31 Temmuz 2010 Cumartesi

Bugünkü islamcılık generallerin eseridir

Yeni_Özgür_PolitikaTürkiye’de generaller tarafından yapılan 3 askeri darbe özgürlükten, demokrasiden, insan haklarından yana olan herkesi hedeflerken, İslamcı hareketin gelişmesine temel bir zemin oluşturdu. Darbeci generaller, hemen her fırsatta İslamcılara açık destek verdi. Aynı şekilde her üç darbe de, İslamcı cemaatler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak desteklendi.
12 Eylül 1980’de Amerika’nın çocukları tarafından yapılan darbeyle, Anadolu’da ve Mezopotamya’da karanlıklar dönemine girildi. İnsanlığa dair ne varsa yok edilmek istendi, toplumun bütün muhalif kesimlerine yönelik saldırılar en üst boyuta çıkartıldı. Resmi rakamlara göre 3 milyon insan hakkında soruşturma açıldı, 750 bin insan işkencelerden geçirildi, yüzlerce insan işkenceli sorgulardan katledildi, yüz binlerce insan tutuklandı, cezaevleri jenosit kamplarına dönüştürüldü, 52 insan idam edildi. Çocuk yaşta tutuklanmalar bu dönemde başladı.

12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen darbe, bu topraklarda yaşayan devrimcileri, ilericileri, demokratları hedefliyordu, Kürtleri yok etmek için özel bir plan hazırlanmıştı, darbe öncesi Alevilere yönelik uygulanan saldırılar, askeri güçlerin denetiminde kesintisizce devam etti. Yani gerçek anlamda Türk egemen sınıfların rejimine karşı olanlar hedef tahtasına oturtulmuştu.

CIA tarafından çok önceden hazırlanan darbe planında, sol adına ne varsa yok edilmesi talimatı verildi. Tersine, İslamcılar da büyük bir müttefik olarak görüldü. Onların desteklenmesi için hazırlanan projeler çok kapsamlı olarak uygulanmaya konulmuştu. Darbe lideri Kenan Evren, Diyanet Başkanı gibi vaazlar vermeye başlamıştı. İslam onlar için bir kurtuluştu. Devrimci güçlerin etkisini silmek için toplumsal yaşam İslam’a göre düzenlenecekti. Böylece Türkiye’nin politik İslamcı güçleriyle 12 Eylül darbecileri arasında tam bir ittifak oluşturuldu.

12 Eylül 1980 askeri darbecileri iktidarlarını süreklileştirmek için çok kapsamlı yasal değişiklikler yaptılar. Sistemi 100 yıl yönetecek bir anayasa çıkarmaya karar vermişlerdi. İki kesimin gündeminde demokrasi, insan hakları, özgürlükler kesinlikle yoktu. Bunların düşünülmesi dahi yasaklanmıştı. Ama tersten anayasanın ruhunu oluşturan Türk-İslam Sentezi üzerinde tam bir düşünce birliği oluşturulmuştu. Böylece darbeci generallerle İslamcı cemaatler arasındaki ittifak, aynı zamanda 12 Eylül Faşist Anayasanın ruhunu oluşturdu.

Evren, ‘evet’ için cemaatlerle pazarlık yaptı
Cemaat lideri gibi davranan ve darbeciler adına ‘dini tebliğ’iler sunan Kenan Evren 12 Eylül anayasasına ‘evet’ oyu almak için cemaatlerle pazarlık yaptı ve şu teminatı verdi: “Siz bizim aleyhimize çalışmaz ve yardımcı olursanız, bizde size zorluk çıkarmayız, hatta işinizi kolaylaştırırız...” Bu ittifakta iki kesim arasında stratejik ilişkilerin ana temasını oluşturdu. Cemaatler, faşist darbeci anayasaya ‘evet’ demek için çalıştılar. Darbeciler de vermiş oldukları sözü tutarak, sitemi bütünlüklü olarak İslamcı cemaatlere teslim etmeye başladılar. İslamcılığın bugünkü politik gücü, generallerin eseridir.

Atatürkçülüğü ve laikliği elden bırakmayan 12 Eylül 1980 Askeri darbe lideri Kenan Evren ve 4’lü generaller, Aydınlar Ocağı tarafından geliştirilen ‘dinci olmayan dindar devlet’ anlayışını devlet politikası haline getirerek sistemin bütün alanlarında uyguladılar. Bu politika ekseninde devletin bütün stratejik kurumlarına ‘Türk-İslam Sentezcileri’ atandı.

Dönemin Diyanet İşler Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanlığına atanan emekli bir general olan Mehmet Özgüneş 1982’de, devlet dairesindeki memurlar için yaptığı açıklamada; “dini eğitim gören erkeklerin sakal bırakabileceklerini, kadınların görev yerlerinde başlarını bağlayabileceklerini” belirtiyordu. Bugün İslamcıların en çok verdikleri mücadeleden biri de bu karardır.

12 Eylül 1980 Askeri darbe döneminde ‘Aydınlar Ocağı’ Yönetim Kurulu Üyesi ve Milli Güvenlik Konseyi’ sözcüsü Muharrem Ergin, şu cümlelerle dile getiriyor. „Hazırlayacağımız anayasa gelecek 100 yıla cevap verecektir. İçeriği bunun için önemlidir. Bir huzur ve sükûn müessesesi olarak dinin cemiyet hayatındaki yeri büyüktür ve İslam, Türklüğü koruyan çok önemli bir manevi silahtır.“ 9-10 Mayıs 1981’de ‘Milli Eğitim ve Din Eğitimi’ adı altında yapılan seminerlerde, “devletin zorunlu din eğitimi vermesi ve laikliğin zorunluluğu din eğitimi ile çelişen yönünün bulunmadığı” savunulur. 1981 yılında, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Em. General Suat İlhan, devletin resmi görüşü haline getirtilen Türk-İslam sentezine ilişkin olarak şunları yazmaktadır: “Türk ve İslam medeniyetlerinin sentezini gerçekleştirmiş ve bu sentez medeniyete dayalı dünyanın en uzun ömürlü ve en büyük imparatorluklarından birisinin kurucusu olmuştur. Bu imparatorluğun devlet düzenini ve yapısının üstünlüğü, büyüklüğü her yeni incelemede biraz daha su yüzüne çıkmaktır. İstiklal Harbi, Türk-İslam sentez medeniyetinin yücelttiği Osmanlı İmparatorluğu’nda bu sentez, medeniyetin kendi kendisini yenileme gücünü yitirip yenik düştüğü noktadaki savaştır. İstiklal Harbi ve inkılaplar, Türk-İslam sentez medeniyetinin batı medeniyeti ile yeni bir senteze ulaşması amacına yöneliktir…”

Amaç, yeni bir islamcı kuşak yaratmaktı
Milli Güvenlik Konseyi, hazırlanan Tevhid-i Tedrisat Kanunu onaylayarak, Din ve Ahlak derslerinin ‘zorunlu’ hale getirilmesine karar verir: “Her şeyden önce dinin sadece bir vicdan meselesi olduğu ve vicdanlarda hapsedilerek ferdi davranışlarda ve toplum hayatın da hiçbir yankısının olmadığı fikri isabetli değildir... Bir takım dini emir ve kuralların canlı bir şekilde yaşanmakta olması, dinin toplumdan ayrı tutulamayacağını göstermektedir.”

Bütün bu verilerin ortaya koyduğu gerçek şu; toplumun İslamlaştırılması politikası ve faaliyeti, sadece İslamcı partilere ya da cemaatlere ait bir fikir değil, aynı zamanda laiklik adına darbeler yapan generallerin savunduğu ve uyguladıkları temel bir politika olmuştur.

İslamcı hareketin bugünkü toplumsal gücünün oluşması esasen generallerin izlemiş olduğu politikalarla doğrudan ilişkilidir. Onun alt yapısını bizzat generaller oluşturdu. Toplumun İslamlaştırılması politikası özellikle çocuklar ve gençler üzerinde uygulanmaya konuldu. Amaç, yeni bir İslamcı kuşak yaratmaktı. Generallerin hazırlamış olduğu anayasa ile Türkiye’de din eğitimi ilkokul-ortaokul ve liselerde zorunlu hale getirildi. Darbe lideri Kenan Evren, devlet denetimine alınan Kur-an Kurslarda çocukların dini eğitim alınması için çıkarttıkları yasaları savunurken şunları belirtiyor:

“Din eğitimi çocuklara aile tarafından verilmez. Aslında aile bu eğitimi vermeye çalışsa bile, yanlış, eksik veya kendi bakış açısından öğretebilir; dolayısıyla bu uygusuzdur… Size çocuklarınızı yasa dışı Kur-an kurslarına göndermemenizi daha önce de söylemiştim. Şimdi bunu anayasa hükmü haline getirdik. Artık din, devlet tarafından devlet okullarında öğretilecek. Şimdi biz laikliği çiğniyor muyuz, yoksa ona hizmet mi ediyoruz? Tabii ki hizmet ediyoruz. Laiklik Türk insanını dini eğitimden mahrum bırakıp, onu din istismarcılarının eline teslim etmek değildir…”

İslamcılar, generallerin bu politik yönelimini bildikleri halde çok bilinçli olarak gizlemeye çalışmaktadırlar. Generallerin ‘laik’ devleti, toplumun İslamcılaştırması için yürüttüğü dinsel faaliyeti, anayasal güvenceye alarak, tarikatlara veya cemaatlere önemli bir güvence vermiş oldu.

Hatta, generallerle İslamcı liderler arasındaki ittifak öyle bir boyutta gelmişti ki, okul kitaplarında çocuklara ‘Allah için cihat’ verilmesi anlatılıyordu.. Örneğin Lise 2.sınıf kitaplarında şunlar yazılıydı: “İnancımıza göre vatanımızda hür ve huzur içinde yaşamak için gerektiğinde savaşmak da Allah’ın emridir. Bunun dinimizdeki adı cihat”tır. Bu nedenle “...Allah yolunda ölmekle devlet yolunda ölmek bir tutulmuştur...” Bu konuşmadan hemen sonra “din yolunda cihat etmeyen vatanını sevmez” olarak ifade edilen düşüncelerle öğrencilerin İslam’a yönelmesi sağlanıyordu. İslam’ın İdeolojik-politik temellerini oluşturan bu görüşler devletin stratejik eğitim kurumlarında ders olarak verilmesi, 12 Eylül darbeci generallerinin almış olduğu bir karardı.

Bir başka önemli bir nokta, ordu karargahlarında da şeriat propagandası kesintisizce devam etmiştir. Ankara Mamak Tümen Camisi İmamı’nın verdiği vaazda şunları söylüyor; “Bir müminin birinci vazifesi, şeriat-ı garrayı Muhammediyeyi ihya etmek, diriltmektir. Eğer o şeriat yürürlülükte kaldırılmışsa, onu yürürlüğe koymak için cihat etmektir. Kur-an nizamını tekrar yürürlüğe koymak için fiilen mücadele etmek zorundayız. Bunu hapis ya da idam korkusuyla yapmaktan kaçınanlar, Allah katında büyük cezaya çarptırılacaklardır.” İslamcılara devletin ve hattan ordu karargahlarının bütün kapıları sonuna kadar açılmıştı. Askeri kışlalar cemaatlerin önemli bir örgütlenme alanı olmuştu. İslamcılarla generaller arasındaki ittifak, hemen her alanda uygulanmaya konulmuştu. Özellikle sisteme muhalif olanların yok edilmesinde tam bir irade birliği oluşmuştu.

İslamcı cemaatler 3 darbeyi de destekledi
Bu bakımdan Türkiye’de generaller tarafından yapılan 3 askeri darbe özgürlükten, demokrasiden, insan haklarından yana olan herkesi hedeflerken, İslamcı hareketin gelişmesine temel bir zemin oluşturdu. Darbeci generaller, hemen her fırsatta İslamcılara açık destek verdi. Aynı şekilde her üç darbe de, İslamcı cemaatler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak desteklendi.

1960’da gerçekleştirilen Askeri darbeden sonra oluşturulan Milli Birlik Komitesi Başkanı ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan Genelkurmay Başkanı Cemal Gürsel; “İslam, çalışmamızı ve mükemmele ulaşmamızı emreder” cümlesini kullanır. Erzurum’da ise; „Geriliğimizden dini sorumlu tutanlar yanılıyorlar. Hayır, geriliğimizin nedeni dinimiz değil, dinimizi bize yanlış tanıtanlardır. İslam dünyadaki en kutsal, en yapıcı, en dinamik ve en güçlü dindir...”

1966-1973 yılları arasında dönemin Genelkurmay Başkanlığı ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay: “…milliyetçi-mukaddesatçı, Türkçü-İslamcı örgütlenmelere bağlı, şiddet eylemcilerine karışmayan İmam -Hatip okullarının yaygınlaştırılmasına destek” vermek gerektiğini belirtir. Bir başka konuşmasında ise “bugünkü (1968-1969) —laik- okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu —laik- okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbaşına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz? Hem biz laik okullara karşı İmam-Hatip Okullarını bir alternatif olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu-İmam Hatip- okullarda yetiştireceğiz.” Kürt Coğrafyasında Özel Kontra savaşını örgütleyen Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, “ 1.Din Şurası’nı toplama başarısını gösteren Diyanet İşleri Başkanlığına” gönderdiği kutlama mesajında: “Bizden laik olmamızı isteyen Batılılar önce kendileri laik olsunlar” diyor.

Peki, Erdoğan, bu gerçekleri bilmiyor mu? Yapılan üç askeri darbenin de İslamcı cemaatlerin ihtiyacına yanıt verdiğini, onlarla ittifak içinde hareket ettiğini gayet iyi biliyor. Kendisinin bizzat bağlı olduğu İskender Paşa Dergah’ının, darbeci generallerinin hazırlamış olduğu Anayasayı desteklediğini işine gelmediği için açıklamıyor.

Bugün mazlum rolüne bürünen AKP liderlerinin bildiği ama sürekli gizlemeye çalıştıkları gerçek budur: İslamcı cemaatler, sadece 12 Eylül 1980 askeri darbesini değil, ordu tarafından gerçekleştirilen bütün askeri darbeleri desteklediler. Birkaç örnekle bunu somutlaştıralım. Örneğin Said Nursi’nin avukatlarından ve cemaat içindeki etkinliği ile tanınan Bekir Bek’in, Yeni Asya Gazetesi’nin 10 Şubat 1971 tarihli sayısında, ordunun verdiği muhtıra üzerine yaptığı değerlendirmede şunları belirtir: “Bu ses tarihimizin sesidir. Bu ses sanki Mohaç’tan gelen sestir. Bu ses Malazgirt’ten yükselen bir sestir. Bu ses hürriyet ve istiklalimizin, bu ses din ve imanımızın, şerefimizin ve hasiyetimizin bekçileri şerefli paşalarımızın, erlerimizin tek kelimeyle Mehmetçiğimizin sesidir... Bu ses, sağa da sola da gelişi güzel yumruk sallayanların değil, tehlikenin nereden geldiğini bilen, gören ve onun üstüne yürüyen ve onlara son defa ‘Hizaya gel’ komutunu verenlerin sesidir...” 12 Mart 1971 askeri darbesini, bu kadar içten ve coşkulu karşılayan, destekleyen başka bir siyasal çevre bulmak her halde zordur.

Gülen ve 12 Eylül darbesi
12 Eylül 1980 Askeri darbesini destekleyen Gülen, şöyle diyor: “Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçilmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam...” Camide vermiş olduğu bir vaaz da ise “Kenan Evren’e laf söyleyenin dişlerini kırarım” diye insanları tehdit ediyordu.

Ayın şekilde 12 Eylül darbecilerinin Kürt bölgelerinde yaptığı bütün saldırıları ve katliamları desteklerken de şu cümleleri kullanıyor: “Devlet kesinlikle orada hakim olmalı. Dişlerini kırmalı” diyor. Gülen’in her söylediğini doğru gören ve her sözünü kabul ettiğini söyleyen Bülent Arınç’ın yanıt vermesi gereken bir soru var. Gülen, hem askeri darbeyi destekledi, hem de faşist anayasaya ‘evet’ için kampanya yürüttü. Peki, her şeyine doğru yaptı, bir bildiği vardır dediği Gülen için ne diyecek? Aslında Arınç birazcık dürüst davransa; 12 Eylül 1982 Anayasasına, kendisinin de ‘Evet’ oyu verdiğini söyler.

Kadirilik Cemaati’nin lideri Haydar Baş, “...1982 Anayasasını savunuyoruz. Devleti savunuyoruz…’soğuk savaş’ dönemlerinde kalma bir antikomünist çizgiyi savunuyoruz... Demokratik mücadele, demokrasinin kural ve kurumlarını çiğneyerek yapılamazdı. Oysa daha ilk günden izinsiz yürünmüştü ve demokrasinin temel kurumlarına baş kaldırılmıştı.”

Bir kez daha AKP’ye hatırlatmaktan yarara var. Erdoğan’ın ve AKP’li kadroların çok önemli bir kesimimin bağımlı olduğu Zahit Kotku’nun yönettiği İskender Paşa Dergahı ve Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Görüş geleneği ile askeri darbeciler arasında her zaman bir işbirliği olmuştur. Her iki gelenekte darbecilerle sürekli kalıcı ilişkiler içinde oldular. Örneğin, 1971’lerin darbeci generallerinde Muhsir Batur ve Özel Harp Dairesi Başkanı General Turgut Sunalp, kapatılan MNP Genel Başkanı Erbakan’ın tekrar İslami bir parti kurması için İsviçre’de özel olarak ziyaret edip ikna ettiler. Erbakan geldi ve MSP’yi kurdu. Erdoğan ve Arınç da, darbecilerin istemiyle kurulan MSP’de yıllarca çalıştılar, yöneticilik yaptılar. Erdoğan hiç merak edip de, İsviçre’de kendisini ziyaret eden generallerle neler konuşulduğunu, doğal lideri Erbakan’a sordu mu? Nasıl gizli bir işbirliği içinde olduklarını öğrenmeyi denemiş midir? Denemediği kesindir. Çünkü kendisini de, 27 Nisan Muhtırasını veren eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ünlü Dolmabahçe’de ‘yaptığı gizli pazarlık görüşmesini’ halen kamuoyuna açıklamadı. Generallerle gizil ilişkiler içinde olmak, İslamcı politikacıların ve cemaatlerin önemli özelliklerinden birisidir.

Bir başka örnek, İskender Paşa Dergahı’nın lideri Zahit Kotku. Hem 12 Eylül 1980 askeri darbecilerini çok açık olarak destekledi ve Anayasaya ‘evet’ oyu vermesi için vaazlar verdi. Özal, Kotku’dan feyz ve talimat alan biridir. Askeri cunta, Özal’a Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığını önerdiğin de, Özal iki kişinin fikirlerine başvurdu. Birincisi Kotku, diğeri ise Demirel oldu. İkisi de onay verdi ve “şimdiye kadar herkes İslam’ı, toplumda yaygınlaştırmak istiyordu. Oysa asıl sorun, devleti İslamlaştırmaktır...” diyen Özal’a ekonomimin bütünü teslim edildi. Sadece Özal değil, Eyüp Aşık, Ekrem Pakdemirli gibi cemaatlerle ilişkisi olan yüzlerce bürokrat devletin üst kurumlarında görevlendirildiler. Bir başka tipik ama önemli bir örnek vermek istiyorum. Darbeci generaller, demokrasi ve özgürlük adına ne varsa yok ederlerken, binlerce kitap yakarlarken, filmleri imha ederlerken, 1402 sayılı darbeci yasa ile ilerici-demokrat binlerce öğretim üyesinin görevine son verilirken, Erdoğan’ın da kişisel olarak çok iyi tanıdığı ve yakınlığı olduğu, İskender Paşa Dergahı’nın ölmeden önce lideri olduğu ve aynı zamanda Kotku’nun damadı olan Esat Coşan, 12 Eylül generalleri tarafından Ankara üniversitesinde görevlendirildi. Bunları çoğaltmak mümkün.

Özellikle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerine bakıldığında askerlerin devlet stratejik kurumlarında görevlendirdikleri bürokratların çok önemli bir kısmı İslamcı kadrolardır. Darbeci generallerin hazırladıkları yasalar ve anayasalar, Türkiye’nin İslamcılaştırılmasına esasta bir zemin oluşturdu. Aynı şekilde, hemen

her zaman generallere bağlılıklarını göstermiş olan politikacılar, başbakanlar, cumhurbaşkanları da, toplumun İslamcılaştırılması gerektiğini belirtilmişlerdir. Bunların hiç birinin, demokrasiyle, insan haklarıyla, laiklikle, özgürlüklerle, milletin egemenliğiyle ilişkisi olmamıştır. Tersine, çok açık olarak ifade ettikleri gibi, demokrasiyi istememişlerdir, özgürlüklere karşı çıkmışlardır. Halkın iradesine hiç güvenmemişlerdir. Bütün değişiklikleri kendi politik çıkarları için yapışlardır.

YARIN: AKP Anayasa değişikliği yapmıyor; iktidarını güçlendiriyor

Dr. MUSTAFA PEKÖZ
gokyuzu9@aol.com

Hiç yorum yok: