25 Temmuz 2010 Pazar

Cezayir Savaşında Fransız Solu ve Aydınların Tavrı



Türkiye'de her gün yeniden onlarca cenazenin gelmeye başladığı bir dönemde, 'bu Cezayir savaşı da nereden çıktı?' dediğinizi duyar gibiyim. Hemen şunu söylemekte fayda var: Bu yazının amacı size yeniden Cezayir Savaşı'nı anlatıp çok bilmişlik taslamak değildir. Tam tersine, 1954-1962 yılları arasında yaşanan Cezayir Savaşı'nın bitmesi için Fransız solu ve aydınlarının olaya nasıl yaklaştığını ve nasıl tavır aldıklarını gösterip, Türkiye'yle olan benzerliğini ortaya koymak, çözümün neden gerçekleşemediğini ve/veya nasıl gerçekleşebileceğini göstermeye çalışmaktır. Olaylar, farklı mekan ve zamanda gercekleşsede, Cezayir'de olup bitenler, Fransız aydınları ve devrimcilerinin buna bakış açısı, tavırları, ülkemiz aydınları ve solcuları için dikkatle incelenmesi ve dersler çikarılması gerekilen önemli bir tecrübedir.

CEZAYİR'E DAİR KISA BİR HATIRLATMA...

Cezayir 1830'da Fransız ordusu tarafından işgal edilir ve bu tarihten itibaren tam 132 yıl boyunca Fransa'nın kolonilerinden biri olarak kalır. İşgal edildiği andan itibaren, Cezayirliler onlarca kez Fransızlara karşı ayaklanmalarına rağmen bir türlü bağımsızlıklarını elde edemezler. II. Dünya Savaşı'nda Fransızlarla birlikte faşizme karşı mücadele eden Cezayirlilerin savaştan sonra bağımsızlık umutları iyice artarken, Kuzey Afrika Yıldızı adlı örgütün kurucusu ve Cezayir mili mücadelesinde, 1930'lardan itibaren, çok önemli roller oynayan Messali Hac'ın tutuklanması, 8 Kasım 1945'de ki Setif ve Guelma katliamlarından sonra (20 000'den fazla ölü olduğu tahmin ediliyor), Cezayirliler bağımsızlığa dair bütün umutlarını kaybederler. 1950'li senelere kadar, peşpeşe alınan yenilgilerden sonra, Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi çok dağınık ve kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı halk bağımsızlık mücadelesine olan güvenini her geçen gün daha fazla kaybeder. Bu anlaşmazlıklara son vermek için, bir an önce bütün gurupları ulusal dava etrafında birleştirip kolonializm karşıtı bir ulusal cephe oluşturulması ihtiyacı kendisini dayatır. Bu ihtiyaçtan haraketle, CRUA (Birlik ve Eylem İçin Devrimci Komite) kurulur. Belli bir hazırlık döneminden sonra, CRAU'nun üyeleri 1954'de FLN'i, yani Ulusal Kurtulus Cephesi'ni kurar ve liderliğini yapmaya başlarlar.

1954: FLN SİLAHLI MÜCADELEYİ BAŞLATIYOR!

Hiç kimsenin beklemediği bir anda, 1 Kasım 1954'de, sabaha doğru, Cezayir'in birçok bölgesinde, aynı anda otuzdan fazla bomba patlar ve Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) ve silahlı kolu Ulusal Kurtuluş Ordusu (ALN)'nin kuruluşları ilan edilir. Bu eylemler,aynı zamanda FLN'in ilk eylemleri olarak tarihe geçer. Bağımsızlığın silahlı mücadele ile kazanılacağına inanan FLN hem şehirlerde, hem de kırsal alanlarda gerilla mücadelesi vermeye başlayarak halk arasında çabucak kök salmaya başlar. Artık Cezayir'in ve özelikle Fransa'nın tek gündemi vardı: Cezayir'in bağımsızlığı ve FLN.

SAVAŞ TOPLUMDA CİDDİ AYRIŞMALAR YARATIYOR!

FLN'in eylemleri bütün ülkeye yayılıp Cezayirliler üzerinde iyice etkisini artırırken, buna paralel olarakta, Fransız ordusu, 'terörle' mücadeleyi temel hedef olarak önüne koyuyor ve zamanın Cezayir yöneticisi Jacques Soustelle en büyük görevinin barışı sağlamak olduğunu, bunun içinde 'FLN'in kökünün kazınılması gerektiğini' belirtiyordu. Savaş geliştikçe, toplumdaki bölünmeler de derinleşiyor halk arasında ciddi kamplaşmalar yaşanıyordu. Cezayir'de yaşayan bir milyon civarında ki Avrupalı ile Cezayirliler arasında çıkan çatışmalarda yüzlerce insan hayatını kabediyordu. Diğer yandan, Fransızlar, tıpkı bizdeki Köy Koruculuğu'na benzer bir sistem geliştirip, Cezayirlilerin bir kısmını silahlandırıyor ve onları FLN militanlarına karşı kulanmaya başlıyorlardı. Sayıları binlerle ifade edilen ve Harkiler olarak tarihe geçen bu Cezayirliler, savaş bittikten sonra, bazıları kendi kaderine terk edilecek, 'vatanlarına ihanet ettikleri' için FLN'nin ve halkın hedefi haline gelip öldürülecek, bazıları ise Fransa'ya getirilip orda açlık ve yoksullukla başbaşa bırakılacaktı. Savaş yayılıp FLN güçlendikçe, Fransa çıkmaza giriyor ve hükümeti yenileme ihtiyacı hisediyordu. Sağcı hükümetin bastıramadığı ayaklanmaları bundan böyle solcu hükümet bastırmaya çalışacaktı.

FRANSA'DA SOL İKTİDARA GELİYOR!

1956'da yapılan seçimlerde Guy Mollet'in başını çektigi sosyalistler, komünistlerinde desteğiyle, iktidara gelir ve yeni hükümeti oluşturmak üzere görevlendirilirler. Böylece Guy Mollet, basbakan olurken, François Mitterand (1980'den sonra Fransa Cumhurbaşkanlığı yaptı) İçişleri Bakanı ve Robert Lacoste Cezayir yöneticisi olur. İlk başlarda Cezayirlilerle görüşmelerden yana olan Guy Mollet, daha sonra bu fikrinden vazgeçerek, hükümetin en büyük görevinin FLN'nin bitirilmesi olduğunu söyler ve sınıra 400 000 asker göndererek Cezayir'i adeta abluka altına alarak büyük operasyonlar gerçekleştirir. Toplumun sempatisini kazanmak içinse, tibbî yardımlar yapan ve okuma yazma öğreten askerler görevlendirilir ve medya vasıtasıyla bu imajlar özelikle Fransa'da olmak üzere, çok geniş kitlelere ulastırılarak yaşanmakta olan savaşın amacının 'insani' amaçlı olduğunun propagandası yapılır. Bununla, bir yandan halk kazanılmaya çalışılırken diğer yandan ayyuka çıkan işkence haberleri ve katliamlar yüzünden, ordu insani yardım adı altında imajını düzeltmeye çalışır.

FLN'in şehirlerde de giderek güçlendiğini gören fransız ordusu, Cezayir'e General Massu komutasında ki paraşütçüler olarak bilinen hava birliklerini gönderir. İşkence idiaları ve Fransız ordusu tarafından kulanılan yöntemler, Fransa'da da çok tartışılır ve çok tepki görür. Özelikle solcu aydınlar, troçkistler ve anarşistler yaptıkarı dayanışma eylemleriyle, işkenceleri halka duyurmaya çalışır, savaş karşıtı ve anti militarist kampanyalar düzenlenir ve yavaş yavaş yaşanan 'kirli savaşa' karşı pasifist bir cephe oluşturulur. Bu cephe açık bir şekilde Fransa'yı eleştiriyor ve derhal Cezayir'den çekilmesini ve Cezayirlilerin kendi kaderlerini tayyin etme hakkına saygı duyulmasını istiyordu.

FRANSIZ KOMÜNİST PARTİSİ'NİN TAVRI...

Dönemin en güçlü partilerinden olan ve hükümeti destekleyen Fransız Komünist Partisi ise kolonializmle ilgili genelde çok ikircikli ve kolonializmi meşru gören tavırlar takınır. 1956'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, FKP hala Cezayir'in Fransa'ya bağlı kalmasını savunur ve şiddetle Cezayir'in bağımsızlığına karşı çıkar. Sadece eleştirmekle de kalmayıp, parlamento da, Türkiye'deki Olaganüstü Hal benzeri bir rejim lehine oy kulanır, kendi içinde FLN'i destekleyen komünistleri ihraç eder, FLN'i silahlı mücadeleyi başlattığı için eleştirir ve mahkum eder. Sosyalistlerin ve Komünist Partisi'nin ulusların kendi kaderini tayyin hakkı ve enternasyonalizm gibi değerlerinden uzaklaşıp şöven, milliyetçi ve militarist kampa entegre olurken, aralarında Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi, dönemin en çok tanınan aydınlarınında aralarında bulunduğu 121 aydın Fransa'yı kendi değerlerine ters düşmekle, emperyalist olmakla suçlar ve her gün yüzlerce insanın öldüğü bir savaş ortamında, 'redetmenin' önemini açıklar, Fransız halkını devletlerine karşı itatsizlik yapmaya ve Cezayirlilerle haklı davalarında dayanışmaya çağırırlar.

121'ler Manifestosu: 'Ordunun kapalı ve açık bir şekilde demokratik kurumlara karşı başkaldırdığı, gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kulandığı bazı durumlarda redetmek ve 'ihanet' kutsal bir görevdir.'

FLN sadece Cezayir toprakları üzerinde mücadele etmekle kalmıyor aynı zamanda Fransa'da bulunan Cezayirliler arasında da örgütleniyor ve silahlı mücadeleyi buralarda da uygulamaya başlıyordu. Kendi ülkelerini haksız bulan Fransız aydınları, devrimcileri ve anarşistleri de FLN militanlarına yardım ederek, savaş ve militarizm karşıtı kampanyalar düzenleyerek, FLN militanlarını evlerinde saklayarak Cezayirlilerin yanında mücadeleye katılıyorlardı. Yapılan bu eylemlerden dolayı, birçok fransız militan gözaltına alınıyor, işkencelere maruz kalıyor ve tutuklanıyordu. İşte tam bu sırada, 121 Fransız aydın bir araya gelerek '121'ler Manifestosu' adında bir bildirge yayınlayıp FLN militanlarına yardım eden, savaşa karşı çıkıp askere gitmeyen ve savaş karşıtı faaliyetlerinden dolayı işkence gören, tutuklanan militanları desteklediklerini açıklıyorlardı. Bildiride, ayrıca, Cezayirlilerin gerek savaşarak, gerekse diplomatik yönden haklı bir mücadele verdikleri, bu mücadelenin ulusal bağımsızlık mücadelesi olduğu ve Cezayirlilerin haklı olduğu vurgulanarak, sadece barıştan yana olmanın yetmeyeceğini, aynı zamanda haklı olandan yana tavır almanında aydınlar için etik bir davranış olduğunu gösterirler.

Fransa'nın ise hiç bir güç tarafından işgal veya tehdit edilmediğini, dolayısıyla da fransızların 'ulusal savunma' söyleminin hiç bir anlam ifade etmediğini, verilen savaşın, emperyalist ve ırkçı bir savaş olduğunu, gelinen aşamada ordu ve bir avuç zengin dışında kimsenin artık bu savaşın haklılığına inanmadığını deklare ederler. Ordunun ve varolan rejimin Fransa'nın değerlerine ihanet ettiğini ve halkı Fransız devletine karşı itatsizlik eylemleri yapmaya çağırırlar.

Cezayir halkının davasının, bütün özgür insanların davası olduğunu belirtir, Fransa'yı haksız ve 'kirli bir savaş' yürüttüğü için mahkum ederler.

HAKLI DAVALARIN SAVUNUCUSU FRANCİS JEANSON

Genel anlamda, FLN'in silahlı eylemlerine ve zaman zaman sivillere karşı yaptığı eylemlere rağmen, 121'ler Manifestosu'na imza atan Fransız aydınları, koşulsuz bir şekilde FLN'e yardım eden militanları desteklemekle kalmamış, aynı zamanda Cezayirlilerin vermiş oldukları mücadelenin kolonialist sistemin yıkılmasına katkıda bulunan haklı bir dava olarak görmüş, ve bütün özgür insanların davası olarak sahiplenmişlerdir. Bu aydınlar arasında hep Jean Paul Sartre'nin ön plana çıkmasına rağmen, FLN'i, fiili olarak en fazla destekleyen ve hatta bunun için bir grup kuran Sartre ve Camus'nun yakın arkadaşlarından Francis Jeanson'dur.

Francis Jeanson, Fransa Naziler tarafından işgal edildiğinde, zorla alıkonularak Almanya'ya kamplarda çalıştırılmaya gönderilirken, faşistlerin elinden kaçar ve Kuzey Afrika'daki antifaşist direnişçilere katılır. Daha sonra Cezayir'de Jean Paul Sartre ve Albert Camus ile karşılaşır. Komünist bir gazetede muhabirlik yapan Jeanson, Cezayir'li devrimcileri ve mücadelelerini yakından tanıma fırsatı bulur ve Fransa'ya, yani kendi ülkesine karşı tavır alarak, FLN'ye kurduğu grup aracılığıyla aktif bir şekilde yardım eder. Grubuyla birlikte, FLN militanlarını saklar, onlara sahte kimlikler bulur, toplanan fonları örgüte ulaştırarak değişik şekilde yardımlarda bulunur, kendisine 'vatan haini' diyenlere ise, 'asıl Fransa yoksul halklara zulmederek kendi değerlerine ihanet etmiştir', diye cevaplıyordu.

Francis Jeanson, 1960'da giyabında yargılanır ve on yıla mahkum olur. Daha sonra çıkan aftan faydalanarak Fransa'ya döner.

Bir yandan FLN'in mücadelesi, diğer yandan Fransız devrimcileri ve aydınlarının kendi ülkelerine karşı Cezayirlilerin yanında vermiş oldukları mücadele, 19 Mart 1962'de ateşkes yapılmasını sağlayacak ve sekiz yıldır süren savaşa son verecekti.

SAVAŞIN BİLANÇOSU İKİ HALK İÇİN DE AĞIR OLUR!

19 Mart'da ateşkes yapılmasına rağmen, olaylar ve katliamlar 3 Temmuz'a kadar sürer. FLN savaş boyunca Fransızlarla birlikte kendilerine karşı savaşan Harkilere ve Cezayir'de yaşayan Avrupalılara karşı bazı bombalama eylemlerinde bulunarak birçok sivil öldürür. Diğer yandan, savaş başladıktan sonra General de Gaul tarafından oluşturulan OAS (Gizli Ordu Orgütü)'de ateşkes olmasına rağmen eylemlerine devam ederek 3000'e yakın Fransız ve Cezayirliyi öldürür. 1954'te başlayan savaş için iki milyon Fransız genci ve binlerce Harki (Cezayirliler) seferber edilir, bunlardan 30 000'i çatışmalarda hayatını kaybeder. Yine Fransa'ya göre, ölen Cezayirli sayısı 300 000 civarındadır. Sekiz sene süren savaş boyunca, 8 000 köy yakılır ve 2 milyondan faza kişi sürgün edilerek değişik toplama kamplarına yaşamaya zorlanır.

CEZAYİR'İN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN REFERANDUM

Ateşkes yapıldıktan sonra, General de Gaul'ün çağrısıyla, 8 Kasım 1962'de Fransa bir referandum düzenler ve Fransızların yüzde 90'ı Cezayir'e bağımsızlığın yolunu açan yasaya evet oyu kulanır. 1 Temmuz 1962'de ise Cezayirliler ülkelerinin bağımsızlığı için referandum yaparlar ve Cezayirlilerin yüzde 92'si bağımsızlıktan yana oy kulanır. Böylece, 3 Temmuz 1962'de Cezayir'in resmi olarak bağımsızlığı ilan edilir ve 4 Temmuz'da ise Ahmet Ben Bella Cumhurbaşkanı olarak başkente yerleşir.

Cezayirlilerin bu haklı mücadelesi, Fransa'nın birçok kolonisini terk etmesini sağlamış, antiemperyalist mücadelelere ilham kaynağı olmuş ve Fransa'da beşinci Cumhuriyet'in kurulmasına yol açmıştır. Cezayir savaşını kaybeden Fransa ise, Cezayir'in bağımsızlığını tanımasına rağmen, yıllarca yaşanan olaylara 'savaş' demekten kaçınmış ve hep 'Cezayir olayları 'terimini kulanmaya devam etmişti.

TÜRKİYE'YE BARIŞ NASIL GELİR?

Türkiye'ye barışın gelmesi için, tıpkı Fransız aydın, devrimci ve anarşistlerinin Cezayir Savaşı'nda yaptığı gibi, Kürt halkının yıllardan beri ink‰r ve asimile edildiğini, katliamlara maruz kaldığını ve PKK'nin de bütün bu baskıcı-katliamcı politikaların ürünü olarak ortaya çıktığını, haklı bir mücadele verdiğini (yöntemlerini yanlış bulmak bu gerçeği değiştirmez), milyonlarca Kürdün PKK'yı kendi politik örgütleri ve temsilcileri olarak gördüğünü, kabul etmez ve devlete değil de sadece PKK'ye ateşkes çağrısı yaparsak, Türkiye'de çatışmaların daha uzun yıllar süreceği aşikardır.

Kürt halkı ve örgütlerinin defalarca ateşkes yaparak, Türk devletine sorunun çözümü noktasında ne kadar istekli ve samimi olduklarını göstermelerine rağmen, barış çağrılarının her defasında güçsüzlük olarak algılandığını, barış amaçlı gönderilen 'Barış Elçilerinin' bile tutuklandığını, Kürt halkının her defasında daha fazla baskı ve katliamlara maruz kaldığını görmez ve buna göre tavır almazsak, bu ülkeye barış gelmez ve savaş her iki halk arasında tamir olunmaz tahribatlar yaratır.

Haklı oldukları için nasıl ki Filistinlileri desteklerken Hamaslı 'dinci', ya da El Fetih'li 'milliyetçi', Irak'ta savaşa karşı çıkarken Saddam yanlısı olmuyorsak, PKK'nin bu savaşta taraf olduğunu, PKK'yi muhatap almanın bizi ne PKK'li ne de 'Kürt milliyetçisi' yapmayacağını, ama bir halkın özgür ve demokratik bir şekilde kendi dilini, kültürünü yaşayacağını, artık insanların ölmeyeceğini, Türkiye'nin daha demokratik bir ülke olmasının önündeki en önemli engellerden birinin kalkacağını, bunun da sınıflara dayalı bir mücadele veren devrimci hareketlerin de önünü açacağını anlamazsak, bu ülkeye kolay kolay barış gelmez.

Bu anlamda, yapılacak olan eylemlerin ve çağrıların en önemli talebi, devletin operasyonları durdurması ve PKK'nin derhal ateşkes yapması olmalıdır. Bununla da kalmayıp, Türkiye'li devrimciler ve aydınlar Kürt halkının taleplerini dikkate alıp, Abdullah Öcalan'ın geçenlerde açıkladığı ve savaşın bitmesini isteyen, sıradan bir insanın bile kabul edebileceği bu talepler etrafında, Kürtlerle birlikte mücadale edip; özgür, demokratik ve eşit vatandaşlığa dayalı ortak yaşamı birlikte inşa etmeye başlarsak, bu ülkeye en kısa zamanda barışın geleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın! Aksi takdirde, Kürt halkının talepleri dikkate alınmamış, devletle birlikte savaşta ısrar etmiş, daha binlerce Türk ve Kürt gencin ölmesine seyirci kalmış ve kendi ellerimizle Kürtleri radikal bir kopuşa itmiş oluruz.

Cem AKBALIK *
* Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi / FRANSA

Hiç yorum yok: