30 Haziran 2010 Çarşamba

Ortadoğuda Ulus Devlet

Tarihsel olarak ortaya koyduğumuz Ortadoğu’daki bu ulus devlet yapılanmasının Ortadoğu halklarının hiçbirisinin sorunlarına çözüm olmadığı, bilakis sorunların büyümesine ve katmerleşmesine yol açtığı bu serüven sonucu görülmüştür.

Hüseyin Amed

   Ortadoğu’da ulus devlet olgusu tartışmaya başlamadan önce genel olarak ulus devlet olgusunu değerlendirmek faydalı olacaktır. Çünkü genel anlamdaki ulus devlet olgusu tartışılmadan ve anlaşılmadan Ortadoğu’daki ulus devletçiliğin taklitçiliği ve anlamsızlığı anlaşılamaz.
    Önder Apo ulus devleti ortaya koyarken “Ulus-devlet herhangi bir iktidar biçimi değildir. Devlet iktidarının en gelişmiş biçimi olmaktan daha öte bir anlamı vardır. Faşizmin izinde geliştiği bir devlet biçimlenmesidir. Kapitalist tekelciliğin ekonomi üzerinde kurduğu hegemonya ancak devlet iktidarının toplum seviyesinde kendini yaymasıyla, örgütlemesiyle mümkündür. Ulus-devlet bu anlamla tanımlanır. Faşizm ise, bu devlet biçiminin içten ve dıştan ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güçlerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır. Aralarındaki fark, barışla savaş süreci arasındaki farka benzer. Her ikisinde de farklı siyasi oluşumlar tasfiye edilir. İktidar toplum gibi homojenleştirilir. Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş iktidar olarak konsolide edilir. Faşist devlet de homojen toplum ve devlet azami birliğini ifade eder. Tek dil, tek vatan, tek kültür, tek bayrak, tek ulus temel sloganıdır. Bu yapılanma açık ki, toplumsal doğa gibi çok karmaşıklık ve çeşitlilik arz eden gerçeklik için bir çözüm değil, muazzam oranda problem üretir. Toplumsal kanserleşme denilen süreçtir. Ya tüm toplumu yutacaktır ya da bir toplumsal ur olarak kesilip atılacaktır. “  ulus devletin ortaya çıkış koşulları bu minvalde seyir etmektedir. Özellikle İngiltere ve Hollanda da ulus devletin ortaya çıkış koşulları değerlendirdiğinde bu çok daha fazla anlaşılacaktır. Kapitalizmin gelişim seyri içerisinde özellikle sermaye ve iktidar yapıları sürekli olarak ‘güvenlik’ ve ‘daha çok kar’ yasası çerçevesinde hareket etmiş bu durum İngiltere de kendini ulus devlet formu biçiminde örgütleyerek iktidarını zirveleştirmiştir. Ulus devleti Inşaa ederken endüstriyalizm en önemli aracı olmaktadır. Öyle ki sermaye ve iktidarı biriktirmek , sermayeyi  kapitalizmin yeni ana yurdu İngiltere ye taşımak için her turlu yol ve yöntem denenir. Özellikle bono olarak devlet tahvili satışları en önemli yöntem olmaktadır. Bu aşamada İngiltere üç-dört defa satılsa bile karşılayamayacağı kadar İngiltere devlet tahvilleri satılır. Gelen para ise büyük oranda endüstriye yatırıl. İşte kapitalizm-endüstriyalizm ve ulus devlet üçlemesi bu temelde kendisini örgütler ve sistem haline getirir.
      Ancak insanların buna tam  olarak itaat etmeleri için değişik tabiiyet yöntemleri de devreye konulmaya başlanır.özellikle insanların günlük  olarak 16 saat çalışabilmesi için ciddi bir zihniyet çalışması topluma karşı yürütülür. Özellikle ucuz işgücü elde edilmesi icin insanların endüstrinin geliştiği metropollere en insanlık dışı koşullarda yaşamalarına yol açılır. Bunun en önemli yöntemi bir din olarak geliştirilen milliyetçilik biçiminde olmaktadır. Önderlik ‘Eğer ulus-devlet yeryüzünde gezinen tanrıysa, milliyetçilik de o tanrının yeryüzündeki (seküler-laik) dinidir. Bu iki kavramın gerek teolojik, gerek daha genel olarak sosyolojik çözümlemesini yapmadan, kapitalist moderniteyi tanımlamak çok eksik kalacaktır’. Özellikle dinsel açıdan Protestanlığın gelişimi, klasik anlamda dinin kitleleri mevcut duruma ikna etme olasılığı çok fazla bulunamadığı için ulus devletçe milliyetçilik bir din olaraktan işlevselleşmeye baslar. Günümüzde ise bu işlevsellikler farklı bir muhtevaya bürünmektedir. özellikle kapitalizmin faşizm biçimindeki ortaya çıkışları bununla birlikte ortaya çıkan iki dünya savasının yarattığı  yıkım, yeni arayışların  ortaya çıkmasına yol  açmaktadır. Bunun üzerine Sovyet tehditi de eklendiğinde bu çok daha fazla yeni arayışların ortaya çıkmasını yol açtı. Özellikle liberalizmin ortaya çıkışı bu minvaldedir. Önderlik  ‘Burjuva liberalizmi her ne kadar anti-faşist, anti-komünist sloganlar altında liberal devlet anlayışına (minimum devlet) sahip çıksa da, tam bir aldatmaca içindedir. Ulus-devletin anası da, babası da liberalizmin kendisidir. Ulus-devlet gerek oluşumunda, gerek olgunlaşmasında liberalizmin ideal devlet biçimidir. Dolayısıyla kapitalizmin faşizmi doğuran gerçekliği kadar, devlet sosyalizmini (reel sosyalizm) doğuran gerçekliği de ulus-devlette birleşir’.                  


        Kendisini böyle organize eden ve ulus devlet biçimini alan kapitalizmin ortaya çıktığı, özelde İngiltere genelde ise Avrupa’da sinirli kalması düşünülemezdi. Kendisini hegemon bir güç olarak örgütlemesi kaçınılmaz olmaktadır. Marksistlerin tanımladığı argümanlarla ifade edersek kapitalizmin emperyalist aşamasında bu hegemonyaya çok daha fazla acil ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi kar ve güvenlik ihtiyacı bu sistemi devletli sistemlerin ilk olarak ortaya çıktığı Ortadoğu’ya doğru itmektedir.  Tarihsel olarak ortaya çıkan her hegemon güç mutlaka Ortadoğu da kendisini hegemeon güç olarak örgütleme ihtiyacı duymaktadır. Sanki buraya hakim olmadığında egemenliğinden bir şeyler eksik kalacak gibi bir görüş içerisinde olmaktadırlar. Bu durum ilk Akadlardan başlamak üzere, Babil, Asur, Pers, Makedonyalı İskender, Roma imparatorluğu, Osmanlı imparatorluğu, Britanya imparatorluğu ve günümüzde de Amerika birleşik devletleri imparatorluğu içinde ayni anlama gelmektedir. Bu güçlerden hangileri Ortadoğuya müdahale etmişlerse mutlaka kendi siyasal sistemlerini de dayatma arayışı içerisinde olmuşlardır. Örneğin Makedonyalı İskenderin müdahalesi ve hegemonya arayışı en fazla böyle olan müdahaleler içerisinde saymak mümkündür. İskender kendisini Aristo’nun öğrencisi olarak Aristo felsefesini Ortadoğu ya hakim kılmaya ad ettiğini iddia eder, ancak tarihsel gelişim farklı bir seyir izler. Çünkü devletci paradigmanın anayurdu olan bu topraklarda kendi sistemini kurmak öyle kolay olmamaktadır. Buralar kolay kolay yabancı aşi Kabul etmemektedir. O yüzden tarihçiler pers topraklarına giriş yapan İskender ile pers topraklarını işgal edip Hindistan’a doğru giden İskender’in kişisel  özellikler açısından ayni olmadığı iddiası içerisindedirler. Persia’yaya doğru hareket eden  Aristo’nun öğrencisi iddiasındaki İskender’in kendine göre ölçüleri vardır. Ancak persi’yayi işgal eden ve Hindistan’a doğru hareket eden İskender ise tam bir bölgesel despot haline gelmiştir. Bir Asurlu hükümdar ne ise İskender’in ondan pek fazla farkı kalmamıştır. Kendi komutanlarını dahi öldüren bir İskender realitesi ortaya çıkmıştır. Çünkü Ortadoğu toplumları, günümüzde de dünya ölçeğinde etkileri suren ve insanlığı besleyen neolitik devrimi yarattıkları gibi, her tarafa kötülükler saçan devletli sistemde maalesef buradan her tarafa yayılmıştır. Ortadoğu adeta hem demokrasinin kok hücresi hemde iktidarın kok hücresi konumundadır.
        İskender hikayesini anlatmamızdaki amaç Ortadoğu’daki iktidar ve Devlet olgusunu daha açık izah edebilmek açışındandır. İskender döneminde yaşanan iktidarsal yaklaşımlarla ulus devletlerin kendilerini Ortadoğu da örgütlemeleri ile günümüzde Ortadoğu ya ABD müdahalesi arasında çok ciddi paralellikler bulunmaktadır. Yaşanan durum sadece İskender’le sinirli bir durum olmamaktadır. Hakeza Romanın Hıristiyanlık tarafından da çözdürülmesinin benzer tarihsel gelişim seyri mevcuttur. Ancak biz konuyu fazla dağıtmadan esas konuya geleceğiz.
         Yukarıda izah ettiğimiz ulus devletin ortaya çıkışı ve kendisini milliyetçilik ve liberalizm gibi ideolojik araçlarıyla sarmaladıktan sonra artik İngiltere öncülüğünde Ortadoğu ya müdahale etme zamanının geldiğini düşünmüş 1800’lerden sonra başlangıçta milliyetçilik biçiminde bir giriş sağlamıştır. Birinci dünya savaşı sonrası ise çok fazla işlevsel anlamları olmayan ve Ortadoğu halklarının başına bela olan ulus devlet sistemi, devletçikler biçiminde kendisini örgütlemiştir. Ortadoğu da ki tüm ulus devletler 1920-1950 yılları arası bir mantar gibi türetilmiştir.
       Ulus devletin bu şekilde örgütlendirilmesi Ortadoğu realitesine ne kadar uyar bu ciddi bir tartışma konusudur. Kapitalizmi kendi mantığı içerisinde değerlendirdiğimizde, kendisini kapitalizm-endüstriyalizm –ulus devlet üçlemesi ki önderliğimiz bunu mahşerin üç atlısı diye tanımlamaktadır- Ortadoğu da kendisine uydular biçiminde devletleri organize etmiştir. Yoksa Ortadoğu’nun egemenlik bazında da ele alındığında kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkan bir durum olmadığını bastan itibaren belirtmekte fayda vardır. Ortadoğu da ciddi anlamda ne bir kapitalist gelişme vardır nede endüstriyel bir gelişme söz konusudur. Bunlar söz konusu olmamasına rağmen milliyetçilik nutukları altında bunca ulus devletin ortaya çıkarılması, dünyada esi benzeri görülmemiş maskaralıkların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Tabi bu sistem özellikle İngilizler tarafından ortaya çıkarıldığı için doğallığında onlara hizmet edecektir. 1800 lerden itibaren tabiri caizse suni teneffüsle Osmanlı ve Pehlevi hanedanlıklarını ayakta tutan İngilizler yeni dönemde yeni koşullara göre Ortadoğu’yu kendisine göre yeniden dizayn etmiştir.  Önderliğimiz ‘Türkî ve İranî ulus-devlet inşaları aynı hegemonik çıkarların ürünüdür. Kapitalist modernitenin fetih damgasını taşıdıkları halde, meşruiyet krizlerini aşırı dinci ve milliyetçi ideolojilerle aşmak isterler. Hepsinde laik ve dini milliyetçilik iç içe geçirilerek ulus-devlet sağlam bir ideolojik zırhla kaplanmaya çalışılır. Azınlık durumunda bırakılan tarihsel kültürler, etnisiteler, din ve mezhepler ulus-devlete karşı varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıyalar’. Temel mantığı iktidar-daha fazla kar ve kendi güvenliğine endeksleyen İngilizler Ortadoğu da bol-parçala ve yönet stratejisini uygulamaya koymuştur. Önderliğimiz ‘Bugün adına Suriye, Irak ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları denilen yapay çizimlerin Birinci Dünya Savaşının galipleri olan İngiliz ve Fransız hegemonyasından miras kaldığı, tarihsel toplumsal kültürün bu temelde parçalanmasının jeostratejik böl-yönet politikasının gereği olduğu tartışma götürmez. Bu sınırların yapaylığını derinliğine ve bütün sonuçlarıyla kavramadan, tarihin Verimli Hilal’inde anlamlı kültürel birlikler inşa edilemez. En büyük ahmaklık bu sınırların kutsallığına (en kutsal olmayan, yabancı hegemonyanın en uğursuz çizimleri) inanıp bütünlüklü bir kültürel çıkışa niyet ve akıl edememektir. Kültürel bütünlükten kasıt eşitlik, özgürlük ve demokratik değerler etrafında örülen maddi ve manevi kültürdür. Böylesi bir kültür, milliyetçi olmayan bir ulusallık, dinci olmayan bir dinsellik, cinsiyetçi olmayan bir toplumsallık ve pozitivist olmayan bir bilimsellik zihniyetiyle yorumlanmak ve inşa edilmek durumundadır’. Kendilerine göre kurdukları bu sistemin sürekli bir bicimde kendilerine bağlı kalması için bölgede istikrarsızlık seçilen temel yöntem olmaktadır. Sürekli kendi içerisinde sorunlu olan ve güç oluşturamayan bölgenin batıya bağlılığı istikrarsızlık sayesinde daha kolay olacaktır. İşte bunun sonucu 22 Arap devleti ortaya çıkarılmış, Kürtler dört parçaya bölünmüş ve Arap-İsrail sorununun fitili ateşlenmiştir. şimdi ilk sorumuzu soralım. bu ulus devletler ınşaa edilirken ve sınırları belirlenirken hangi kriterler esas alınmıştır. Ortak dil mi?! Ortak tarih mi?! Yada bir ulusun yasama sınırlarımı esas alinmiş?. Eğer bir ulusun ortak siniri esas alınacaksa bu 22 tane Arap devleti de nereden çıkıyor?  Şöyle düşünelim belki de çok büyük bir coğrafya olduğu için tek bir Arap devleti yönetimsel açıdan mümkün de olmayabilir, ancak 22 tanesinin de ayrı bir anlamı olduğu kesindir. Yine Kürtlerin yaşadığı coğrafya neden dörde bolundu. Buda ayrı ve ciddi bir sorundur. Bunu dile getirirken Kürtlerinde benzer bir ulus devleti olsun demiyoruz. Ancak mevcut sorun teşkil eden durumunda herkes tarafından Kabul edilmemesi gerektiği de bir o kadar gereklidir. Yazımızın son bölümünde nasıl olması gerektiğine dair görüşlerimizi dile getireceğimiz için şimdilik sadece değinerek gecelim.
       Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi Ortadoğu da ulus devletler inşaa edilirken içerden bazı değişik güçlerin ittifakına dayanmadığı için hep despotik karakterde olmuştur. Örneğin bati kapitalist ulus devleti inşaa edilirken hanedanların yada bazı güç odaklarının ittifakı seklinde inşaa edildikleri için karakterleri farklı olmuş liberalizmi sayesinde de sürekli olarak hegemonyasını sürdürmüştür. İngiltere’nin kurulusu bu minvaldedir. Yine Almanya’nın wetsphalia anlaşması sonrası kurulusu bu çerçevededir. Ancak Ortadoğu ulus devleti tamamıyla farklıdır. İçerde halklara karşı despotik, dışarıda ise İngilizlere yüzde yüz bağlılık temelinde şekillendiği için oldukça şekilsizdir. Yine sınırların ve iktidarın dağılımından dolayı sürekli istikrarsızdır. Bu istikrarsızlık bir politika olarak Ortadoğu ya dayatılmıştır.
    Tek tek ülkeleri ele aldığımızda bu durumun çok daha iyi anlaşılabileceği kanaatindeyiz.  Bu dengede tarihsel olarak şekillenişinden dolayı Türkiye ve İran’a ayrı ayrı roller biçilmiş, ancak bu iki gücün sürekli birbirlerini dengelemeleri esas alınmıştır. Türkiye 600 yıllık Osmanlı mirası üzerinden, ancak sınırları hegemonyası oldukça daraltılmış bir bicimde kurulmuştur. Bu durum milliyetçi ittihat ve terakki zihniyeti ile birleştirildiğinde adeta bir ucubeleşmenin yaşanmasına yol açmıştır. Yine Kürdistan’ın büyük parçasının bu ülkenin sınırları içerisinde bırakılması ciddi bir istikrarsızlık unsuru haline gelmiştir. Bu durum Türkiye’nin Kürtleri asimile etme politikası ile birleştirildiğinde durum yabancı güçlerin tam olarak istedikleri noktaya evirilmesine yol açmıştır. Yine Türkiye’deki milliyetçilik ve bilimcilik ideolojik yaklaşımları hem Kürtlerin hemde Türklerin mevcut hegemonyanın baskısı altına almıştır. Bu denklem içerisinde Türkiye sürekli İngilizlerin ve batinin çıkarları çerçevesinde bir bağımlılık ilişkisi içerisine alınmıştır. Gelinen aşamada bu kadar sorunlu bir görüntü vermesinin altında bu realite yatmaktadır.
       İran’ın durumu da benzer bir durum ihtiva etmektedir. İran’ın yapılanmasında % 42 civarı fars, %39 Azeri ve 20 civarı da Kürtlerin oluşturduğu bir denge içerisinde oluşmuştur. Tabii ki bu kurumlaşma içerisinde Persliğin 2500 yıllık tarihsel devlet geleneğini de görmekte fayda vardır. İran’ı gelenekte din’in kullanılması tarihsel bir realiteyi oluşturmaktadır. önderlik ‘Çinliler en vahşi kapitalizmi ‘komünizm’ diye cilalarken, İran modernistleri kapitalizm imalatı ulus-devlet putunu büyük ruhçuluk olarak ‘İslam Cumhuriyeti’ adıyla sunmaktan utanmayacak denli pişkindirler. Güncel somutluğuyla küresel sistemin zayıf karnı durumunda olup Iraklaşma olasılığı yüksektir. Bölgenin diğer ulus-devletleri gibi kurumsal faşizmi temsil etmesine rağmen, ABD-AB hegemonyacılığının zaaflarını kullanarak ömrünü uzatmaktadır. Fakat diğerleri gibi krizin pençesinde olup, Irakvari kaotik duruma yol açabilecek potansiyeli fazlasıyla taşımaktadır ‘ diye tabir etmektedir.Tarihsel olarak Zerdüştiliği kullanan pers geleneği , İslam’ın gelişimi ile birlikte ,islamin Şialık yorumunu resmi pers ideolojisi haline getirmiş, bu durum ulus devlet yapılanmasıyla birleştiğinde sorunlar içerisinden çıkılmaz hale gelmiştir. Ama bunu yaparken oldukça kurnaz bir şekilde gerçekleştirmektedir. Şialık normalde islamın egemen yorumuna muhalefet biçiminde ortaya çıkmıştır. Ancak Şiilik resmi  pers milliyetçiliğine dönüştüğünde , bir taraftan 2500 yıllık devlet geleneği diğer taraftan muhalefet gibi gözüken bir milliyetçilik , ikisi birleştiğinde muhalefet gibi hareket eden bir iktidarsal olgunun ortaya çıkmasına yol açmakta buda muazzam iktidarsal bir olgunun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Önderlik  ‘Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar tarihsel uygarlıklardan ve son iki yüz yılın kapitalist modernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır. Sümer rahip ideolojisinin üç türevinden de etkilenmiş bir uygarlık geleneği vardır. Zerdüşt ve Mitra geleneği orijinal kimliği oluşturmalarına karşın, İslam türeviyle etkisizleştirilmişlerdir. Üçlü türevin (Musevilik, İsevilik ve Muhammedîlik) ve Grek felsefesi ekolünün bir sentezi olarak ortaya çıkan Manicilik, resmi uygarlık ideolojisi karşısında etkili olamamıştır. Daha doğrusu isyancı geleneği beslemekten öteye gidememiştir. İslamî geleneği Şia mezhebine dönüştürüp son dönem uygarlık ideolojisi olarak uyarlamıştır. Günümüzde de kapitalist modernitenin unsurlarını Şia süzgecinden geçirerek (Çin Konfüçyüzminin modernist biçimi olarak) modernleşmeye çabalamaktadır’. Dikkat edersek halen İran da bu durum açık bir şekilde devam etmektedir. Normalde persler hakim olmasına rağmen Irandaki Kürtler Azerileri suçlamakta, Azerilerde Kürtleri suçlamakta bu denge içerisinde Şialık biçiminde kendisini örgütleyen İran milliyetçiliği iktidarını sürdürmektedir. Tabii ki dış konjukturu göz önünde bulundurarak. 1800 lerden sonra İran da Petrolun bulunması ile birlikte buraya İngiltere’nin yerleşmesi başlamıştır. Ve kurulan denge içerisinde İran üzerinde sürekli bir bicimde çıkarlarını koruyabilmişlerdir. Kontrolden çıkma olasılıkları bulunduğu durumlarda ise İran-ırak savaşı biçiminde müdahalelerle çıkarlarını koruyabilmiştir. Sonuç olarak önderlik ‘İran toplumu hem etnik, hem dinsel açıdan çok kimlikli nitelikler itibariyle zengin bir kültüre sahiptir. Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycu veya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmakta zorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu bir milliyetçilik biçimi uygulamaktadır. Öte yandan kapitalist moderniteyi uyguladığı halde, işine geldiğinde anti-modernist propagandaya da başvurmaktan geri durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişimleri geleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaşmıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz konusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili en gergin devlet ve toplumların başında gelmektedir. Petrol kaynakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da, İran ulus-devletçiliğinin varlığı dağılmaya en müsait konumda yaşamaktadır. Bunda kapitalist modernitenin baş aktörleri ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığı uyumsuzluklar da oldukça etkilidir’.
       Ortadoğu da en anlamsız ulus devlet oluşumu için Irak’ı ornek vermek mümkündür. Önderlik ‘Bugünkü Irak 1920’lerden önce var olmayan bir ülkeydi. Ütopya olarak bile yoktu. Britanya İmparatorluğu’nun stratejik ihtiyaçları ve petrol çıkarları göz önüne getirilerek inşa edildi. İçindeki kültürel birimlerin durumu hiç dikkate alınmadı. Aralarında uyumlu yaşamaları için adil bir ilke konmadı. Başlarına toplumsal gerçekleriyle ilgisi olmayan bir kral getirildi’. Diye tarif etmektedir.Bir taraftan %60 civarında Arap Şii çoğunluk, %20 civarında Kürt, %15 civarındada Arap Sünni nüfus yaşamaktadır. Ancak iktidarı istikrarsızlığın sürekliliği için %15 oranında nüfusa sahip Sünni Arap azınlığın egemenlerine verilmiş ve çıkarlar sağlama alınmıştır. Irak İngilizler açısından bir koç başı olarak kullanılmış istedikleri zamanlarda kullanabilecekleri bir araç haline dönüştürülmüştür. Zaman zaman kontrolden çıkma denemeleri yaşandığında askeri darbelerle durumu kontrol altına almaktan çekinmemişlerdir. Örneğin 1958 tarihinde iktidarı ele geçiren Abdülkerim Kasım’a karşı düzenlenen askeri darbe bu minvaldedir. Abdülkerim kasım kendine göre hareket etmeye başlayıp Sovyetlere yakınlaşma belirtileri gösterdiğinde anında kendisine karşı harekete geçilmiş ve iktidardan askeri darbe ile alaşağı edilmiştir. Ama önderliğimizin tanımı ile bugün için  ‘Irak’ta ve Afganistan’da ulus-devletin yeniden inşası için gösterilen tüm çabalar boşa gitmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından yıkılmış Avrupa için verilmiş sınırlı bir yardım (Marshal Yardımı) yeniden inşaları için yeterli olduğu halde, Irak çapında küçük bir mekân için katbekat daha fazla destek sunulmasına rağmen yeniden inşa gerçekleşemiyor. Irak’ta olup bitenler aslında tüm bölge gerçeklerini yansıtmaktadır. O da kapitalist modernitenin her üç sacayağı üzerinde de iflasını ve krizini haber vermektedir. Sonuç olarak Ortadoğu, sahip olduğu onca ulus-devleti, endüstriyalizmi ve kapitalizmiyle ancak kriz ve savaş üretir’.
     Suriye’de benzer bir durum söz konusudur. İsminin dahi nereden geldiği pek fazla bilinmemektedir. Bir ihtimal İskender’in ölümü sonrası imparatorluğunu bölüşen ve şama yerleşmiş olan İskender’in komutanlarından seleucis tan türetilmiş olma ihtimali mevcuttur. Ancak herhangi bir tarihsel anlamı olmadığı kesindir. önderlik ‘Suriye adının bile nasıl seçildiği pek anlaşılır değildir. Yüzyıl öncesinde hepsinin yerinde daha geleneksel, belki de belli anlamlılıkları olan bir Osmanlı Vilayetleri kavramı geçerlidir. Tarihte geriye gittikçe ne vilayet adı kalır ne de ülke. İslamiyet’le birlikte yön duygusu temelinde bir adlandırma benimsenmişti. Belki de daha gerçekçi, belli bir anlamı olan ‘Beled-ül İslam’, İslam’ın Memleketi genel ad olarak kabul görüyordu. Pek mesele de yapılmıyordu. Ülke tapınması yoktu. Tapınılacak varlık sadece Allah’tı. O da toplumun ortak vicdanıydı. Sıfatlarıyla, isimleriyle belli bir kavramı oluşmuştu. Belki de daha doğru olan buydu’.Demografik olarak  %70 lerin üzerinde Sünni Arap nüfusun yaşadığı ,%10 civarı Kürt ve % 15 civarında Şii Arap yaşamaktadır. Ancak iktidar  burada da  sozde %15 lik Şii Arapların egemenliğine verilmiştir. Bu denklem içerisinde sürekli bir bicimde istikrarsızlık hakim olmuş bunun sonucu olarak Suriye’nin Fransa ve İngiltere ye bağımlılığı sürdürülmüştür. Zaman zaman Müslüman kardeşler örgütü aracılığıyla tehdit edilmiş ancak Hamma görüldüğü gibi bu ayaklanmalar ulus devletin en açık ve gaddar yüzü olan katliamla bastırılmış ve şehir bir butun olarak haritadan silinmiştir.
      Ortadoğu ulus devlet garabetine en iyi örnek Ürdün’ün kurulusudur. Şam da İngilizlerin desteği ile Fransızlara karşı isyan eden bir Haşimi hanedanı üyesine devlet bulmak için Süni olarak inşaa edilmiş bir devlettir. Yoksa bir ulusun ihtiyacı diye bir durum söz konusu değildir. Sadece egemenlikle bağlantılı inşaa edilmiş ne idüğü, belirsiz bir devlettir.
      Bir bütün olarak bu ülkelerin kuruluş mantığına bakıldığında halkların iradeleri ile bağlantılı olmadıkları çok rahatlıkla görülecektir. Bu yüzden Ortadoğu da yürütülen milliyetçilikler kadar anlamsız başka bir milliyetçilik anlayışını bulmak mümkün değildir.sürekli kendi halkları ve komsu halklara karşı milliyetçiliği bağnaz bir bicimde kullanan bu rejimlerin, gerçekten samimilerse bağımsız bir duruş sergilemeleri beklenebilinirdi. Ancak içerde bu kadar despotikleşen bu rejimler söz konusu İngiltere veya Amerika olunca yelkenleri sonuna kadar suya indirmeleri bu kuruluş mantığı ve uydu karakterlerinde görmek gerekmektedir.
     Gelinen aşamada bu uydu karakter yetmediği için Amerika ve bati tarafından Ortadoğu ya yeni müdahaleler gerçekleştirilmektedir. Çünkü mevcut siyasal durum artik karlı olmaktan çıkmıştır. Küreselleşen sermaye açısından sorun teşkil etmeye başlamıştır. Küresel sermaye için serbest para dolaşımı, pazarların açık olması ve işgücünün sonuna kadar kullanılması kar açısından olmazsa olmazlar arasındadır. Bunun içinde mevcut ulus devletlerin gevşetilmesi ve bunun sonucu olaraktan belli bir istikrarın oluşturulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. İşte bu ihtiyaç ile kendileri tarafından kurulan Ortadoğu’daki ulus devlet mantığı arasında da ciddi çelişkiler mevcuttur. önderliğimiz  Ortadoğu kültürünün bütünselliği kapitalist modernitenin ulus-devlet parçalayıcılığıyla köklü bir çelişki içindedir. Modernite ortak yaşam gerçekliklerine dayatılan demirden kafes rolünü oynamaktadır. Şiddetin sürekli gündemde olması bu gerçeği doğrulamaktadır’. Kurdukları sistem adeta başlarına bela olmuş durumdadır. Bu açıdan müdahaleye bunun en uç noktası olan ıraktan başlamaları,  mantığı anlamak açısından öğreticidir. Önderliğimizin tabiriyle Saddam’ın idamı ile birlikte aslında mevcut çerçevedeki ulus devletlerin sonunun ilanı gerçekleştirilmektedir. Nasıl ki Fransa kralı altıncı Louis’in idamı ile ulus devlet dönemi başlatılmışsa Saddam’ın idamı ile birlikte bu dönem kapatılmaktadır. Ancak nasıl karlı bir sistem kuracakları ve güçlerinin ne kadarına yeteceği hususu muğlâklığını korumaktadır. Çünkü kültürel açıdan bakıldığında Ortadoğu kültürü kapitalist sistemin ve onun bireyci, faizci, rantçı sisteminin gelişimine kapalıdır. Bu ret ediş radikal İslamcıların dile getirdikleri gibi dinle izah edilemez. Bu durumu neolitik devrimin değerleri ile izah etmek daha gerçekçi bir değerlendirme olacaktır. Çünkü Ortadoğu’daki demokratik kültür geleneksel olarak vardır ancak bu iç ve dış iktidar odakları tarafından bastırılmış nefes alamaz hale getirilmiştir. Önemli olan bunun açığa çıkarılması için yol ve yöntemlerin örgütlenmelerin ortaya çıkarılmasıdır. Örneğin Türkiye deki Türkmenler, Kürtlerde Kurmançlik ve Araplardaki bedevilik kültürü sanıldığı gibi geri kültürel bir durum değildir. Kendi içerisinde ciddi demokratik ve toplumsallık değerlerini barındırdığı kesindir. İktidara bulasan kısımları eğer ayıklanabilinirse ciddi bir direniş ve demokratik kültürü açığa çıkarma potansiyeli oldukça yüksektir.
   Tarihsel olarak ortaya koyduğumuz Ortadoğu’daki bu ulus devlet yapılanmasının Ortadoğu halklarının hiçbirisinin sorunlarına çözüm olmadığı, bilakis sorunların büyümesine ve katmerleşmesine yol açtığı bu serüven sonucu görülmüştür. Bundan daha fazla ısrar etmek daha fazla dışa bağımlılık anlamına geleceğinden alternatif arayışlar içerisine girmek zaruret haline gelmiştir. Halkların kardeşliğine dayalı konfederal yapılanmaların geliştirilmeleri Ortadoğu halklarının kurtuluşu için önemli bir perspektif olmaktadir. Neden milliyetçilik temelinde halklar birbirlerine düşman olsun. Ve bu düşmanlık kimin isine yarar. Bir düşünelim İran-ırak savaşında bir milyondan fazla insan öldü. Pekki kim kazandı? Iran ve ırakta yasayan halkların bundan ne faydası oldu? Sadece halkların payına düşen katliam ve gözyaşı oldu. Ancak silah tüccarları ve burada hegemonik çıkarlarını sürdüren batili devletler bu denklemde oldukça karlı çıkan taraflar oldular. Bir daha benzer durumların yaşanmaması için harekete geçme zamanının geldiğini belirtmekte fayda vardır. Yeniden benzeri tabloların ortaya çıkmaması için Araplar, Kürtler, Türkler ve Farsların gerçekten eşitlik ve kardeşlik temelinde bir araya gelip sistemlerini kurmalarının zamanı gelmiştir. Bunun için ciddi bir demokratik kültür ve batıdan bulaştırılan milliyetçilik ve ulus devlet mantığını terk etme ihtiyacı bulunmaktadır. Artik eskisi gibi Ortadoğu halkları hem içerdeki despotizmi hemde dışarıdaki dayatmacı hegemonyayı Kabul etmeyecekleri açığa çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu’nun kaynakları halklarımızın çıkarları temelinde kullanıldığı zaman görülecektir ki bu kaynaklar herkese fazlasıyla yeterlidir.

Hiç yorum yok: