27 Haziran 2010 Pazar

'Düzenin bekçi köpekleri…'

Fransız gazeteci Serge Halimi, Fransa’da medya-iktidar ilişkisini ele alırken, “Yeni Bekçi Köpekleri” tanımını yapıyor. Fransa’da bunun bariz örnekleri olsa da medya alanında en “çarpık” ve “kirli” örneklere Türkiye’de rastlanır. Öyle ki TSK’dan önce “bombalar”, polisten önce “yakalar” ve zaten sicili bozuk olan yargıdan önce “infaz” eder.

Gazetecilik ilkeleri, gazetecinin ahlakı, medya-toplum ilişkileri ve haberin nasıl olması gerektiği konusu bilinen ancak en temel ödev olması gerekirken, en arka plana atılan, hatta unutulan bir noktaya geldi. Dördüncü güç olarak ele alınan medya bugün iktidarların toplumları maniple etmedeki en etkili aracı haline gelmiş bulunuyor. Kimi zaman savaşlar doğrudan medya üzerinden yürütülüyor. Medya-iktidar ilişkisinin en “kirli” haline Türkiye’de rastlanıyor. Akıl almaz iddialar, hiçbir araştırma ihtiyacı duymadan öne sürülen “gerçekler”, komando timlerine dönüşen “muhabirler”, hazır kıta bekleyen köşe yazarları, manşetlerle yapılan “infazlar”…

TOPLUM KARŞITLIĞINA DÖNDÜ

“Karşı-iktidar” olması gereken medya bugün “toplum-karşıtı” bir yapılanma içerisinde. Türkiye’de bir medya organından bahsedildiğinde, haberciliği değil patronu ilkin akla gelir. Serge Halimi’ye göre medya bugün hizmet etmesi gerekenlerin aleyhine döndü. Yani “gözlemlenmesi gerekenlere hizmet ediyor.” İletişim olanaklarının gelişmesiyle bu durum yeniden doğru bir rotaya dönse de Türkiye’de “düzenin bekçi köpekleri” kulübelerini terk etmeye niyetli görünmüyor. Onlar sahiplerinin değişmesini yeterli görüyor.

Fransız gazeteci İgnacio Ramonet de global liberalizmin işbirlikçisi ve yayın organı haline gelen medyadan bahsederken, “O medya organları ki, bazı durumlarda, sadece vatandaşı savunmayı bırakmakla kalmayıp, halka karşı çalışır hale geldi'' diye belirtiyor.

BU MEDYA DEĞİL BAŞKA BİR ŞEY

Yayınladıkları haberlerle aslında “suç” işleyen Türk medyasının nasıl da “kirli” bir habercilik örneği gösterdiğine biraz daha yakından göz atmak gerekiyor. Zira sadece son günlerde Türk medyasında çıkan bazı haberler medyanın ne kadar “polis”, “asker”, “siyasetçi”, “milliyetçi”, “ırkçı” ve “provokatör” olduğunu gözler önüne seriyor. Türkiye’de medya adı altında yürütülen bu faaliyet öyle bir hale geldi ki oluşan bilgi kirliliği ve kirletilen kavramlar arasında bir tanım bulmak mümkün görünmüyor. Türk medyasının şu anki haline bir tanım bulmak için kitap sayfalarını karıştırmanın pek bir yararı olmayacak gibi, zira bu başka bir şey.

TÜRK MEDYASI

Bir masum nasıl “azılı bir suçlu” olur, bir gazeteci nasıl “terörist” olur, bir siyasetçi nasıl bir günde ülkeyi ikiye böler, bir çocuk nasıl “düşman” olur, mağdur nasıl “zanlı”, katil nasıl “masum”, katliam ve istila nasıl “meşru” , “görünmez” yada “barış operasyonu” olur… Bu liste uzadıkça uzar. Türk medyasına bir tanım bulamasak da, habercilik ve etik dışı tüm bu örneklere “Türk medyası” adını verebiliriz. Türk medyasındaki durum “münferit” olsaydı bu tanımdan kaçınılabilirdik ancak, “öteki” medyanın sesi “bekçi köpekleri”nin uğultusunda çoğu zaman kaybolup gidiyor.

HÜRRİYET VE DOBERMAN

Hürriyet gazetesi, 22 Haziran’da Halkalı’da askeri konvoyu hedef alan patlama ardından 23 Haziran günü çoğu Kürt işçiye yönelik gözaltı furyasını “Hain pusuyu kuranlar gözaltında” başlığı altında yayınladı. Aslında Hürriyet gazetesi sözkonusu olduğunda şaşılacak bir durum yok ancak yine de bir gazete masum insanları ‘bombacı’ olarak hedef haline getirdiği için en ağır suçu işlemiş oluyor. Türk polisi ve sistemini bilen, her eylem ardından polisin keyfi bir şekilde bu tür gözaltı operasyonları düzenlediğini de biliyor. Öyle görünüyor ki Hürriyet polisin “dobermanı” olmaktan “gurur” duyuyor. Serge Halimi’nin “bekçi köpekleri” yerine Ragıp Duran, “doberman” tanımını kullanmıştı. Ancak sözkonusu medya organı polisin her seferinde kendisine yanlış “elbise” koklatarak, masum insanların arasına salıverdiğini anlamak da istemiyor.

Peki ne oldu bu “hain saldırıyı” düzenleyenlere? Radikal gazetesinin 26 Haziran tarihli sayısına bakmak yetiyor: “Vali Hüseyin Avni Mutlu'nun, 8 Haziran'da 14 polisin yaralandığı ve 22 Haziran'da 17 yaşındaki Buse Sarıyağ'ın yanı sıra dört askerin şehit olduğu bombalı saldırıların failleri diye kamuoyuna tanıttığı 19 kişiden 16'sı serbest bırakıldı. Başka suçlamalarla tutuklanan üç kişi dahil hiçbir zanlıya mahkeme sürecinde soru bile sorulmadı. Polislerin yaralandığı Küçükçekmece'deki saldırıyla ilgili gözaltına alınan 10 kişiden de dokuzu serbest bırakıldı.”

Hürriyet 26 Haziran günü yayınladığı başka bir haberde ne kadar “atışa” hazır olduğunu bir kez daha gösterdi: “Ağrı'da eylem hazırlığı yapan terör örgütü PKK'ya bağlı kendilerine ‘Ararat Apo'cu Gençlik’ adını veren grubuna bağlı 6 terörist, yakalandı. Kullanılmayan boş binada 23 molotof kokteyli, atışa hazır durumdaki havai fişekler, kar maskeleri ile yakalanan şüphelilerle ilgili soruşturma sürdürülüyor.”

ZAMAN’DA ERGENEKON YOLCULUĞU

Elbette ki bu durum sadece Hürriyet için geçerli değil. Zaman gazetesi de yöntem olarak daha ilginç ama özünde aynı refleksleri sergiliyor. Zaman denildiğinde bu aralar akla ilk gelen şey “Ergenekon” oluyor. Nasıl mı? Şöyle düşünün; “doberman” burnuna tutuşturulan yanlış elbiseden hareketle kokuyu alıyor, hedefe doğru ilerliyor, buldum deyip üzerine atlıyor, tam orada Zaman devreye giriyor. Doberman yakaladı ama “kimi?” diye sorulduğunda, Zaman anında yanıtı buluyor; “Ergenekon bağlantılı bir örgüt.” Bu, Zaman gazetesi için artık bir “mecburi” görev haline gelmiş görünüyor. Sahipleri tarafından onlara verilen iş Fethullahçılar dışında her grubu Ergenekon ile “kirletmek”. Bu gazetenin 24 Haziran’daki bir haberi: “İddianamelere göre Halkalı saldırısını üstlenen TAK, Ergenekon'la bağlantılı”. Bakın, gördünüz mü ne kadar haklı olduğumuzu…

ALTAYLI ADAM OLUR MU?

Yeri gelmişken Habertürk’ün patronu Fatih Altaylı’ya da bir cevap vermek gerekmez mi? Kendince Kürtlerin “tek ve nihai” bir talebinin olmadığı kanaatine varmış ve bunun dışında kim ne söylerse “yalan söylermiş”. 26 Haziran tarihli yazısında ayrıca şu cümleyi de kullanmaktan geri durmamış: “Öcalan’ı adam yerine koyarken düşünselerdi.” Fatih Altaylı’yı okuyanlar, onun her yazısının altında “ne zaman adam oluruz”a cevap aradığını da bilir. Belki de bütün bunları kendisine soruyordur ancak son noktayı koymadan önce Altaylı’nın başka bir ülkede olsa ne gazeteci-yazar ne de adam yerine koyulmayacağını anlaması gerektiğini belirtmek gerekiyor. “Fatih Altaylı ne zaman adam olur?” sorusuna gelince, cevabı çok kısa ve net: “Hiçbir zaman!”

TARAF’TAKİ EKSEN KAYMASI

Ah unutmamışken, bu gruba katılan bir gazete daha var, adı Taraf. Aslında çoktandır tarafını seçmiş. Bu nedenle “medya-iktidar” ilişkisini yeniden tartışmaya gerek yok. Ancak dikkat çekmek istediğimiz; bu gazetede habercilik açısından da “Hürriyet”leşen ya da “Anadolu Ajansı”laşan bir “eksen kayması” var. Taraf geçtiğimiz günlerde Anadolu Ajansı ve Doğan Medya grubunun artık sistematik bir hal alan “medya-iktidar” ilişkisinden öte “medya-istihbarat” ilişkisinin açık örneğini teşkil eden haberlerinden birini sürmanşetine taşımıştı. “Suriye’de 11 PKK’lı öldürüldü” başlıklı haberde hiçbir kaynağa dayandırılmadan, Suriye güvenlik güçlerinin “Kamışlı, Afrin, Haseki ve Halep kentlerinde düzenlediği eş zamanlı operasyonlarda 11 PKK’liyi öldürdüğünü” ileri sürmüştü. Bunu analiz etmeye gerek yok, açık bir şekilde “başkalaşım” geçiren bir gazete var karşımızda. Bu da medya-iktidar ilişkisinin diğer kaçınılmaz yan etkileri olsa gerek…

Hiç yorum yok: