28 Haziran 2010 Pazartesi

Sartre ve Aydın Tavrı

Fransız düşünürü, aydın, yazar Jean Paul Sartre 105. doğum yıldönümünde ülkesinde ve dünyanın birçok yerinde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Sartre, İkinci Paylaşım Savaşı sonrası dönemde, özellikle 60’lı yıllarda, hem Fransa hem de dünyanın en ünlü entelektüelleri arasında yer alıyordu.

Sartre’a göre, insanın varoluşu ve özgürlük birbirinden ayrılamaz kavramlar. „İnsan olmak demek özgür olmak demek“ diye belirten Sartre için bu özgürlük ise ahlakın temelini oluşturuyor. „İnsan kaderini kendisi çizmeli. Özgürlüğü biçimlendirmek ise insanın en yüce görevi“ diyen Sartre’ın mesajı bugün de güncelliğini koruyor.

***

Sartre’den „çağının tanığı ve vicdanı“ diye söz edilir. Sartre’ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır da. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

Aydın olmanın kült bir örneğine dönüşen Jean Paul Sartre, 21 Haziran 1905’te Paris’te doğdu.
İlk romanı “Bulantı”yı 1938’de yayınladı. Bu ilk eserinde, felsefi düşüncelerini (varoluşçuluk) romanın başkahramanı Roguentin’in aracılığıyla dile getirdi. 1940’ta düşünce, eylem ve ilişkileri nedeniyle Naziler tarafından esir alındı ve bir Nazi toplama kampına götürüldü. Esaretten kurtuluşunun ardından faşizme karşı Fransız direniş hareketine katıldı. Bu süreçte bir yandan direniş cephesi içinde savaşırken diğer yandan da felsefi düşüncelerini anlattığı “Varlık ve Hiçlik”i yazdı.

Sartre için anti-faşist direnişle, sanatsal üretim birbirinin karşısında şeyler değildi. Zira her ikisi de aydın olmanın doğal ve zorunlu sonucudur. Faşizmin hakim olduğu koşullarda direniş ve kalem birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Ki düşünce ve davranış bütünselliği aydın olmanın olmazsa olmazları arasındadır. Çünkü doğrudan ya da dolaylı biçimlerde zulmün yanında saf tutanlar aydın olamazlar…

Sartre, İkinci Paylaşım Savaşı sonrası felsefi ve edebi etkinliklerine devam ederken aynı zamanda vatandaşı olduğu Fransız devletinin Cezayir’deki işgal ve zulmüne cepheden tavır aldı. Çünkü o, zulme karşı mazlumun yanında olmayı aydın sorumluluğunun bir gereği olarak görüyor ve buna uygun davranıyordu. Böyle davranmayanlara ise haklı olarak acımasızdı: “Bu savaşı yargılıyorsunuz ama hala Cezayir savaşçılarıyla dayanışma cesareti gösteremiyorsunuz” diyordu, bu savaşta taraf olmamaya çalışanlara.

Sartre, mazlumların cellatlara karşı şiddetini de haklı ve meşru görüyordu. Çünkü o, “insanın ‘insan olma’ adına sonuna kadar direndiği bir dünya”dan yanaydı. Ve yine Sartre’a göre “Özgürlük direnmektir” zaten, başkalarının lütfuyla da özgür olunamaz.

O, moderniteye ve onun yarattığı burjuva değerlerine karşı felsefi bir tavır ortaya koyar. Kimi eleştirmenler bu tavrın ardındaki en önemli etkenlerden birinin, ailesinde gördüğü katı, ve soğuk burjuva yaşantısına bağlar.

Kendisi de bu konuda; “Hiçbir zaman mülkiyet duygum olmadı. Hiçbir zaman herhangi bir şey gerçekten benim olmadı. Hiçbir zaman evimde gibi hissetmedim kendimi. Çevremdekiler gereksindiklerimi veriyorlardı bana o kadar” diye belirtir.

Dostu Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabına yazdığı önsözde Emperyalist- kapitalist ülkelerin gerçeğine dair şöyle der Sartre: “… iyi biliyorsunuz ki, biz sömürücüleriz. İyi biliyorsunuz ki, biz kıtaların altınını ve diğer madenlerini, sonrada petrolünü aldık ve bunları yaşlı anavatanlarımıza götürdük. (…) Bizde ‘insan olmak’ demek ‘sömürgeciliğin suç ortakları olmak’ demektir, değil mi ki ‘hepimiz’ bu sömürüden yararlandık.”

O çağına tanıklık ederken iki şeye dikkat çekiyordu; vicdan ve sorumluluk.
Semiha Şentürk, ölümünün 30. yılında Sartre’yi anarken; “20. YY.’ın büyük yazarının insanın tarihin faili olduğunu vurgulaması açısından önemli. Savaşlarla, sömürgecilikle, soykırımlarla yazılmış insanlık tarihinin tüm sorumluluğunu yüklenmemiz gerektiğini bir daha anımsattı bize Sartre. Sorumluluğumuzu kabul edip, kendi tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini söyledi bütün yapıtlarında. Bugün Sartre ve felsefesi üzerine tekrar düşünmek belki de bu nedenle bir zorunluluk” diyordu haklı olarak.

***

ABD’nin Vietnam halkına yönelik saldırı, katliam ve işgalinin karşısında da Sartre vardı. Amerikan saldırganlığının katliam ve vahşetini gözler önüne sermek üzere oluşturulan (1966’da) Russel Mahkemesi’nin başındaki ismin Sartre olması da doğaldı. Ki Sartre’a göre “Gerçekleri vermek her zaman iyidir. Gerçekler devrimcidir. Kitlelerin gerçeği bilmeye hakları vardır.”

Evet, gerçek devrimcidir. Tam da bu nedenle egemenler gerçekliğin bilinmesini istemezler. Her türden araç ve biçimle gerçekleri saklamaya, çarpıtmaya çalışırlar. Bu koşullarda aydının görevi bunların maskesini indirmek, yalanlarını açığa çıkarmak ve gerçekleri açıklamaktır. Sartre’ın hayatı boyunca yaptığı bu olmuştur…

Sonuç olarak 105 yaşına basan Sartre bir düşünür, bir yazar ve bir aydın olarak, hem de aydın olmanın ne olduğunun ölçütü olarak hala yaşıyor.

hicriizgoren@gmail.com

Okunma: 354

Hiç yorum yok: