11 Temmuz 2010 Pazar

Akıl tutulması ve korkaklar


Cevdet Bağca, geçen yıl Siirt'de verdiği konserde, kalabalığa dönerek: 'Kazım Koyuncu'yu, Ahmet Kaya'yı, Dalilla'yı, Ozan Serhat'ı hiçbir zaman unutmayın' demişti. Ne güzel şey, bir müzisyenin Anadolu coğrafyasına değer katan sanatçıları unutmayın demesi. Oysa, bunu bırakın güzel bulmayı, suç sayan savcılara sahip bir ülkede yaşıyoruz. Yazları Türkbükü'nde, kışları Etiler'de ikamet eden ve bir klan gibi yaşayan, melodiden yoksun tıkırtılar eşliğinde, pespaye sözlerden oluşan şarkılar söyleyen isimleri unutmayın deseydi Bağca, ne olurdu? Bir kere Bağca, halkına ve sınıfına ihanet etmiş olurdu. Ama öte yandan işinden olmazdı. Hiçbir savcı vatan bölünüyor diye ayağa kalkmazdı. Demek ki, bu toprakların yetiştirdiği değerlere saygısızlık, mahkemeler tarafından da yapılıyor. Bir yanda Laz Kazım Koyuncu, öbür yanda Kürt Ahmet Kaya. İkisinin aynı karede yer alması, halkların kardeş olduğunun vurgulanması, ülkenin her katmanında cinnet hali yaratıyor.

Bu irrasyonelizm hali, haberin medyada yer bulmasında da kendini gösteriyor. Kazım Koyuncu'nun bölücülerle (Siz bunu 'Kürtlerle' diye doğru okuyorsunuz zaten) bir araya gelemeyeceği yazılıp çizildi. Bu ülkede egemenlerin rüyalarını kaçırtan, dudaklarını uçuklatan şey: Kültürleri, dilleri yok sayılmış bu coğrafyada yaşayan halkların, Kürtleri örnek almasıdır. Kazım Koyuncu ve birlikte müzik yapmak için yola koyulduğu arkadaşlarının izlekselliğine bakarsak, bu etkileşimi çok net olarak görürüz. Kürtlere yaklaşana bedel ödettirme geleneğini Pınar Selek örneğinde görmüştük. Şimdi de Koyuncu'nun ölümü üzerinden bedel ödettirmeye çalışıyorlar. Kazım yaşamadığı için cevap hakkını kullanamıyor diye rahat olabilirler. Fakat Kazım Koyuncu'nun kısacık ömründe, yaşadığı pratikte bu ahlaksızlığa tokat gibi cevapları var. Gelin birlikte Koyuncu'nun duruşuna bir bakalım.

DENİZ ÇOCUKLARINDAN DAĞLARIN ÇOCUKLARINA MERHABA

Türkiye devrimci mücadelesinde, Karadeniz'den her zaman yiğit gençler çıktı. Fatsalı Fikri Sönmez, Ordulu Haki Karer, Ardeşenli Cihan Alptekin, Samsunlu Mahir Çayan, Nihat Yılmaz ve daha birçok erdemli insan. Birçoğunun öldürüldüğü Kızıldere katliamı zamanı, gözlerini açtı hayata Kazım Koyuncu. Mehmedali Barış Beşli ile beraber kurdukları Zuğaşi Berepe (Lazca: Denizin Çocukları) ile ilk kez duydum adını, küçük bir sahil kasabasında günlerce bu kaseti dinlediğimi hatırlıyorum. Asimile edilmeye çalışılan bir halkın, Lazların dilini müzikte yaşatma kaygısı ile yola çıkmışlardı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden siyasal nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kaldı. Unutturulan bir halkın çocuğu olan Koyuncu'nun, yine unutturulmaya çalışan bir halkın mücadelesini anlatan afişleri dağıttığı için gözaltına alındığını, işkence gördüğünü pek kimse bilmez. Bilmeyenlerin suçu değil. Bir devrimcinin bunu yapmasını, tarihsel bir sorumluluk gereği olduğuna inandığından, hiç dillendirmedi. Acılarını, umutlarını, geçmişin mirasını, barışı kendi dilinde söylediği şarkılarında söylemeye çalıştı kısacık ömründe. Denizin çocukları Lazlardan, güneşin çocukları Kürtlere hep selam söyledi. Popüler kültüre hiç taviz vermedi, bir söyleşisinde Lazlara seslenerek: 'Bunca yıldır müzik yapıyorum, bir türlü sevdiremedim kendimi size, bir TV dizisi müziği yüzünden beni benimsediniz' sözleri, karşı duruşunun en güzel örneği.

Çernobil'den kaptığı radyasyon, onu en verimli zamanında yatağa düşürdü. 2004 sonlarında akciğer kanserine yakalandı. Bu hastalığa yakalanmadan önce de, Karadeniz'de kanserden artan ölümlere dikkat çekti, sorumluların hesap vermesini istedi, geniş çaplı ve sadece bu hastalık üzerine hizmet verecek bir hastanenin kurulması için çabaladı. Bunlarla da yetinmedi, çevre yolu projesine karşı çıktı, tarihi mirasın yok olacağını söyledi. Ne yazık ki 25 Haziran 2005'te, 34 yaşında, gerçekleştirmek istediği birçok şeyi bitiremeden aramızdan ayrıldı.

ŞAİR CEKETLİ ÇOCUK

Bir söyleşide, kendine şair ceketli çocuk diyordu, son sözleri tam da şair ceketli bir çocuğun sözleri: 'Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto 'CHE' Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.' Teşekkürler Kazım Koyuncu. Bıraktığın miras ve verdiğin dersler için.

Doğan DURGUN
dogandurgun68@gmail.com

Hiç yorum yok: