28 Haziran 2010 Pazartesi

Şeyh Said İsyanı ve Yeni Resimler

Suleyman Akkoyun’un “Şêx Saîd İsyani’nda Resmi Ideoloji ve Türk Solunun Iflasi” baslikli yazisini okuyunca daha once yazdigim fakat bazi sebeplerden dolayi nokta koyamadigim Seyh Said Isyani ile ilgili yazimi hatirlayip cikardim. Suleyman Akkoyun’un detayli ve doyurucu yazisindan sonra boyle bir yazinin geregi yok diye dusundum, fakat farkli bir pencereden olaya bakmak icin yaziya bazi eklemeler yaparak okuyucularin bilgisine sunuyorum. Akkoyun’un yazisindan bir alinti yaparak baslamak istiyorum. Ikinci paragraf su cumleyle basliyor:

Mustafa Kemal hem İngilizlerin hem de Osmanlı hükümetinin temsilcisi olarak Kürdistan’a atanmıştı. Görev kağıdında, ‘Bazı komutanlar silahlarını teslim etmiyorlar ve halkı silahlandırıyorlar, bunu önle.! Halk komiteleri kuruluyor, bunu dağıt.!’ emri yazılıydı.

Buradaki tesbit cok dogrudur. Dogrulugunu asagida verecegim tarihi bilgilerle gosterecegim. Ittihat ve Terakki’cilerin cahilane savas taktikleri sonucu maglup olan Osmanli’nin payitahti Ingilizler tarafindan isgal edilince Padisah Vahdettin bir taraftan somurgecileri oyalamaya calisirken diger taraftan da el altindan yetismis olan askerleri Anadolu’ya sevketmek icin ugrasiyordu. Siz bakmayin militarist Kemalist’lerin Vahdettin’e “vatan haini” demesine.

Kimin vatan haini oldugunu cok iyi biliyorum ama su kahrolasi koruma kanunlari (2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu, 4077 sayili tuketiciyi koruma kanunu, 1567 sayili Turk parasi kiymetini koruma kanunu, 1117 sayili kucukleri muzir nesriyattan koruma kanunu, 5199 sayili hayvanlari koruma kanunu... ve 25 Temmuz 1951’de Demokrat Parti tarafindan cikartilan 5816 sayili Ataturk’u koruma kanunu) kalemimi ve klavyemi bagliyor.

Padisah Vahdettin’in Anadolu’ya mucadele baslatmak icin gondermek icin ugrastigi askerlerden biri de Mustafa Kemal’di. Murat Bardakci’nin “Şahbaba” adli kitabinda geciyor, Padisah Vahdettin’in yegegini Bekir Sami''nin ifadesine gore Mustafa Kemal Istanbul''da kalip Harbiye Naziri olmak istiyormus. Padisah zor bere Mustafa Kemal’i ikna edip, cebine yuklu bir miktarda da altin koyup zorla Anadolu''ya gonderir. Anadolu’ya gittigi zaman bircok askeri ve sivil eshasin ona saygi gostermesi Padisah’in yaveri unvaniyla gitmesindendi.

Baligin ciktigi kavaktan bahseden resmi tarihte ise yikik dokuk bir gemi ile gizlice Samsun’a gitti oradan Anadolu’ya gectigi safsatasi anlatilir. Damat Ferit Pasa’nin su ifadelerine de bakmak lazim (saniyorum Suleyman Akkoyun yukaridaki ifadesinden bunu kasdediyor): "Mustafa Kemal Paşa''yı da müfettişliğe tâyin edişimiz İngilizler''in tavsiyesi üzerine oldu.”

Lord Kinross’un, Necdet Sander tarafindan Turkce’ye cevrilen “Ataturk: Bir Milletin Yeniden Dogusu” adli kitabin “Imparatorlugun paylasimi” baslikli bolumunde Mustafa Kemal’in Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price''i araci yaparak Ingilizler’den valilik koparmaya calistigini yazar: “Mustafa Kemal, İngilizlerin ağzını dolaylı yoldan aratmaya karar verdi ve aracılığa, tanınmış bir gazeteci olan Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price''ı seçti. Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi kahve içmeye çağırdı. Ward Price de Genelkurmayın istihbarat servisindeki albaya danıştıktan sonra çağrıyı kabul etti.

Mustafa Kemal onu üniformasıyla değil de, sırtında jaketatay ve başında fesle karşıladı. Ward Price, Mustafa Kemal''i yakışıklı ve erkek tipli (C.Akbay’in notu: elin gavuru bile M. Kemal’in “erkek tipli” oldugunu hemen anliyor, hmm) buldu. Elini kolunu oynatmadan, sakin ve ölçülü bir sesle konuşuyordu. Yanında arkadaşı Refet Bey vardı. Mustafa Kemal, gazeteciye, ülkesinin savaşa yanlış safta katılmış olduğunu itiraf etti. Türklerin İngilizlerle hiç çatışmamaları gerekirdi. Bunu sırf Enver''in baskısıyla yapmışlardı. Savaşı kaybetmişlerdi. Şimdi bunu çok pahalı ödeyeceklerdi. Anadolu bölünecekti.

 
Mustafa Kemal, Fransızların ülke içine sokulmalarına karşıydı. Halk, belki bir İngiliz yönetimini daha az güçlükle hazmedebilirdi. ''Eğer İngilizler Anadolu''da sorumluluğu üzerlerine almak niyetindeyseler tecrübeli valilere ihtiyaçları olacaktır,'' dedi. ''Bu sıfatla yardımı arzedebileceğim bir makamla temasa geçmek isterdim.'' Ward Price, gizli servisteki albaya bu konuşmayı anlattı. Albay bunun üzerinde durmayarak, ''Yakında iş isteyen daha bir sürü Türk generali çıkacak,'' dedi.”


Bu bilgi Turkiye’deki koy kutuphanelerinde bile bir nushasi mutlaka bulunan Lord Kinross’un meshur kitabinda geciyor. Bu kitabin hepsini internette okumak da mumkundur: http://www.1001kitap.com/Tarih/Kinross/ataturk/index.html. Bu kitabi herkesin mutlaka okumasi gerektigine inaniyorum. Tabi satiraralarini okumasini bilenlerin ogrenecegi cok sifreler vardir bu kitapta.

Demek neymis efendim… Mustafa Kemal ‘namussuz Fransizlar ulkemizi isgal edeceklerine Ingilizler Anadolu’yu somurgelestirsin, ben de tecrubeli bir insan olarak sizin gonullu valiliginizi kabul ederim’ diye isgalci Ingilizler’den valilik talebinde bulunmus! Ve demek neymis efendim… Ingiliz isgal guclerinden bir albay da ‘yakinda is isteyen daha bir suru Turk generali cikacak’ diyerek halaskarimiz M. Kemal’in teklifini reddetmis. Ingilizler bu teklifi kabul etselermis Anadolu da tipki diger somurgeler gibi Ingiliz somurgesi olurdu. Millet de en azindan Ingilizce ogrenirdi. Netice itibariyle gene Ingiliz somurgesi olduk (Lozan’i dusunelim). Padisah Vahdettin’in zorlamasiyla kirik dokuk olmayan Bandirma Vapuru’yla Samsun’a (19 Mayis 1919) geldikten sonra 21 Mayis 1919’da Erzurum’da 15. Kolordu komutanlığıni yapan Kazim Karabekir’le padisahin yaveri unvaniyla temasa gecer. 23 Temmuz 1919’da gerceklesen Erzurum Kongresi ve 4 Eylul 1919’da baslayan Sivas Kongresi Kazim Karabekir’in onayak olmasiyla toplanir. Karabekir Pasa, Mondros Mutarekesi geregi askerini terhis etmeyen ve cephaneligin anahtarlarini teslim etmeyen tek ordu komutaniydi.

 
Kazim Karabekir ve Padisah Vahdettin’in destegi olmasaydi Mustafa Kemal’in Anadolu’da hicbir onemi yoktu. Karabekir Pasa, Kurtuluş Savaşı''nda Edirne milletvekilliği ve Doğu cephesi komutanlığı yapti. Erzurum ve Sivas’taki kongrelerde Mustafa Kemal’e kafa tutan delegeleri “adamin liderlik ozelligi var, ona ihtiyacimiz var” diyerek o susturuyordu. “Adam ihtiras sahibi, simdinden bize emir vermeye kalkisiyor, yarin ipleri eline gecirirse ulkeyi ucuruma gotureceginden korkuyoruz” diyenlere “tereddute mahal yok, ipler bizim elimizde, gerekirse ipini ceker, uygun zemine kaydiririz” diyen de Karabekirdi. Sonrasini malum… Karabekir Pasa, Kurtuluş Savaşı''nın bitiminden sonra I. Ordu müfettişliğine atandı, 29 Haziran 1923''te İstanbul milletvekili olarak Ikinci Meclis’e girdi. Hem asker hem de Milletvekili’ydi.

Mustafa Kemal, bir taktik geregi ‘ya asker ya da milletvekilligi’ sartini kosarak bircok insanin ikisinden birini secmeye zorladi. Kazim Karabekir gibi asker ustunde tesiri buyuk olan muhaliflerini zayiflatmak amacindaydi. Karabekir Pasa da Mustafa Kemal’in buyuk bir nufuz kazandigini farketmis ve askeri alanda onunla mucadele etmenin gereksiz oldugunu, bunun yerine siyasi arenada mucadele etmeyi secti. Hem askerlik vazifesinden hem de Halk Parisi’nden istifa etti.

 
Kazim Karabekir, Mustafa Kemal’in entrika ve ayak oyunlarindan rahatsiz olan Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Rüşdü Paşa, ismail Canbolat, Sabit Sağıroğlu, Ahmet Şükrü, Ahmet Muhtar Çilli, Halis Turgut, Necati Kurtuluş, Faik Günday gibi diger insanlarla birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi (TCF)’ni kurdu (17 Kasim 1924). Karabekir baskan, Adivar ve Orbay baskan yardimcilari, Cebesoy da genel sekreterdi. 29 Ekim 1923’te bir hile ile hicbir muhalifin Meclis’te olmadigi bir zamanda, Meclis’te bulunan vekillerin bile yuzde altmisina yakini karsi olmasina ragmen Cumhuriyet ilan edilmis ve ipler tamamen Mustafa Kemal’in elien gecmisti. Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi, Halk Parisi’nden sonra Turkiye Cumhuriyeti’nin ikinci partisiydi.

 
Mustafa Kemal’in dumende bulundugu rejim yeni olmasina ragmen halk ona ve rejimine bir turlu isinamamisti. Cunku onun ihtiras ve ac gozlulugunu sevmiyordu. TCF bir anda halkin ilgisini cekti, halkin inanclarini inkar ve reddeden Halk Partisi’nin aksine, halkin inancina ve kulturune saygili davranacaklarina soz veriyorlardi. Halka tepeden bakan, onlari gudulmesi gereken koyun ve sagilmasi gereken inek surusu gibi goren Halk Partisi zihniyetini ve lider kadrosunun halkla kan uyusmazligi vardi. Halk onlari hic sevmedi hala da sevmiyor. Kurtulus Savasi’nda Mustafa Kemal’in kendileri icin savastigini sanan halk onu sevmisti. Gercek yuzunu yeni gordukleri Mustafa Kemal’i sevmiyorlardi.

Gorustugum bircok ihtiyar Kurd’e Mustafa Kemal’i sordugum zaman bana ‘Mustafa Kemal cok dindar bir insandi, sabah namazina beraber kalkardik, ama savastan sonra Ingilizler onu oldurup yerine ona benzeyen birisini yerlestirmisler!’ diyorlardi. Onlar bile aslinda o gostermelik, abdestsiz belki cunup namaz kilanin ayni Mustafa Kemal oldugunu bir turlu kabullenemiyorlardi. Tipki bir zamanlar ‘elinde Kur’an gogsunde iman, geliyor sultan Suleyman’ diye kursuye davet edilen Suleyman Demirel’in 28 Subat’ta gercek yuzunu gosterince hayal kirikligina ugrayan saf muslumanlar gibi. Oysa Mustafa Kemal icin tek bir gaye vardi, makam ve mevku, zevk ve sefa… Onun otesinde hicbir gayesi yoktu.

1996’da “Ataturk Ilke ve Inkilaplari alayhine internet araciligiyla propaganda yapmak”tan dolayi (baska gerekceler de vardi) magdur edilip Turkiye’ye donmeye zorlaninca “madem Ataturk yuzunden cagrildim, o halde bu adami, soyunu, sopunu, gelmisini, gecmisini, ilkelerini ogrenmem lazim” diyerek onlarca kitap okudum. Diger arastirma gorevlileri kutuphaneden kimya ile ilgili kitap alirken, ben Mustafa Kemal ile ilgili kitap alip okudum. Bu zatin hayatini, hayatinin satir aralarini, kalbindekini, amacini cok iyi biliyorum. Kitaplari defalarca okudum. Satir aralarina baktim. Vardigim sonuc yukarida ozetledigim seklindedir. O iyi bir askerdi, kurnazdi, zekiydi, ama yegane gayesi makam ver zevk-u sefaydi. Vatan kurtarma falan zevahiri kurtarmak icin, emeline ulasmak icin kullandigi bir aracti. Vatan icin yanip tutusan bir insan isgal guclerinden valilik talebinde bulunur muydu?

Kazim Karabekir’in partisi TCF, Mustafa Kemal ve dalkavuklarinin icraatleri yuzunden hayal kirikligina ugrayan halk icin Nuh’un gemisi, bir deniz feneri olmustu. Firtinali okyanusta bogulmak uzere olan insanlarin kurtarma botlarina akin etmesi gibi halk TCF’na akin ediyordu. Bu durum Cumhuriyet baronlarinin hosuna gitmemisti. Rejimden nemalanan kemalist kadro, Mustafa Kemal ve rejim dalkavuklari binbir entrika ve hile ile elde ettikleri nimetleri “cahil halka” verme niyetinde degillerdi.

Hem halk cahildi, neyin dogru neyin yanlis oldugunu bilmiyorlardi! Onlari egitmek lazimdi, onlari yola getirmeleri lazimdi. Onlari ancak Kemalist kadrolar egitebilirdi! Halk onlardan kactikca onlar hilelerini ve baskilarini artirdi. Kemalist kadro halktan kopuktu, sirtlari pek, karinlari toktu. Halk aclikla mucadele ederken Kemalist kadro sabahlara kadar kumar ve eglence partileri duzenliyorlardi. Hayatlari “vur patlasin, cal oynasin” ile ozetlenebilirdi. Halk ise perisanlik icinde cirpiniyordu. Karni aç olan halk “açım” diye ciglik atarken Kemalist kadro “gardrop devrim”i yaparak aç insanlara sapka alma mecburiyeti getiriyor, kadinlari aciyordu. Sapka Kanunu gibi maskaraliklarla ugrasiyorlardi.

 
Jakoben Kemalist kadroya gore halk gercekten cahildi, guzelim cicili bicili fotr sapka giyerek Batili olmak varken onlar kalkip carik takmaya devam ediyorlardi… Kendilerine sapka gibi bir nimet getiren, puro icip kokteyller duzenleyen Halk Partisi ileri gelenleri yerine agizlari corba kokan cahil halkla icli disli olan TCF mensuplarina gidiyorlardi. Kemalist kadro bu cahil halki terbiye etmenin baska yolu oldugunu cok iyi biliyordu. Ne de olsa bunlar entrikalarini Ittihat ve Terakki’den aliyorlardi.

Halki yola getirmenin en pratik yolu siddet ve entrikadir! Bu konuda ellerine su dokebilecek yoktu. Zaten Mustafa Kemal ileride “bu Cumhuriyet’i kan ve irfanla kurduk!” diyecekti. Cumhuriyet tarihinde, gunes dil teorisi ve Cankaya’da toplanan kemalist kadronun sabahlara kadarki raki icme merasimlerinde kimin Turk olup olmadigini tesbit etmek icin kafalarin cetvelle olculmek gibi bilimsel deneylerinden baska irfan(!) ile ilgili bir icraat goremiyorum. Ama oluk oluk kan akitildigina, butun Anadolu’yu bastan basa kanla islattiklarina, hatta yedi duvelin bile akitmayi basaramadigi kani onlarin akittigina butun dunya sahittir.

Halkin TCF’ye iltifati basta Mustafa Kemal olmak uzere kemalist kadroyu cilgina ceviriyordu. 21 Kasim 1924’te The Times muhabiri Maxwell Macartney ile yaptigi soyleside Mustafa Kemal TCF hakkinda: “Terakkiperverler, cumhuriyetçiliklerinde samimi değiller, programları bir sahtekarlık örneği, onlar düpedüz gerici" diyerek TCF mensuplarini bölücü, nankör, vatan haini olarak goruyordu. Isin aslina bakilirsa TCF ileri gelenleri ne seriatciydilar ne de hain, onlari tarif eden en iyi kelime “liberal”dir. Zaten bir muddet oncesine kadar Halk Partili’ydiler, Halk Partisi’nden istifa edip bu partiyi kurmuslardi. Liberaldiler ve halkin inanclarina saygiyi esas goruyorlardi. Parti programindaki 6. maddede “Fırka, efkar ve itikadatı diniyyeye hürmetkardır" yani “Parti, dini dusunce ve inanislara saygilidir” maddesi bile Halk Partisi ileri gelenlerini cildirtmaya yetiyordu.

Nasil olur da bir parti, halk denen cuhela takiminin fikirlerine saygi gosteriyor, gostermeye curret ediyordu?! Olacak sey degil. Halk dediginiz kim ki?! Ac kalsa bile lider kadronun raki parasini, eglence masraflarini karsilayacak vergisini tikir tikir vermek zorunda olan, ihtiyac duyuldugu zaman lider kadro samanlikta saklanirken kendisi dusmanla gorus goguse sehit olmak pahasina carpismak zorunda olan, meydanlarda Halk Partisi’ni ve liderlerini avuclarinin ici patlatircasina alkislayan amigo surusudur! Bunun disinda halkin Kemalist jakobenlerin yaninda zerre kadar degeri yoktu! Iste bu cahil halk kalkmis, Halk Partisi yerine TCF denen gerici partiye yonelm terbiyesizligi gosteriyordu! Olacak gibi degil...

Kizgin bogalar gibi burunlarindan soluyan, koltuklarini tehlikede goren kemalist kadro, halki “biz size gosteririz!” diye terbiye etmek ve TCF’yi kapatmak icin care ariyordu. Partilere karsi tarafsiz olmasi gereken bir Cumhurbaskani’nin (CHP’li Ahmet Necdet Sezer’in kulaklari cinlasin) kurulusunun uzerinden henuz 4 gün (yaziyla dört gün) gecen bir parti hakkinda boyle nefretle bahsetmesi, M. Kemal ve kemalist jakobenlerin TCF icin hic de iyi dusunmediklerini gosteriyordu.

Ulke genelinde Halk Partisi’ne olan kizginlik kemalist tabakayi epeyden beri rahatsiz ediyordu zaten. Mustafa Kemal ve köpeği Ismet Pasa (Grey Wolf’un yazari Ismet Inonu icin bu sifati uygun gormus) bir kanunla sadece TCF’yi degil butun halki kapatmak istiyorlardi. Ama vekillerin cogu Cankaya tarafindan atanmasina ragmen, Meclis bu basi makamla sarhos olan lider kadrosunun keyfine gore hareket etmiyordu. Nitekim TCF’nin kuruldugu gunlerde ulke capinda sikiyonetim ilan edilmesini isteyen Basbakan Ismet Pasa’nin istegi Meclis tarafindan reddedilmis ve o da basbakanliktan istifa etmis, onun yerine yumusak huyluluguyla bilinen Ali Fethi Okyar basbakan olmustu.

Mustafa Kemal, avci köpeği olan Ismet’i kargasa cikartmak ve seytani planlar yapmak icin gorevlendirmisti (George Orwell’in Hayvanlar Ciftligi’ndeki Napoleon ve kopeklerini hatirlayiniz). M. Kemal ve finosu basbasa verip, halki topyekun sindirmenin ve muhalefeti ebediyen susturmanin yolunu arastiriyorlardi.

Ellerinde ise yarayacak bir malzeme vardi, onu kullanabilirlerdi belki. Kurdistan Teali Cemiyeti’nin 1921’de kapatilmasi uzerine Rêxistina Azadî kurulmustu. Kemalist kadro, sadece dini kimlige degil etnik kimlige de tahammul etmiyorlardi. Onun icin ulkenin dortbir yanindaki insanlar rahatsizdi, ama Dogu’da bu rahatsizlik had sahfadaydi. Rêxistina Azadî Baskani Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya 1924 yılının Ekim ayında tutuklanmalari Kurdler’deki rahatsizligi daha da artirmisti. Azadî’nin liderligi Şeyh Said’e kalır. Şeyh Said ulkedeki herkes gibi ulkenin gidisatindan ve yeni rejimin Kurdler’e karsi tutumundan rahatsizdi. Ankara’yla karsilikli gorusme talebinde bulunur. Bu gorusmenin sonucuna gore tavrini ortaya koyacakti.

TCF’nin onlenemeyen yukselisi ve halkin Halk Partisi’nden engellenemeyen kacisi kemalist burjuvayi tedirgin etmisti. Rejim, cikaracagi bir Kurd isyani ile bir cok amacini gerceklestirebilirdi. Asi bir tabiata sahip olan bu Kurd denen eskiya surusunun burnunu surtup bir daha dirilmemek uzere tarihin karanlik sayfasina gomeceklerdi. Bu vesile ile planlanan ari Turk irki icin zemin hazirlanacakti. Ayrica bu vesile ile diger rejim karsitlarina da mesaj gonderilecekti. Ustune ustluk, bu bahaneyle butun muhalefet susturulacakti. Seyh Said’in ise isyan niyeti yoktu, once yeni rejimin ileri gelenleriyle oturup onlarin niyetlerini ogrenmek istiyordu. Mustafa Kemal’in avci köpegi av pesindeydi.

Ismet Pasa sagirdi ama fitnede ve fesatta seytani bir zekaya sahipti. Samanliklarda saklanarak meydan muharebeleri kazanmak(!) her komutanin harci degildir. Once arazi calismasi yapti, cok sayida Turk askerine Kurd kiyafetleri giydirerek Dogu’nun hassas bolgelerine yerlestirdi. Kivilcim cakildigi an onlar benzin olup atesi alevlendireceklerdi. Bir de Seyh Said’i tahrik etmek icin 15 kisilik bir jandarma mufrezesi hazirlanmisti. Bunlarin gorevi onemliydi, gayeleri yangini baslatacak kivilcimi temin etmekti.

Sayh Said, gozu hirs burumus bu eskiyalarin planlarindan habersizdi. Beraberindekilerle birlikte bir dugun munasebetiyle 13 Subat 1925 gunu, Ergani civarindaki Piran koyune, kardesi Seyh Abdurrahim’e misafirlige gidiyordu. Konagin genis sofrasinda yuzden fazla insan yerde diz cokmus, kosebasinda oturan Seyh Said’in tatli sohbetini dinliyorlardi. Konusma konusu butun ulke insaninin kafasindaki konuydu: “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Nazırlığı kaldırıldı. Din tedrisatı Maarife bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz muharrirler Peygamber Efendimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün, elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yük¬seltilmesine gayret ederim” diyordu.

Kemalist rejimin propaganda bulteni olan resmi tarih kitaplarinda bahsedildigi gibi bu ifadeler Cum’a namazi oncesi milleti tahrik etmek icin camide sarfedilmemis, bir evde sahsi bir sohbette soylenmistir. Yeni kurulmus kemalist rejimin icraatlerine karsi rahatsizligini belirtiyor. Niyeti kiyam olan bir insan, veya kiyama niyetlenmis, kiyami planlamis bir insan “ben bugun elimden gelse!” yerine “ayaklanma zamani gelmistir, haydin kalkin, kuffara karsi cihada gidiyoruz!” derdi. Hem ortam da kiyam icin elverisli degildi, Balkan savaslarindan beri hapten harbe kosan halk yorgun dusmustu, ustelik fakirlesmisti de.

Ayni gün, öğleye doğru köye 15 kisilik jandarma kılıklı bir mufreze gelir. Devamini Seyh Said’in İstiklâl Mahkemesi’deki ifadesinden okuyalim: “Öğle vakti ismini bilmediğim bir mülâzım (teğmen) odaya geldi ve Mehmed oğlu Ahmed adında bir mahkûmun evine on kadar başka mahkûm sığın¬dığını, bunların teslimi için tavassutta (aracilik) bulunmamı ri¬ca etti. Hemen mahkûmlara haber göndererek teslim olmalarını nasihat ettim. Fakat mahkûmlar ‘talâk-ı selâse: Üçlü boşama’ üzere ahdettikleri için teslim ol¬mayacaklarını bildirdiler. Sonradan duyduğuma göre mahkûmlardan 8′i serbest bırakılmış, geriye kalan ikisi ise teslim olmamışlar. Bunun üzerine ikisi içeri¬den, sekizi de dışarıdan ateş açarak jandarmayı dağıt¬mışlar ve hepsi kaçmışlar.”

Tegmen gelince Seyh Said gelen mufrezenin basina “istediginizde haklisiniz, ama biz simdi dugundeyiz. Bizim adette bu durumda kimseyi teslim etmemiz mumkun degildir. Buyrun bize misafir olunuz, ikramimizi alin, yiyip icin. Siz de mahkumlari bu ara kollamaya devam ediniz. Dugun bitip bizden buradan ayrilmaya ve kalabalik dagimaya baslayinca siz de onlari alip goturun. Hatta o zaman mahkumlari elimle teslim etmenin caresini dusuneyim” der.

Mustafa Kemal’in finosu tarafindan ozel bir amac icin gonderilen tegmen bu nazik teklifi kabul etmez ve mahkûmların sığındığı evi kuşâtır. Bunun uzerine catisma cikar. “Seyh Said Isyani” denen olayin baslangici budur. Ismet Inonu’nun gonderdigi provokator jandarma mufrezesinin caktigi kivilcim, Seyh Said’in kontrolu disinda koca bir yangina sebep olmustu. Bunun uzerine Kurd kiyafetleri giydirilen diger resmi provokatorler bulunduklari sehirlerde ve nahiyelerde dukkanlari yagmalamaya ve onune gelenlere ates acmaya baslarlar. Kemalist jakobenlerin istedigi ortam olusmustu. Daha once istifa eden M. Kemal’in av köpegi, alelacele Ankara’ya cagrilmisti.

Kemalist jakobenler “isyanin” ustune sert bir yumrukla gitmeye kararliydilar, bunun icin de butun ulkede sikiyonetim ilan edilmeli ve her yerde mahkemeler kurulmaliydi. Hukumet baskani Ali Fethi Bey ise “olay bolgeseldir, butun ulkede sikiyonetimin geregi yoktur” diye diretiyordu. Bir catisma ihtimalinde her iki tarafin da musluman oldugunu soyluyordu ve “ben muslumani muslumana oldurtmeyecegim!” diye sertlesiyordu. Fakat nafile. Napoleon ve kopekleri kararliydilar!

Rejim sahipleri, tehlikede gordukleri koltuklarini saglama almak icin baslattiklari yanginin etrafinda bagdaş kurup palamut pisirmeye baslamislardi bile. Elaziz, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari, Kiğı, Hınıs’ta, yani toplam 15 yerlesim yerinde sikiyonetim ilan edildi. TCF’nin bu yerlerde dini propaganda yaptigi ileri suruldu. Ali Fethi Bey basbakanliktan istifa etmesi uzere Mustafa Kemal’in isaretiyle Ismet Pasa basbakanliga getirildi (3 Mart 1925). Ertesi gun, yani 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu kabul edildi. Takrir-i (karar) sükun (suskunluk, sukunet), yani milleti susturma, milletin agzina fermuar vurma kanunu!

Tevhidi Efkar, Son Telgraf, istiklal, Sebilürreşad, Aydınlık, Orakçekiç yayinlar kapatıldı. Yuzbinlerce insani sorgusuz sualsiz idam edilecegi, “sanığın idamina, şahitlerin bilahire dinlenmesine” gibi komik ama aci kararlarin verilecegi İstiklal Mahkemeleri, yani insan mezbahaneleri kuruldu. En can alici nokta ise halkin teveccuhune mazhar olan, kelebeklerin ve boceklerin karanlikta lambanin etrafinda dort dondugu gibi halkin buyuk bir umut ve sevgiyle etrafini sardigi biricik partileri olan TCF, illegal bir örgütmüş gibi yargilandi ve bütün şubeleri kapatıldı (3 Haziran 1925). TCF’nin kapatilmasinda gerekce gosterilen en kuvvetli suc(!) partinin programinda bulunan 6. maddeydi: "Fırka efkar ve itikadatı diniyyeye hürmetkardır." Adeta “kalkip halkin dini dusuncelerine hurmet edersiniz ha, biz size hurmeti gostermesini biliriz” diyorlardi. Anadolu militarist Kemalist kadro icin dikensiz gul olmustu.

Halkin Halk Partisi’nin zulmunden ve insanlik disi icraatlerinden kacip siginabilecegi siginaklari, bogulmaktan kurtulmak icin binecekleri gemileri, cigerlerine cekecekleri havalari, icecekleri suyu kalmamisti. Muhalif partileri, dernekleri, gazeteleri bir gunde tar-u mar olmus, ortadan kaldirilmisti. Cengiz Han’in zulumlerine karsin, "Keşke annem beni doğurmasaydı da tüyler ürpertici zulüm ve katliâmları görmeseydim" ifadesini kullanan ünlü tarihçi İbnü''l-Esir, bu zulum ve entrika karsisinda dilini yutardi herhalde. Muhalefetin tasfiyesi ve halkin sindirilmesiyle tilkiler kumeslere bekci, yirtici kurtlar koyunlara coban olmustu.

Butun bu olup biten zulmun ve Kemalist rejimin yuz karasi gelismelerin ozeti suydu: Halkin sevgisini kazanan TCF’nin kapatilmasi icin Seyh Said Isyani cikartildi, Seyh Said Isyani bahane edilerek basta TCF ve diger butun muhalefet uyeleri ve araclari istisnasiz ve eksiksiz olarak susturuldu, sindirildi, surgune gonderildi, suikasta kurban gitti, idam edildi... Sirf bu zulum bile Kemalist kadronun sonsuz cehennem azabini hakketmelerine yetiyor! Biz de Bediuzzaman Said Nursi gibi “Yasasin zalimler icin Cehennem!” diye avazimiz ciktigi kadar bagiriyoruz. Evet, “Cennet ucuz degil, cehennem dahi luzumsuz degil!” diyoruz. Hicbir zalimin yaptigi yaninda kar kalmayacak, bunun hesabini Mahkeme-i Kubrada mutlaka verecek, isledikleri bunca zulme mukabil sonsuz cehennem hapsiyle kesinlikle cezalandirilacaklardir. Buna kesin inandigim icin ruhen rahatliyorum. Aksi halde hayat bir iskence olurdu. Butun sevdiklerini acimadan katleden bir katilin cezasiz kaldigini, elini kolunu sallayarak ortalikta gezdigini, ve hic birsey yapamadigini dusunmek insani ne kadar kahrediyorsa, o caninin hakkettigi cezaya carptirildigini bilmek, emin olmak da insani o derece rahatlatiyor.

Buyuk Mahkeme’nin, Cennet ve Cehennem’in varligi konusunda zerre kadar suphem yoktur. Cehennem olmasa bile sirf bu zalimleri cezalandirmak icin Allah Cehennem’ini yaratacak ve bu zalimleri gozlerimiz onunde cezalandiracaktir. Zulmu cekmeyen, yuregi yanmayan bizi anlamaz elbet.

Esi faili belli “faili mechul” bir cinayete kurban giden Cennet Ayhan’in Nasname’de iktibas edilmis duygu yuklu bir yazisini okumus ve hungur hungur aglamistim, simdi bile gozlerim dolu dolu yaziyorum bu satirlari. Cennet Ayhan’in sevdigi esini ellerinden alan, evladini babasiz birakan zalimler cezasiz mi kalacaklar? Hayir, onlar atalariyla beraber Kahhar olan Allah’in azabini tadacaklardir! Bunda hic suphe olmasin.

Bu tur ayak oyunlarindan ve hilelerden nemalanmaya alisan Kemalis rejim, halki hakli talepleri karsisinda susturmak, muhalefeti sindirmek icin “Izmir Suikasti, Menemen Olayi, Sapka Kanunu” gibi uyduruk gerekceler kullanmaya devam ettiler. Gunumuzde de ayni cirkin entrikalarina devam ediyorlar.

Dindar insanlar Seyh Said Kiyami’ni “dini ayaklanma,” Kurdlerin belirli bir kesimi “Kurd ayaklanmasi,” Kemalist rejim de bir “Irticai ayaklanma” olarak goruyorlar. Bana gore planlanmis ve uygulamaya sokulmus Seyh Said Isyani diye bir isyan yoktur. Rejimin provoke ettigi ve daha sonra da kendi cirkin emellerini uygulamak icin kullandigi bir suni olaydir. Seyh Said ve ona tabi olanlar ise Napoleon’un ustlerine saldigi kopeklerin isirmalarindan ve pencelerinden emin olmak icin nefs-i mudafa yapmislardir. Katledilen bu mazlumlerin hepsini birer sehit olarak goruyorum. Allah mekanlarini cennet eylesin! Katillerini de ebediyyen ceheneme hapsetsin!

Butun bu olup bitenler cereyan ederken Bediuzzaman Said Nursi ne yapiyordu, nerdeydi sorularina bir cevap bulmaya calisip yaziyi noktalamak istiyorum.
br> Mustafa Kemal Istanbul’da Ingiliz subaylardan valilik istemekle mesgulken, Bediuzzaman isgal guclerine karsi can siperane mucadele ediyordu. Devami risaleinurenstitusu.org’dan:

“İngiliz yanlısı kamuoyu ciddi kuvvet kazanmıştı. Bunun üzerine Bediüzzaman, ulema çevresinden de İngiliz propagandalarına destek verenlerin etkisini kırmak ve halkı uyarmak için “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserini yayınladı. Bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Harrington’ın emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep oldu. Yakalanma tehlikesine karşı sürekli yer değiştiren Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte’yi gizli olarak matbaalarda çoğaltıyor ve İstanbul’un önemli yerlerinde dağıttırıyordu. Böylece İstanbul kamuoyunda İngiliz aleyhtarlığı uyanıyor ve İngiltere lehindeki propaganda etkisini kaybediyordu. Anadolu’da başlayan İstiklal Savaşı’nın ve Kuva-yı Milliye’nin aleyhine, İngilizlerin etkisinde kalan bazı çevrelerin de baskısıyla çıkarılan Şeyhülislam fetvasına karşı bir de fetva yayınladı. Bediüzzaman, yazı ve makalelerinde de İstiklal Savaşını ‘cihad’, Kuva-yı Milliyecileri de ‘mücahid’ ilan ederek Anadolu’daki İstiklal mücadelesini destekledi.”

“Bediüzzaman’ın bu mucadelesi Anadolu’dan takip ediliyor ve ısrarla Ankara’ya davet ediyordu. 1922 yılının Kasım ayı ortalarında Ankara’ya gitti. 25 Kasım 1922’de Ankara’ya ayak bastığında Büyük Millet Meclisi’nde düzenlenen resmi hoş geldin merasimiyle karşılandı. Artık Bediüzzaman, bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da Mebuslarla önemli konuları tartışıyordu. Bu arada Mebusların çoğunun namaz kılmadıklarını gören Said Nursi, bir beyanname yayınlayarak namazın önemini anlattı ve onları dinin emirlerine riayet etmeye davet etti.

Bediüzzaman’ın bu gayreti Mebuslardan büyük kısmının yeniden namaza başlaması ile sonuçlanınca, bazı çevreler oldukça rahatsız olmuştu. Bu beyannameyi Meclis Başkanı Mustafa Kemal de okumuş ve Said Nursi’ye yirmi-otuz Mebusun da bulunduğu bir ortamda şöyle demişti: “Biz sizi buraya çağırdık ki sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz”. Bediüzzaman da hiddetlenerek: “Paşa! Paşa! Kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazı kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal özür dilemiş ve tartışmayı daha fazla uzatmamıştı.”

“Bu olay, Bediüzzaman ve yeni rejimin kurucuları arasındaki görüş farklılıklarının ilk işaretleri idi. Bir yandan meclisteki oturumları takip eden Bediüzzaman, bir yandan da tabiatçılığı ve inkarcılığı ortadan kaldırmayı hedef alan “Habab” ve “Zeylü’z-zeyl” gibi eserlerini yayınlıyor; imanın erkanına ilişmesinden korktuğu felsefe kaynaklı fikirleri izale etmeye çalışıyordu. Türkiye’deki kamuoyu ise, Yunanlılar karşısında alınan galibiyetin verdiği zafer sarhoşluğu içinde, tehlikenin farkına varacak durumda değildi ve bu yüzden onu anlayamadı.”

“Ankara’daki çalışmaları sırasında, yeni rejimin önde gelenlerinin bambaşka bir yolda olduğunu ve siyasi faaliyetlerle onları yollarından vazgeçirmenin mümkün olmadığını anlayan Bediüzzaman (C.Akbay’in notu: TCF bir partilesme yonteminin Kemalist diktatoryasi karsisinda dayanamayacagini o zamandan hissetmisti), Van’a dönmeye karar verdi. Bu fikrini bazı dostlarına açtığında Mustafa Kemal ve arkadaşları ona yeni bir teklif getirdiler: Ankara’da kalmaya karar verdiği takdirde kendisine, Libya’ya dönen Şeyh Sünusi yerine, üç yüz lira maaş ile Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin en yüksek dini makamı olan Şark Vilayetleri Umumi Vaizliğine getirilecek ve Mebusluk verilecekti.

Ancak Said Nursi, bütün bunları reddetti. Ankara’daki siyasi havadan oldukça rahatsız olmuştu. Onun dünyasındaki değerler farklıydı. Makam, şöhret, mal, mülk ve paraya, hülasa; dünyaya zerre kadar ehemmiyet vermemekteydi. Ankara’yı kendi hileli ve entrikalı siyaseti içinde bıraktı ve 1923 yılının Mayıs ayı başlarında Van’a gitti. Bütün değer yargıları dünyevi olan ve yeni rejimi de yalnızca dünyevi temeller üzerine kurmaya çalışanlar, Said Nursi’nin bu tavrına bir anlam veremediler. Yanında manevi evladı gibi olan kardeşinin oğlu Abdurrahman bile kendisine teklif edilen Meclis zabıt katipliğini kabul etmiş ve Ankara’da kalmayı tercih etmişti.”

Bediuzzaman keskin on gorusuyle Turkiye’yi Nuh Tufani’ndan daha tesirli bir belanin silip supurecegini anlamis ve Van’a inzivaya cekilmeyi daha uygun gormustu. Dag gibi sele karsi durmanin bir yarari yoktu, nitekim. Onu omuzlamasi gerektigi bir dava bekliyordu.

“Van’a giden Bediüzzaman, kardeşi Abdülmecit’in evinde ve Nurşin Camii’nde kısa bir süre kaldıktan sonra Erek Dağı’nda, terkedilmiş bir kilisede talebeleriyle ders yapmaya başladı. Bediüzzaman, Erek dağının başında iman ve Kur’an hakikatlerinin anlaşılması ve yaşanmasıyla meşgul olurken, Ankara’da yeni bir rejim şekillenmeye başlamıştı.”

Bu aralar rejim zulmu, butun hasmetiyle mazlum halki kasip kavuruyordu. Sabretmek ve tehlikenin yatismasini beklemekten baska bir care yoktu. Hem hiddetlense ne olacakti? Dag gibi dalgalarin karsisina gecip bogulmak mi, onlarin sakinlesmesini bekleyip denize yelken acmak mi daha onemliydi? Risaleinurenstitusu.org’da Seyh Said’in Bediuzzaman’dan yardim istedigi yazilsa da, bu konuda tam emin degilim. Olma ihtimali de olabilir, ama olmama ihtimali daha kuvvetlidir. Eger mektup olayi dogruysa, o zaman Bediuzzaman’in verdigi “Kan dökme! Kan dökme!” ikazi da gayet manidardir. Cunku epey bir muddet Ankara’da kalmis ve oradakilerin niyetlerini ve gozu donmuslugunu gormustu.

 
Dunya hirsinin verdigi sarhosluk sahibi bu zevata karsi durmak, kudurmus boga surusunun onune cikmak gibidir. O, enerjisini, kaybetmenin yuzde 99 oldugu bir olay icin harcamadi, onun yerine gelecek icin sakladi. Realistti, hayalperest degildi. Kemalist kadronun oyununa gelmeyecek kadar akilliydi. Onlarin kalbinde bir korku merkezi olarak kalmak icin bile yasamaliydi! Nitekim Ismet Inonu Bediuzzaman korkusunu soyle ifade edecekti “Said 500 bin kisiden daha tehlikelidir!” Onlarin korkulu ruyasi olmustur ve “Said rejimi ne zaman basimiza devirecek!?” dedirterek hergunlerini korkuyla yasatmis ve chennemi bu dunyada bile yasatmistir onlara!



Hiç yorum yok: