28 Haziran 2010 Pazartesi

Diyarbakır’da yayıncı olmak zor zenaat

Hem maço bir davranıştı, hem devrimciliğe yakışmayan bir davranış…
Dolayısıyla bu geleneğin günümüzdeki temsilcilerinden birinin, Behice Boran’ın 100. yılı için “Hürriyet” gazetesinde yazı yazması aynı zamanda “çok gecikmiş” bir özeleştiri sayılabilir.

Dileriz bir gün de, Teşkilat-ı Mahsusa katillerine övgüler düzmekten, 24 Nisan’da katledilen Ermeni devrimcilerini, sosyalistlerini, aydınlarını, liberallerini, gazetecilerini, öğretim üyelerini de hayırla anma noktasına da gelirler.
Ne derler, hayatta asla umut kesilmez!
“Hürriyet”in kimi yazarları, şu günlerde “eski solculuklarını” daha bir hatırlar oldular.
Enteresan bir ruh hali!
Hürriyet’te Behice Boran’ın hayırla anılmasını, sol basının duayeni, vicdan anıtı Doğan Özgüden şöyle değerlendirdi.
İzniyle, aşağıda bu değerlendirmeye yer vermek istiyorum:
Behice Boran’in 100. doğum yıldönümü dolayısıyla Hürriyet Gazetesi’nde „Sabrın ve Mücadelenin Adı Behice Boran“ başlıklı bir yazı yayınlandı.
Soner Yalçın’ı bu yazısından dolayı kutluyorum.

Ne ki Türkiye Cumhuriyeti’nin, tüm sosyalistler gibi Behice Boran’a karsı yürüttüğü karalama ve yıpratma kampanyasında medyanın oynadığı kilit rolü unutmak mümkün değil.
12 Eylül döneminde Türkiye İşçi Partisi’nin Avrupa sorumlusuydum.
TİP Genel Başkanı Boran siyasal sürgün olarak geldiği Brüksel’de misafirimiz olarak kalırken Hürriyet’in asağıdaki manşetini kendisiyle birlikte okumuştuk: „Acı Akıbet: Boran ve Gazioğu artık ‘Türk’ değil!“
Tüm ömrünce Türkiye halkının daha özgür ve daha insanca bir yaşama kavuşması için mücadele vermiş olan Boran’ın gözlerindeki buruk ifadeyi çok iyi anımsıyorum.
71 yaşındaki kalp hastası bir siyasal şahsiyet hakkında alınan bu karar insanlık adına utanç vericiydi.

Daha sonra Yılmaz Güney, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Cem Karaca, Mehmet Emin Bozarslan, Nihat Behram, Şah Turna, Fuat Saka, Demir Özlü de dahil Cunta şefi Evren’in „kansızlar“ diye saldırdığı yüzlercemiz aynı şekilde vatandaşlıktan atıldık, bu uygulamalar medya tarafından alkışlanarak yansıtıldı...
Ama tüm bu uygulamalar ve karalamalar geri tepti. Vatandaşlıktan atılanlar yurt dışındaki anti-faşist mücadelelerini daha azimli, daha kararlı sürdürdüler.
O yıllarda Hürriyet ve benzeri gazeteleri çıkartanlar, yönetenler, onlara bu haberleri yazanlar bugün ne düşünüyorlar?
12 Eylül Cuntası’ndan hesap sorulmasında herkes hemfikir.
Ya cuntanın borazanlığını yapan postallı gazeteciler?
Doğan Özgüden”
Doğan Abi yerine, biz yanıtlayalım isterseniz.
Çok mutsuzlar. Ama asla sanmayın ki, vicdan azabı çektiklerinden.
Sadece, Balyoz, Kafes, vd. darbe senaryoları hayata geçemediği için mutsuzlar…
1990’lı yıllardan beri ilk kez bir yayıncı cezaevinde… Aram Yayınları editörü Bedri Adanır…Ve buna tepki gösterilmezse cezaları Yargıtay’da onay bekleyen bir çok yayıncı da onları izleyebilir.
Bedri Adanır’ın durumu baştan sona bir hak ihlali ve sansürün geri dönüşünün habercisi…
Ve bu durum da, Hukuk’un İstanbul’da başka, Diyarbakır’da farklı uygulanmasından kaynaklanıyor.
Eğer Bedri Adanır, yayınevinin merkezini İstanbul’dan Diyarbakır’a taşımasaydı, şu anda serbestti.

Türkiye Yayıncılar Birliği, en başından itibaren, bandrol uygulamasının siyasal iktidar tarafından “sansür” amaçlı olarak uygulanabileceği tehlikesine dikkat çekmişti. Aram Yayıncılık daha önce de, bir siyasal hükümlü olan Kürt siyasetçi Abdullah Öcalan’ın kitaplarını yayınlamış, bir güçlük çekmeden bandrollerini alabilmişti. Ondan sonrası zaten Adliye’nin bileceği işti. İster yasaklar, ister yargılar, ister serbest bırakır.

Öcalan’ın yasaklanmayan kitapları da oldu, “nitekim”.
Ama yayınevi merkezi Diyarbakır’a taşınınca bandrol almak bir sorun oldu. Bu sorunu, Ankara’da Ulusal Yayın Kongresinde dile getirdiğimizde, “işgüzar bir memurun gereksiz telaşı” denildi.
Belli bir süre bandrol verilmezse, yayıncı kitapları serbestçe dağıtıma sahip kanunen.
Ama bu Kürt bir yayıncı ve yazarı sistemce “lanetlenmiş” biri ise bu geçerli değil. Oysa düşünce ve ifade özgürlüğü herkes için geçerli ve kutsal bir kavram.
Söz konusu kitap, AİHM’e yollanan bir savunma metni olduğu halde, bu “örgüt dökümanı” olarak kabul edildi. Yayıncı ise, hukuğun temel ilkelerine ters bir biçimde, “örgüt üyesi olduğu kanıtlanamadığı halde” denilerek, “benzetme” yöntemi ile, kendisi “örgüt üyesi” olarak kabul edildi ve toplam olarak 60 küsür yıl cezası istendi.
Dünya Yayıncılar Birliği, bu yılki Yayınlama Özgürlüğü Ödülünü TÜYAP Fuarı sırasında İstanbul’da verecek. Şimdiden adayımı ilan ediyorum: Bedri Adanır! TÜYAP, bu ay Diyarbakır’da ilk kitap Fuarını düzenleyecek.
Ne güzel!! O sırada merkezi Diyarbakır’da olan bir yayınevinin editörü hapiste olacak.
Teşekkürler TC. Adaleti.

Hiç yorum yok: