11 Temmuz 2010 Pazar

Pomaklar, dil ve ötekileşememe...


Cumhuriyet tarihi, Pomakları açıklamaya yetmez, ama çok önemli bir kilometre taşı, dönüm noktası oluşturur. Pomaklar Osmanlı topraklarında yüzyıllarca varoldular ve cumhuriyetten çok önce de Cumhuriyet Türkiyesi topraklarında yaşamakta idiler. Aslen Balkanlı Slav olan ve şu anda bir kısmı Türkiye'de bulunan Pomaklar, daha Osmanlılar zamanında şimdiki Türkiye'ye geldi. Hal böyle olunca, çokuluslu, çokdinli bir toplumda göze batmadılar. Daha o zamanlarda göze battıkları asıl konu, Pomakların Türkiye'ye gelişlerinin, Osmanlı'nın o zamana kadarki en büyük yenilgilerinden biri olan Rus harbini hatırlatıyor olması, adeta o yenilgiyi temsil etmesi idi.

Tabii bu yenilgiye yol açan Batak kasabası katliamında Pomakların rolü olması -neredeyse başrolü oynaması- acıyı daha da derinleştiriyor. Bu nedenle Pomaklar aynı zamanda Bulgarlar tarafından da ve bugün bile çok büyük bir utanç, iç düşman, kardeş katili olarak anılmakta.

İşin bu kısmı, büyük çoğunluğu Bulgaristan'dan gelen Pomaklara ilişkin. Bunun üstüne bir de Yunanistan ve Adalardan gelen mübadele Pomaklarını eklersek, olay daha da renklenir. Düşünmek gerekir: Kuvayi Milliye öyle bir politika ki bir taraftan Anadolulu, Rumca konuşan Karamanlı Türkleri gönderir, Slavca konuşan Müslüman Pomakları getirir, ama öte yandan Hıristiyan ya da dinsiz olan ama Türkçe konuşan Türk Gagavuzların gelişine karşı çıkar..! O dönemde serbest göçmen vizesi verileceklerde aranacak ilk şart olarak 'Türk soyundan olmayı (özellikle Sünni olması şartını)' ararken, şu kaydıda düşmektedir.

'Pomaklar gibi Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan memleketler ahalisinden olup kendi milliyetlerine ait müstakil devletler teşkil etmemiş olan, göçebe olmayan Müslümanlar'da Türk soylu gibi muamele görürler...' Bu fıkra mucibinde vize alabilecek olan aile reisinin çocukları ve yabancı soydan olan eşi de aynı muameleye tabi tutulur.

Tabii ki aradan geçen uzun yıllar sonrasında Türkiye Cumhuriyeti bu uygulamasından vazgeçerek, 1989 göçleri döneminde ülkeye giriş yapacak olanlara Türk soylu olması şartı getirerek binlerce Pomak aileyi Edirne/Kapıkule Sınır Kapısı'ndan geri çevirmiştir.

Aslında ortaya çıkış şekli garip gibi görünen bu politikayı tek bir kelime ile açıklamak mümkün: Milliyetçilik. Epey ham, epey hamasi, Jakoben, efsane uydurmak ve asimilasyon konularında hayal gücü yüksek bir temerküz milliyetçiliği. Üstelik de dünyada milliyetçiliğin giderek söndüğü bir dönemde uygulamaya konduğu için daha da kaba kaçan milliyetçilik.

Jeo-politik bir gözle baksak, aslında Pomakları Balkanların Kürtleri olarak görmek hayli mümkün. Beş ülkeye dağılmış, farklı isimlerle anılan, bulundukları her ülkede egemen milliyetçiliğin pederşahi baskısı altında kalan ve bundan dolayı da halklaşma süreci ciddi duraksamalara uğramış, kimlik talepleri yerine İslami yönü ağır basmış bir grup görüntüsü hakim durumda.

Pomak (Türkiye), Pomaçi-Pumagaç (Bulgaristan), Goran (Kosova, Arnavutluk), Amuca, Ahriyani-Agiryani (Yunanistan), Torbeş (Makedonya)... bazı isimleri. Türkiye'nin en çok ismi olan illerden birinde (Bulgarca'da Lozengrad: Bağlışehir; Helence'de Saranda Eglisiya=Kırkkilise, cumhuriyette ise il plaka numarası 39 ama kendisi 40 olan) Kırklareli'de bolca rastlanan Pomakların bu kadar çok ismi olmasi belki de bize fazlası ile atomize olduklarını anlatmaya çalışıyor... Hani insan diyor ki o kadar efsane ve Türklük dizayn eden cumhuriyet bürokrasisi, Kocaeli ile İzmit'e yer değiştirtip Kırklareli'yi 40 yapsaymış ya.

Bulgaristan'da Slavlıklarından dolayı kabul gören ama dinlerinden dolayı hazzedilmeyen, Osmanlı işbirlikçileri gibi görülen; Yunanistan'da hem Slav özellikleri inkar edilen hem de dinlerinden dolayı yine pek de sevilmeyen, Makedonya'da keza Yunanistan'dakine benzer bakılan ama Slav ortak özelliklerinden dolayı daha çabuk şeffaflaşan... ama Arnavutluk'ta da rahatsızlık yaratan bir insan grubu.



Ya Türkiye'de? Başından beri dışarlıklı bir grup. Müslümanlıkları dışında Türklerle ilgisi sadece Balkanlardaki hakimiyeti kolaylaştırmak olan, ismi anıldığında Türklerin ağzında buruk, acımtrak bir tat bırakan bir grup.

Saf, katışıksız milliyetçilik açısından baktığımızda, vasiyetinde Nihal Atsız'ın Pomaklardan 'hiç güvenilmemesi gereken iç düşman' diye söz etmesi hiç de şaşırtıcı gelmiyor. Bu tür milliyetçiliği siz isterseniz 'Irk milliyetçiliği' olarak okuyun, isterseniz bugünlerde popüler bir göz boyama olan 'üst kimlik' söylemi olarak... Sonuç aynı: Pomakların, varlıklarını ve özelliklerini saymaları bile grotesk, ofansif görülüyor.

Tabii böyle bir ortamda 'ulusalcılık' histerisine kapılmış birçok 'etnik' vatandaşımız da bir güreş panayırında yağlı vücutlu, iri kıyım, kıspetli Pomak pehlivanları görünce heyecandan hop hop hoplayan sahne sanatçıları gibi 'Türkten daha da Türk olma' yarışına giriyor. Nitekim 'üst kimliği yeni yeni keşfeden Türkiye Cumhuriyeti'nin Balkan politikasını yaymaya devam eden müftüleri, h‰l‰ Pomaklara aslında Türkten daha Türk olduklarını söylemeye devam ediyor... Zaten Balkanlarda kart kurt sesleri insanın kulağına 'Pamuk, Pomak' olarak gelir!..

Türkiye'deki genel kültürde zaten olduğu gibi görünmekten kaçınma histerisi yaygın iken, bu kadar duyarlı bir konuda -azınlık olma konusunda- bu eğilim, bu benzeşme, sürüye katılma arzusu daha da güçleniyor ve en küçük farklılığa korkunç bir tahammülsüzlük olarak ortaya çıkıyor.

Burada yeri değilmiş gibi görünen ama aslında tam da turnayı gözünden vuran bir unsur daha var: Kürt milliyetçiliği!.. Kendi ulusal haklarını ve varlık sebeplerini meşrulaştırma çabası içerisinde ne yazık ki ellerindeki tek örnekten hareketle genel anlamda Kürtler de Türk milliyetçiliğini taklit etmekte, aynı klişelere, yanılgılara düşmekte. Böyle bir sağırlar diyaloğunda bir Pomak'ın kültürel kaderini bir Kürt'e benzetmesi zaten akla ziyan gibi görünür. Bir de askerlik hizmetinde gençleri ülkenin en uzak, en zıt köşelerine atma uygulaması varken ve Pomak delikanlıları da Güneydoğu'da görev yaparak gerilim, çatışma haleti ruhiyesinden nasibini alırken, geriye hiç sulandırılmamış, aksine yoğunlaşmış, damıtılmış, katranlaşmış bir nefret kalıyor. Bu nefretten kimin nemalandığını tahmin etmek için kaç saniye istersiniz?

Dil açısından bakıldığında hâlâ Pomak yerleşim yerleri olarak bilinen tüm yerleşim birimlerinde 1920'de nerede ise kimse tek kelime Türkçe bilmezken 2000'de neredeyse hiç Pomakça konuşamıyor olmaları hazindir. Daha da ötesinde asimilasyonun, benzeştirmenin ne kadar etkin olduğuna iyi bir örnektir. Tabii burada iyi örnek derken olgun, gelişkin bir örneği kastediyoruz, yoksa içeriğinin çok makbul bir şey olduğunu değil...

'ÖTEKİLEŞEMEME'

Klasik felsefi örneği alıp uygulayalım: 'Bir somun ekmekten; fırıncının, değirmencinin, çiftçinin emeğini çıkarırsanız geriye bir avuç yabani ot tohumu kalır.' Aynı şekilde 73 milyonluk 'tek vücut olmuş' Türk'ten 80 yıllık milli marşları, demokratik toplumlara açıklayamayacağınız milli bayramları, ulusalcı sloganları, askeri törenleri, çocuklara papağan gibi ezberlettirilen 'Türk'üm, Doğruyum'ları, 'devrim'leri, bayrak sallama histerisini, çoğu cumhuriyetin başında icat edilmiş milliyetçilik efsanelerini, nüfus mübadelelerini, 6-7 Eylülleri, Trakya olaylarını, Dersim'leri çıkarabilirseniz bugün de geriye Orta Anadolu'da 5-10 milyon Türk köylüsü ve bol miktarda etnik nüfus kalır, Pomaklar da Pomakça konuşmaya devam ederdi. O zaman bütün bu nüfusu barış içinde bir arada tutmak için de demokrasi'ye benzer bir şeye ihtiyaç duyulurdu. İşte mevcut rejimin demokrasiye olan alerjisinin kökeni üzerine bir bakış açısı daha... Ama tarihte, ah keşke! demek istediğimiz o kadar çok şey oldu ki...

Tarihleri boyunca Pomaklar ulusal bir özellik gösteremedi. Nasıl gösterebilirler ki? Büyük çoğunluğunun ait olduğu Bulgaristan'da yalnızca dini inancı farklı ve nüfusu da belli bölgeler dışında çok yoğun olmayan, dağlı, hayvancılıkla geçinen dağınık bir insan grubu. Balkan Kürtleri derken, Pomakların gerçekten de çoğunlukla dağlık yörelerde yaşadığını eklemeli idik. Nitekim Pomakların isimlerinden biri de Gorani, 'Yüksek yöreli-Dağlı' olması hiç de şaşırtıcı gelmez.

Asimilasyon ile ötekileşmenin kavram olarak neredeyse tamamen zıt olduğunu aklımızın bir kenarında tutarsak, Pomakların sorununun 'ötekileşememe' olduğunu daha kolay takdir ederiz. Günümüzün 'buzzword'ü, titreşim yaratan terimi; 'Farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek.' Ancak siz gelin de bunu 90 yıla yakındır her sabah Türk olan, hatta kendisine Türkten daha çok Türk olduğu söylenen, çalışan, övünen, 'yenilmediği ama yenik sayıldığı için' dövünen, Türklüğü dünyaya bedel olan, asker doğan bir 'Pomak Türk'üne anlatın. Tam da bu noktada şu eklentiyi de yapmak yerinde olacaktır. 1930 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan gizli bir genelye gözatmak gerekmektedir. İskana Tabi Tutulanların Türkleştirilmesi isimli bu genelge 7 maddeden oluşmakta ve en can alıcı maddesi olan 7. maddesinde şunlar bulunmaktadır: 'Yabancı lehçeyle konuşanların kıyafetlerini, şarkılarını, oyunlarını, düğün ve diğer geleneklerini kötü göstermek, bu kişilerin ve ailelerinin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, onları hiçbir zaman, Boşnak, Tatar, Çerkez, Laz, Pomak vs. diye adlandırmamak, köylerin o lehçedeki isimlerini değiştirmek ve evlerinde ve aralarında Türkçe konuşmaya zorlayarak onlara yürekten 'Türküm' dedirtmek.''

Diğer taraftan 'Vatandaş Türkçe konuş!' kampanyası ile farklılığının son çizgileri de ütülenen ve hatta Trakya olaylarında Yahudileri kovup mallarını yağmalamakla, Sabahattin Ali'nin kafasını ezmekle Türklüğe hizmet ettiğini sanan Pomaklar ile Batak kasabasında Bulgar kardeşlerini boğan Pomak ve başıbozuk'lara -varsa- aradaki farkı anlatın.

Pomakların dil sıkıntısı, sorunu olduğunu söylemek biraz iddiali olur. Türkiye'de yaşadıkları tüm yöreler epey gelişmiş, verimli, zengin yöreler olunca asimile olmaları çok daha kolay, nerede ise doğal dinamikleri ile oldu. Tabii gönül ister ki Yunanistan'daki ve Bulgaristan'daki Pomaklar gibi Türkiye'de yaşayan Pomakların da dil talebi olsun; eğitimini kendi dilinde edinme talebi olsun; kültürünü yaşatabilsin. Daha da ileri gidelim: sınırların ardında eski vatanlarında kalmış Pomak akrabaları ile daha yakın, daha zengin irtibatı olsun. Ama bunları istemek için öncelikle bunların ayırdında olmak gerekiyor.

Devletin, vesayetin tüm unsurları her yıl bir sürü lüzumsuz, sonradan icat ve imal edilmiş, tamamı ile Kuvayi Milliye milliyetçiliği, asker millet şuur(suzluğu)nu yaymak için dizayn edilmiş 'milli' bayramları tekrarlar iken Pomaklık şuuru nasıl olur da Rönesans yaşar ki?

Komplo teorilerine inanmam, dolayısı ile bir 'büyük proje' gereği özenle yerleştirildiklerini, dağıtıldıklarını hiç düşünmedim, ama Trakya, Marmara, Ege gibi gelişmiş yörelerde yaşıyor olmaları tabii ki asimilasyonu kolaylaştırdı, hızlandırdı. Tabii bu arada dilin felsefesi de pek yardımcı olmuyor: Hemen her dilde komşu ve potansiyel düşman milletin ismi 'düşman' sözcüğü ile eşanlamlı kullanılır. Pomaklar arasında da düşman yerine 'Balgarin-Bulgar' sözcüğünü kullanıyor olmak bize epey şey anlatsa gerek.

Kendi dili olan her etnisitenin, sosyal grubun potansiyel olarak dil talebi olabilir, ancak şu anda Türkiye'deki Pomaklar için anadilde eğitim talebi kinetik olarak yoktur, olması için çok fazla sebep de yoktur. Öncelikle Pomakça epey izole ve çok eski bir Güney Balkan Slav dilidir. Üstelik de sabit bir alfabesi, yazılı kaynaklarını büyük oranda yaratamamış bir dil... Daha da üstelik; her geldiği ülkenin dili tarafından epey etkilenmiş bir dil. Makedon Slavcası'ndan, Arnavutça'dan, Helence'den ve en çok da Türkçe'den... Bir de bunun üstüne Türkiye'de uygulanmakta olan ırk bazlı-kavim milliyetçiliğini eklerseniz, diğer bir deyişle onyıllardır omuzlarına yüklenmiş olan farklı olmanın utancını eklerseniz, Pomaklar adeta Pomak olmaktan, farklı olmaktan utanmaktadır.

1878-1886 Pomak Tamraş Cumhuriyeti'ni saymazsak, Pomaklar devlet olmak değil, sadece devletle olmakla yetindi. Ezici çoğunluğu Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi'ne yarayan çok ünlü insan, politikacı ve güreşçi yetiştirdi ama kendini yetiştiremedi. Günümüzde Pomakça'nın yaşaması için bazı ümitler olmakla birlikte, Türkiye'de Pomakçanın geleceği biraz da Titanik'in kaderini andırmaktadır. Geminin tamamen sulara gömüleceği 5 saat ile en yakın yardımın ulaşacağı 7 saat gibi...

END-NOTE

Bir tarafta Pomaklık AB bölgeler politikası yolu ile Yunanistan ve Bulgaristan'da kısmen de olsa hayat öpücüğü bulmakta iken, Türkiye'nin durumu iç karartıcıdır. Resmi milliyetçilik politikası h‰l‰ benzeştirici (asimilatif) etkisini sürdürüyor, daha da kötüsü günümüzün çatışmaları, hükümet ile statüko arasındaki gerilim, vesayeti tehdit edilenlerin kışkırtmaları ile geleneksel milliyetçi ve 'ulusalcı' söylemi çok daha politikleştirip azgınlaşıyor. Pomakların bundan payına düşen ise; enteresan bir şekilde çoğunlukla en saldırgan milliyetçilik-ulusalcılık gettoları olan Trakya, Marmara, Ege vb. yörelerde bulunmalarından ötürü milliyetçilik kakofonisi içinde kendi kimliklerini tümü ile inkar etmeleri şeklinde beliriyor.

Evet, hiç çekinmeden söylenebilir ki Pomaklara 'Ama kardeşim biz zaten Türk değiliz ki!' demek ile linç edilmeyi göze almak eşanlamlıdır. İşte yukarıda bahsettiğimiz; 'olması gereken ile gerçekte var olan' durum budur ve arasındaki fark bundan daha net görünemez. Yukarıda milliyetçilik gettoları dediğimiz yörelerde CHP ve MHP'nin giderek güçlenmekte oluşu başka nasıl açıklanabilir?

Yine de kulağa hoş gelen, yürekleri ısıtacak bir 'end-note' bir seda ile bitirelim: Bir Rus söylencesi der ki: Ozanın biri cenazeye gider, düğün türküleri çığırır, düğüne gider orada da cenaze ağıtları yakar!! ve her gittiği yerde temiz bir sopa yermiş. Sopadan kurtulmak için güzel bir haber; Trakya'da, Pomakça'nın h‰l‰ tamamen silinmediği yörelerde gençler dillerini, kültürlerini yaşatmak için hatırı sayılır bir hamle içindeler. Hemen her gün emaillerimiz, facebook adresimize yeni video kayıtları, Pomakça sözlük girişimleri, gramer çalışmaları, hatta fonetik çalışmaları akıyor. Pomak forumları, tartışma siteleri açılıyor...

AB esintisi, ülkemizin demokratikleşme çabaları ve çağdaş 'klik'noloji dozu gittikçe artan bir şekilde kültürel ortamı Pomakların dahi lehine çeviriyor. Aynı 1876'da başlayan ve daha sonra Batak katliamına yol açan Bulgar Kuprifştitsa Kültürel açılımı gibi Pomaklar da dillerine sahip çıkmaya başladı, yeter ki geçen zaman içinde Batak kurutulmuş olsun!

İbrahim KENAR - Hikmet PALA

Hiç yorum yok: