın Erdem
Okunma: 599
Selahaddın Erdem

Hiç yorum yok: