4 Temmuz 2010 Pazar

Cengiz Çandar: PKK-Ergenekon ilişkisi saçma!

 Medya PKK’yı Ergenekon’un uzantısı olmakla açıklamak bu ülkede rastlanabilecek en büyük saçmalıklardan biridir. Tabii, bu, PKK’nın ‘taşeron örgüt’ olduğu iddiası ve algısıyla örtüşüyor. Şayet, PKK’ya ‘taşeronluk’dan başka bir anlam ve rol biçmezseniz, o zaman basit bir mantık yürütmesi ile, Ergenekon ile PKK arasında da bağ kurabilirsiniz.
'Kirli savaş'ta ne 'devlet'e, ne 'örgüt'e...

‘Kürt sorunu’na ilişkin konularda ve gelişmelerde hükümete akıl veren bazı çevrelerin inandığı ve yaydığı bir görüş var: “PKK, Ergenekon’un uzantısıdır.”
Bunun, hükümet içinde ve yakın çevrelerinde revaç bulan bir anlayış olduğu anlaşılıyor. Çok şeyi kolaylaştırıyor ve rahatlatıyor Ergenekon-PKK irtibatı kurmak.
PKK’ya karşı izlenen ya da izlenecek her yolun, böylece, bir çevre nezdinde ‘meşruiyeti’ peşinen ‘satın alınmış’ oluyor.
PKK ile Ergenekoncuların yollarının kesişmemiş olması mümkün değil. PKK ile JİTEM’in yolunun Güneydoğu’nun dağlarında, vadilerinde, şehir merkezlerinde, sorgu odalarında, vs. kesişmemiş olması mümkün olmadığına göre, PKK ile bugün adına Ergenekon denilen ‘şebeke’ arasında temas elbette olmuştur.
Ancak, PKK’yı Ergenekon’un uzantısı olmakla açıklamak bu ülkede rastlanabilecek en büyük saçmalıklardan biridir. Tabii, bu, PKK’nın ‘taşeron örgüt’ olduğu iddiası ve algısıyla örtüşüyor. Şayet, PKK’ya ‘taşeronluk’dan başka bir anlam ve rol biçmezseniz, o zaman basit bir mantık yürütmesi ile, Ergenekon ile PKK arasında da bağ kurabilirsiniz.
Bu akıl yürütme ve ‘etiketleme’nin Türkiye gerçekleriyle ilgisi yok. Olsaydı, Kürt sorununun PKK ile ilgili bölümü 25 yıl içinde 25 kez biterdi.
PKK’nın ‘sosyolojik boyutu’nu ihmal ederseniz, PKK’nın Türkiye’deki ‘Kürt sorunu’nu oluşturan Kürt nüfusu ile doğrudan ve ‘organik’ bağını görmezseniz, PKK’nın ‘Türkiye
Kürt sosyolojisi’ içindeki varlığını anlamazsanız, hiçbir şeyi fark etmemiş, anlamamış demeksiniz ve dolayısıyla Kürt sorununun çözümünde pek fazla da yol alamazsınız.
***
Hükümetin ilerlemeye başladığı güzergâh ve tutturduğu rota bakımından, ‘çıkmaz sokak’ta ‘uygun adım ilerleme’ eğiliminde olmasından kaygı duyuyorum. ‘Karga kılavuzlar’ önde, hükümet arkada 25 yıllık performansın 2010’daki yeniden gösterime sokulmasını andıran bir haldeler.
Hani klasik tiyatro eserleri vardır ya, uzun yıllar sahnelendikten sonra, bir ara verilmesinin ardından aynı tiyatroda yeni kuşak tiyatrocular tarafından bir kez daha sahnelenirler; biraz o hesap.
Bu konuları kendi doğrudan tecrübesi aracılığıyla Türkiye’de en doğru biçimde kavrayanlardan biri olan Kurtuluş Tayiz, dün Taraf’taki yazısında “Yeni sözler, geçmişten farklı yaklaşımlar görünse de ne devlet değişmişti ne de PKK... Değişmiş gibi yaptılar ama hayat
bu sahteliği kabul etmedi. İşler yürümeyince arkalarında gizlediği baltaları çıkarıp yeniden savaşa tutuştular. Şimdi tek istedikleri, toplumun geri kalanının da bu kirli savaşta destekçileri olmaları.
Ama bu olmayacak gibi görünüyor” değerlendirmesini dile getirdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘Açılım’ kavramından vazgeçmediği, MHP’nin OHAL, idam gibi konularda kurduğu kapanın içine girmediği anlamda belki hâlâ umut verir gibi gözüküyor ama Kürt sorununa ilişkin, konuyu esas olarak bir ‘güvenlik sorunu’, bir ‘terör sorunu’ gibi ele alan bakış açısına ve bunun diline geri dönüldüğü izlenimini dev veriyor.
Obama ile görüşüp, PKK’ya karşı NATO’nun isminden söz etmek, bir Türkiye’yi çok küçültücü, iki PKK’yı çok büyültücü, üçüncüsü durumun gerçeğiyle örtüşmeyen bir yaklaşımı yansıtıyor. Nitekim,
döndük geldik ‘sınır ötesi’ne. Sanki gidip Kandil dağını zaptetmek diye bir şey olabilirmiş, sanki Irak Kürdistanı’na girip ‘tampon bölge’ oluşturmak mümkün ve geçerliymiş, sanki Mesut Barzani ile kavga edersek konuyu çözebilecekmişiz, sanki Heron’lar ve F-16’lar ile PKK sona erdirilebilirmiş gibi bir dilin geri dönüşüne tanık oluyoruz.
25 yıllık aynı ‘dil’, sanki bir ‘yeni lehçe’ ile konuşuluyor gibi.
Bu söylemin sonu, askerin kucağına oturmaya varır ki, ortada bir süre sonra ne Ergenekon davası, ne Ak Parti hükümeti, ne bir şey kalır.
Hem PKK’nın bunu istemediğinden emin misiniz?
***
Türkiye’de terör tırmanışı ve ülkenin bölünmesi korkusunu duyanların öncelikle Türkiye’nin
Kürt halkının ‘birleştirilmesi’ ve özgürleşmesini savunması lazım.
Türkiye Kürtleri ‘paramparça’ halde ve ‘şiddete tutsak’ yaşadıkları sürece, sorun çözülmez, sorunun ‘güvenlik boyutu’ndan çıkılmaz ve bu sorun, Türkiye’de çok iktidar eskitir.
Türkiye Kürtlerinin, 30 binden fazlası bu sorun nedeniyle toprağın altında. Bir kaç bini dağlarda.
Birkaç bini KCK tutuklaması, taş atan çocuklar vs. gerekçesiyle içeride. Binlercesi kaçak, aranır ve ülkeyi yaşanmaz bularak dışarıda, çoğunlukla Avrupa’da ve yeni yetişen kuşakların onbinlercesi yarın-öbürgün dağa çıkma potansiyeli taşıyarak yetişme dönemindeler.
Bu insanların herbirinin yakınları, akrabaları, dostları var. Bütün bunun nasıl bir ‘Kürt ruhi iklimi’ oluşturacağını, oluşturduğunu düşünemiyor musunuz?
Sorunun çözümü, içeridekileri dışarı çıkartacak, dağdakileri indirecek, ovadakileri dağa çıkartmayacak, yurtdışındakileri geri döndürecek yani Kürt halkını birleştirecek, prangalarını kırmasını sağlayacak bir çözüm olmak zorunda. Herhangi bir ‘Açılım’ bu rotaya girmezse, 25 yıllık patinaja geri döneriz. Şimdiki manzara böyle.
Hükümet, geçen yıl bu zamanlarda açtığı yolda sebat etseydi, ‘Açılım’ın içine doldursaydı, başta TCK, ayrıca Terörle Mücadele Kanunu, bir sürü yasada düzenleme yapmaya, Anayasa’nın Kürtleri de içine sığdıracak biçimde değiştirilmesine yönelseydi,  siyasi açıdan da, ekonomik bakımdan da karlı olurdu. Silaha harcanan paralar ve sonu fos çıkacak ‘güvenlik öncelikli’ politikaya dönüşe harcanan enerjiyi başka yere, sonuç alacağı alanlara çevirmiş olurdu.
Bu arada PKK’nın ‘silahlı tırmanışı’nı da uzun süre ‘sürdürülebilir’ görmüyorum. Türk devleti ve TSK ile baş edemeyeceği için değil. Kürt halkının buna isteği ve desteği olmayacağı için.
Kürt halkının 1990’lara geri dönmeyi istemesi için hiçbir anlamlı neden yok. ‘Kitle zemini’ sağlam olmayan bir ‘silahlı mücadele’nin de ‘sürdürülebilir’ olması mümkün değil.Nitekim, hafta başında Diyarbakır’da 99 STK bildirisini açıklayan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, yaptıkları ‘silahlar karşılıklı olarak sussun’ çağrısından sonra bölgeden gelen tepkilere ilişkin şöyle diyor:
“Halkın yüzde 90’ından fazlası bizi destekliyor ve çatışmalara kesinlikle karşı. Halk bu savaştan bıktı ve illallah etti. Bölgedeki gerçek duygu, bu çatışmaların bir an önce durması.”
Evet. Bu kez, ne ‘devlet’ ve ne de ‘örgüt’ toplumun geri kalan kısmını bu ‘kirli savaş’ta arkalarında bulamayacak.
Bu’kirli savaş’ın bir an önce durması için de, bulamamaları gerekiyor...

Hiç yorum yok: