1 Temmuz 2010 Perşembe

Endüstrinin Sanat ve Spor Dünyası

Kapitalist modernitenin kendisi için temel güç olarak kullandığı, sermaye alanı alarak örgütlediği ve bir sektöre dönüştürdüğü sanat ve spor

Kapitalist modernitenin kendisi için temel güç olarak kullandığı, sermaye alanı alarak örgütlediği ve bir sektöre dönüştürdüğü sanat ve spor konumunun içler acısı olduğunu görmek durumundayız. Özellikle bu toplumsal, sosyal etkinlikleri toplumu uyuşturan, yozlaştıran alanlara dönüştürmesi korkunç bir toplum kırıma ve sürüleşmeye yol açmıştır. Spor, sanatın yoğun yaşanan çelişkilerin yumuşatılıp aslında en ciddi, en yoğun eleştirilerin bu yolla yapılıp, sorunların aşılarak toplumda refahın, huzurun, estetiğin, canlılığın ve barışın yaşanmasının rolünü oynayacağı yerde, tam tersi kabalığın, tek renkliliğin, huzursuzluğun ve korkunç bir savaşın hem de sanal dünya yaratılarak şiddetle yürütüldüğünü ve içinin boşaltıldığını görmek durumundayız. Sanat, spor ve seks aracı ile kapitalist tekelci sistem en çok kadını kullanıp düşürmektedir.
Başta kültür-sanat alanını endüstri alanına dönüştürerek, sadece kar amaçlı gelişen, hiçbir kültürel değer taşımayan, toplumu uyuşturan, yozlaştıran ve şekilsizliği, biçimsizliği yansıtan, hiçbir estetik değer taşımayan adına da sanat veya kültür denen edepsizliği (biçimsiz, şekilsiz, estetikten yoksun) topluma yansıtan, dayatan sistemin amacı görülmeli. Yine kullandığı araçlarla topluma nüfuz eden, erken yayan ve yerleşen özelliği iyi görülmeli. Bu anlamda medya yolu çok etkili kullanılarak toplumsal yaşamın tümünü denetimine almakta ve tüketim toplumu da diyebileceğimiz bir toplum biçimini oluşturmaktadır. Bir ideoloji olarak etkinliğini geliştiren, toplumun tüm hücrelerine yerleşen tüketim ideolojisi, toplumu tüketen, hücrelerini kurutan, felç olmuş bir gerçeği yansıtmaktadır. Toplumun kendisine, öz değerlerine, geleneğine yabancılaşma durumu kapilasit tekelci kültürün kendisini toplumun tüm gözeneklerine yerleştirmesi ve bu anlamda toplumu esir almasıyla gerçekleşti. İçinin boşaltılması için ne gerekliyse yapıldı. Kapitalist kültür ve yaşam biçimi manevi değerleri tüketip, ahlaki ve politik toplum izlerini tümden silme ve toplumu felsefesiz, ideolojisiz, geleceksiz bu anlamda ütopyasız bırakma amacı güdüyor.
Söz konusu sistem, modernite kılığına girerek en çok kullandığı, nesne konumuna indirgediği kadın ve gençliği temel hedefleri olarak belirledi. Toplumda en dinamik, değişime açık ve daha esnek bir yapı potansiyeli taşıyan gençlik ve kadın sisteme dâhil edilerek kullanıma ve hizmetine koşturuldu. Özellikle kadının kullanım biçimi sistem açısından önemliydi. Neden çünkü en etkili araç konumundaydı. Yaşamın merkezi, canlılığın, renkliliğin, özgürlüğün teminatı kadın tüketim araçlarının içerisinde en başta geleni ve en etkili olanı olmak durumundaydı. Medya kullanılarak kadın bedeninin pazarlanması üzerinden gelişen kapitalist kültür, kadını öyle bir konuma getirdi ki kadın eliyle kurulan, anlam bulan, yaşam olanağı, soluğu alan toplum kadının kendi eliyle yozlaştırılan, tükenmeyle karşı karşıya getirilen bir pozisyonda buldu kendisini.
Öyle ki çok çelişkili yanlar açığa çıkaran, bir yandan namus adına uğruna cinayetler işlenen bir diğer taraftan sınırsız bir kullanım alanı olarak kullanıldı. Toplum yaşamında kadına yönelik çok farklı ve zengin yine aynı zamanda ince ağlarla örülmüş baskı, şiddet, kullanma biçimleri vardır. Burada medya, sistemin en etkili aracı olarak kullanılmakta, toplumun ruhunu, beynini uyuşturan bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır. Medya silahıyla sürüleşmiş ve tüketici bir toplum ve insanlık gerçeği yaratılmıştır.
Kapitalist tekelci sistemde kadın, kadın olduğundan dolayı insanlığa sığmayacak muamele ve uygulamalara maruz kalmıştır. Bu uygulamaların en trajik yanı ise, dayatılan aşağılanmaların kültür ve kadın eliyle gerçekleştirilmek istenmesidir. Zaten günümüz kültürünün en tiksindirici ve itici yanı da budur. Bugün kadın bedeninin her bir parçasının bölünerek, parçalanarak, reklâm malzemesi olarak pazara ve piyasaya sürülmesi, cinsel obje olarak kullanılması bile kadına kabullendirilmiş, ‘kendimi daha iyi nasıl sunarım, en gözde nasıl olurum’ yarışını veriyor. Medya yoluyla reklâmlarda izleyici kesimi kazanmak özelliklede erkeklerin cinsel bakışı doğrultusunda tanıtımı yapılan ürünle hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen kadın sadece bir fon malzemesi olarak yoğun kullanılmaktadır. İçeriği olmayan kliplerde, söz ayrı, anlam ayrı ama kadın görüntüleri apayrı şeyleri ifade eden aslında bomboş, hiç ifade ve anlam taşımayan ucube şeyler sanat, müzik adına piyasaya sürülmektedir.
Yine her gün okumak için alınan günlük gazetelerin tiraj artırmak için açık seçik fotoğraflar, kullanılan kadın hikayeleri medya tarafından dayatılan bir durumdur.
Kadın vücudu daha çok televizyona yöneltilirken toplumu, kendisine de bu yolla magazin kültürüne mahkûmiyeti ve aynı zamanda erkek egemen toplumdaki rolünün de ezberi, sürekli sağlama yöntemi gelişmektedir. Yaşadığımız toplum gerçekliği ‘kadına nasıl iyi eş olurum, efendime nasıl daha iyi hizmet ederim’, kendisinin doğal güzelliği dışında, bakımlı kadın maskesiyle, kendimi daha iyi nasıl sunarım gerçekliği dışında başka bir yoğunlaşmaya, uğraşa müsaade etmiyor. Bir babanın, kocanın veya erkek evlat varlığıyla tanımlanmaya muhtaç bırakılan kadın, çoğu zaman da bu varlıkların oluşturduğu sistemin, zihniyetin kurbanı oldukları gerçekliliğini görmekten uzaktır. Tam tersi içinde bulunduğu durum ve bütün bunlar kadının doğallığıymış gibi yansıtılması, özüne aitmiş havası verilmesi sistemin yürüttüğü ve çoğunlukla da başarı elde ettikleri ama kadınların görmekte geciktiği oyunlarıdır.
Tabi en az kadın kadar, bu yaşananlardan kendisine düşen payı alan toplumun en önemli kesimi de gençliktir. Özelikle dinamik yapısını kendi hizmetine almak isteyen sistem, gençliği temel ayağı olarak (kadından sonra) ele alıp işletmektedir. Özellikle bilinçli sanal dünya oluşturarak sistemin en çarpık, yoz yaşamını gençliğe dayatan, diğer adı da ölüm olan yaşam biçimi yaygınlaşmış, hücrelere nüfuz etmiş bir konuma ulaşmıştır. Sanat ve spor başta olmak üzere cinsellikte dâhil, toplumun en dinamik kesimi bu olgularla uyuşturulup sistem çarklarına hapsedilmektedir. Gençlik özellikle bu sıraladığımız üçlüye mahkûm olmuş, cinsellik çarpık biçimlerde hortlatılarak enerjisi boş ve ahlaktan yoksun olan bir alana yönlendirilmiştir. Sapıklık diyebileceğimiz ölçülere ulaşan, cinsel daha doğrusu güdüsel yaşama hapsedilmiştir. Yaşanan korkunç tecavüz olayları, ensest ilişkiler, cinayetler başka nasıl ifadelendirilecekler? Her anlamda baştan çıkarma mekanizmalarına dönüşen bu üç alan, toplumu yıkıma götüren temel alanlar olmaktadır.     
Tabi sanatın, kültürün ve sporun öz tanımı, içeriği bu değildir. Bu kapitalist tekelci zihniyetin ve sistemin içini boşaltarak, kendi esas işlevinden uzaklaştırarak, toplumu sömüren, yozlaştıran, halk kültür ve geleneğinden uzaklaştıran oyunlarıyla bu konuma gelmiştir. Bu durumda, büyük bir ahlaki çöküntüyü yaşayan kültür – sanat, yaşamın her alanına da bu ahlaksızlığı yaymakta ve korkunç bir dayatma içerisinde bulunmaktadır.
‘Kültür insanlığın tarih boyunca yarattığı maddi ve manevi değerlerin tümüdür.’ Yani toplumların üzerinde yeşerdiği kök, yaşam biçimi ve var oluş gerekçesidir. Toplumsal, sosyal ilişkiler yumağıdır kültür. Kültürsüz bir toplum, başsız bir bedeni, yüreksiz bir varlığı ifadelendirir.  Bu topluma daha doğrusu toplumsallaşmaya aykırı bir durumdur. Toplumsal ilişkilerden dile, giyim kuşamdan yemeğe, sanatın bütün dallarından spora ve yaşamın tüm alanlarında var olması gereken toplumun öz kimliğidir. Yaşamsallığı gerektiren vazgeçilmez temel bir alandır kültür. Yaşamsal alandır. Toplumsal varlık alanıdır. Toplumsallığın kendi gücünü kültürleşmeden aldığını anlamlandırdıkça, bu gerçeği kavram dışında bu biçimde yaşayıp özümsedikçe kültür kendini var edecek her tür sömürüye, talana karşı ayakta kalacaktır. Toplumsal oluşumun sürelilik kazanması için bu temel oluşumlara yoğun ihtiyaç vardır.     
Kültür öyle bir olgudur ki topluma en erken nüfuz eden, kendisini hemen anlaşılır kılabilen, dili güçlü öyle ki yasaların dilinden daha etkili ve daha güçlü bir yapıya sahiptir.
Bu aynı zamanda spor içinde geçerlidir. Genelde spor asıl işlevinden uzaklaştırılmış ve özü boşaltılmış bir etkinlik olmuştur. Sistemin rekabet yaklaşımları sporu metalaştıran ve sporcuyu da bu metalaşmanın bir parçası haline getirdiğini günümüz açısından değerlendirebiliriz. Spor denince insanın aklına kazanmaya kilitlenmiş, oyunu oyun olarak değil de savaş alanı olarak değerlendiren, zevk almaktan uzak, iyi ve güzel oyun anlayışından kıt, ahlaki olarakta içi boşaltılmış bir durum haline gelmiştir. Şike, kumar, mafya, küfür olmuş spor. Oysa insanın ilk hareketi, eğilip taşı alması ve onu fırlatması, tohumu toprağa ekişi ve zamanının da biçmesi kısaca hareketin tümü spordur. Hareketin kendisi canlılıktır. Yaşam belirtisidir. Hasat zamanı şölenlerde yapılan danslar zamanla ritmik olarak gelişip farklı hareketler doğurmuş ve bu şenliklerin bir parçası özellikle de sanatsal içeriği ağırlıkta olan büyük parçasını oluşturmuştur. Bir şenlik, kutlama, toplumsal etkinlik olarak başlayan zamanla daha da geliştirilen ve farklı dallara bölünmüştür ama hiçbir zaman ırkçılık, faşistlik, halkları birbirine düşüren ve şiddet eğilimini yayan bir role çağımızda görüldüğü kadar bürünmemiştir. Tarihsel olarak bakıldığında da bu özünde yoktur.
Spor, tarihsel olarak incelendiğinde özünde barışı müjdeleyen bir role sahiptir ve bu özelliği özellikle mitolojilerde çokça geçmektedir. Belerefon ve kimere efsaneleri sade bir dille bu durumu anlatır. Olimpios kentinde her yıl bir çift genç kız ve erkeği kurban etmek isteyen kimere canavarını öldüren, kanatlı atına atlayarak mızrağıyla onu yedi kat yerin dibine gömen Belerefon adlı kahramanın kazandığını, canavarı öldürdüğünü, artık yaşadıkları yerlerde sükûnetin barışın, huzurun geldiğini bir meşaleyle ta Olimpios a kadar koşarak haber verirler.   Bu olaydan sonra, Belerefon adlı kahramanın anısına her yıl aynı tarihte olimpia halkı meşaleli koşu yarışmasını ve olimpiyat yarışmalarını düzenlemeye başlarlar. Tarihsel olarak baktığımızda bile sporun şiddetten çok barışı, kardeşliği, huzuru müjdeleyen bir rolü vardır. Kapitalist yarış mantıktan uzak, kar sağlama arcı olmamış, holiganları oluşmamış bir karakterist yapıya sahiptir. Bu gün baktığımızda sporun hiçbir tarihsel özelliğinden eser kalmamıştır. Sistemin en değme aracı olmuş, toplumu kansere sürükleyen, etrafında olup bitenleri görmeyen, değerlendirmeyen bu anlamda uyuşmuş toplumu yaratmıştır. Toplumda şiddet eğilimini yaygınlaştıran, adeta öl-öldür mantığını geliştiren ve yaygınlaştıran bir role soyunmuştur.
Şimdi spor bu konumdayken, tarihsel rolüne nasıl kavuşturulacak? Bu dönüşümü hangi zihniyet geliştirecek? Bunun araçları neler olacak? En önemlisi de hangi güçler gerçekleştirecek?

Ferze Zilan

Hiç yorum yok: