9 Temmuz 2010 Cuma

Sizi Suç İşlemeye Davet Ediyorum

Çıkını ‘Taş duvarlar…’
 Azığı
Lal suskunluklar… (Bedri Adanır)






 Binlerce çocuğumuz, siyasetçimiz, barış elçilerimiz, aydınımız, gazetecimiz yani bir bütün insanlarımız alınıp taş duvarların arasına atılıyor. Azıkları lal suskunluklar oluyor hepsinin. Çünkü seslerini duyurabilmek için tüm kapılar kapatılmış bir durumda.  Bir avuç gökyüzüne, bir demet kır çiçeğine hasretler. Ama umutlular, çünkü dağ gibi bir halkı var onların. Güveniyorlar. Yüreklerine yirmi dokuz kere paslı hançerler sokulsa da… Öldürülseler de sokak ortalarında, işkencelerden de geçseler varlar.  Kanıtladılar bunu.
 Var göğsünde/ yirmi dokuz paslı hançer yarası…/ acır, hissetmez misin? Diyor Bedri Adanır.
 Yüzlerce çocuk demir parmaklıkların ardına atılmış. Gelecekleri karartılıyor. Taciz ediliyorlar. Emsalleri oyun oynarken onlar içeride kar yanığı hüzünleriyle çile dolduruyorlar. Zemheride üşüyor küçücük yürekleri. Hissediyoruz. Siyasetçilerimiz hiçbir yasadışı hareketten bulunmamalarına rağmen sudan gerekçelerle cezaevlerine atılıyor. Gazeteci ve aydınlarımız gerçek dışı suçlamalarla yüzlerce yıllık cezalara çarptırılıyor. Bu dağ gibi halk susuyor. Ne oldu bize? Vicdanlarımız mı köreldi? Direnişleriyle destanlar yazan bizler değil miydik? Hislerimizi dinlemiyor muyuz yoksam? Ne oldu? Bu içeride çürütülmek istenen bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız ve her şeyden önce insan onlar. Suçları ise aydınlık bir gelecek için ısrarcı olmaları.
  An oldu yaprak kıpırdanmadı/ an geldi dinmedi rüzgâr fırtına… Rüzgâr ve fırtına olmanın tam da zamanı, dört duvar arasında haykırırken özgürlük tutsakları. 
   İşte Vedat Kurşun’a verilen ceza ortada. Yine Bedri Adanır’a da onlarca yıl ceza verilmek isteniyor. Neydi bu iki gazeteci ve yazarın suçu? Hiç! Vicdanlarının sesini dinlediler ve acılı bir halkın sesi olmak istediler, hepsi bu. Zaten aydın, yazar ve gazeteci olmanın kıstası da insanları bilgilendirmek değil midir? Türkiye gibi karanlık bir ülkede ise aydınlatmak, bilgilendirmek, vicdanın sesini dinlemek suçtur. Gelin hep beraber bu suçu işleyelim. Vicdanımızın sesini dinleyelim. Demokratik bir çerçevede asi olalım, suçlu olalım.
 Kör bir kurşunla vururlar bizi belki, ya da asılsız suçlamalarla alınıp içeri atılırız. Binlerce insana yaptıkları gibi…
 Bu coğrafyada susmak istemeyen, vicdan sahibi olan herkesin kaderi, başımıza tebelleş olmuş bu bir avuç karanlık adamın insafına kalmış, ne acı. Ölsek de anlamlı ve onurlu ölelim. İşte bu her şeye bedel bir duruş olur.
  Bedri Adanır da gazeteciliğe, yayıncılığa ve yazarlığa soyunurken başına geleceği her şeyi biliyordu. Hırslıydı, hırçındı, asiydi ve kararlıydı. Vicdanın sesini dinleyip anlamlı yaşamak istiyordu. Bilmezliğimizi kalemiyle ve yaptığı işlerle alt edecekti. Alıp içeri attılar. Şimdi de asılsız suçlamalarla hayatı karartılmak isteniyor. Sekiz Temmuz 2010’da duruşması var. Bu duruşmada ceza verecekler büyük ihtimalle. Eğer demokratik tepkilerimizi ortaya koyamazsak yıllarca dört duvar arasında tutacaklar. Tıpkı TMK mağduru olan çocuklara yaptıkları gibi.
 Şiir yazıyor cezaevinde. Öykü yazıyor. Elime geçen ürünlerinden şunu anladım; gençliğin verdiği asilikler ve hırçınlıklar yok olmuş. Durulmuş ve olgunlaşmış bir Bedri Adanır var karşımızda. Karakterindeki değişimler kalemine de yansımış doğal olarak. Umutlu. Tabii ki de sitemkâr. Cezaevindeki insanlarımızın unutulduklarını belirtiyor. Haksız da sayılmaz. Körelen vicdanlarımıza çığlıklarını ulaştırmaya çalışıyor. Unutulmuş ve kimsesiz olan bizlerin en tecrit olmuş olanlarıdır onlar.
  Bu makûs durumu kanıksamış gibi görünüyoruz. Dört duvar arasında yükselen hawarları duyamaz olduk. Hâlbuki tek dayanakları bizleriz. Çok değil bir protesto yürüyüşü, bir oturma eylemi, bir mektup ya da bir selam mutlu edecektir onları. Destek amaçlı bir eylemimiz, onların kısılmak istenen seslerine ses verecektir.
 Neydi şiarımız, ‘’Yoldaş yoldaşın alnını yıldızlara değdirmelidir.’’ Biz öyle mi yapıyoruz? Bence günlük koşuşturmaların kıskacında kendimizi bile unutmuş bir vaziyetteyiz. Şöyle iki dakika durup vicdanımızın sesini dinlemek durumunda değiliz. Didişiyoruz, koşuşturuyoruz ve didişip koşuştururken boşa kürek çektiğimizin bilincinde bile değiliz.
Hâlbuki demokratik bir çerçevede fırtına gibi esmenin tam da zamanıdır.
Evet, biz radikal demokratlar birbirimizin başını yıldızlara değdirmek zorundayız. Çünkü bu çıkarlar dünyasında bizim belimizi dayayabileceğimiz bir sistem yok. Tek dayanağımız halkların vicdanına sesimizi duyurmak. Bu görev de bizlere düşüyor. Vicdansızlığa karşı, vicdanımızın sesini dinleyerek suç işlemeliyiz. Ta ki içerdeki suçsuz günahsız insanların feryatlarını ve çektiğimiz acıları başka halklara duyurana kadar. Kısacası aydınlarımız, yazarlarımız, siyasetçilerimiz, barış elçileri ve çocuklarımız tutsak tutuldukları surece, sizi suç işlemeye davet ediyorum.

Mehmet Söğüt

Hiç yorum yok: