27 Mayıs 2010 Perşembe

Türklük, Okul ve Cezaevi Uçgeni


Türkiye’de uzun yıllardan beri uygulana gelen açlıkla ajanlaştırma, ruhen bozarak ajanlaştırma, kurumsallaştırarak ajanlaştırma gibi birçok yöntem, çocuk üzerinden de hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntemin yeni dünya versiyonunu Fettullah Gülen, Dünya, Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye’deki okullarda uygulamaktadır.

TMK mağduru çocuklar, deliller henüz, hala polis tutanaklarıyla sınırlı kalsa da, sadece özgürlükleri değil, sağlıklı büyüme, eğitim ve oyun hakları da ellerinden alınarak, aylardır hapishanede. Kendilerine verilen cezalarla bugün bu çocuklar, milattan sonra bugüne kadarlar...

AKP Hükümeti’nin milattan sonra ‘2001’ yılında, TMK üzerinden mağdur ettiği taş atan çocuklara verilen cezanın toplamı 2 bin (2000) yılı geçmiş. Bu bir kültür tarihidir.

Adalet Bakanlığı’na göre 2007-2008 yılları arasında toplumsal gösterilere katıldığı gerekçesiyle yargılanan yaklaşık 3 bin çocuk varken, Diyarbakır Barosu’na göre ise, 7 bin çocuk yargılanıyor. Bu bir ilçe demektir.Daha düne kadar Kürt olduğu için inkar edilip ‘var’ sayılmazken, bugün ‘terörist’ olarak ‘var’ edilmektir. Kürt halkını da iradesinden dolayı terörist gören devlet, Kürt çocuklarını da şimdiden örgüt mensubu sayıp, ‘7000 kişilik bir örgüt’ kurguluyor. Örgütle hiç alakası olmayan çocukların, ille de örgüt üyesi olarak görülmek istenmesidir. Bu ülkede birşey ‘atmak’ yasaklanırken, devlet, çocukların sayısını bile doğru olarak vermezken, istediği telden istediği yalanını atabiliyor… Bu, çocukluğa kestirmeden elveda demektir.

Koskoca Kürt halkını terörist olarak minimize etmeye çalışan devletin, 7000 kişilik örgüt mensubu olarak yargıladığı bu çocukların toplamının bir halk ettiği gerçeğini farketmemesidir. Çocukların yargılanacağı ‘ceza’nın niteliği sayısından daha çabuk tespit edebilmektir. Bu, ya ne yaptığını bilmemek… ya da gayet iyi bilmektir. Onlar, aslında pek ala da ‘taşı fırlattıkları’ gerekçesiyle değil, kendileri için kurgulanmış ve makuzlaşan kaderlerini farkettikleri ve buna öfke duydukları için gözaltına alınan Kürt çocukları. Her birine onlarca yıl ceza verilen, gözaltında ve cezaevinde işkence ve kötü muameleye maruz kalan TMK mağduru çocukların hepsinin, eylemlere katıldıkları ve taş attıkları gerekçesiyle davası var. İçlerinden birçoğu hala cezaevinde yargıtayın kararını bekliyor. Kimisi en az 3 ila 5 ay cezaevinde kaldığı için okullarından atıldı. Bir kısmı da halen polislerin takip ve baskısı altında.

‘Örgüt adına’ mı?

Çocukların yargılandıkları maddeye dönecek olursak…: Tahliye olsalar bile, bunun, ceza almayacağı anlamına gelmediği çocuklar, ‘örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak’ gibi bir ithamla yargılanıyorsa ve yargılama, TCK’nın 220/6’ıncı maddesine göre yapılıyorsa; tutuksuz yargılandıkları süreçte bu çocuklar, örgüt adına mı okula gidecek, örgüt adına mı parkta oynayacak, örgüt adına mı mendil satacak, şeker yiyecek, oyuncak alacak?

Zaten mağdur olan Kürt çocuklarına, mağduriyetin mağduriyeti yaşatılıyor. Travma kentlerin çocukları, cezaevlerinde kurgulanıyor. Henüz 2009 yılı çocuk ihlalleri tam olarak açıklanabilmiş değil. Ama, İHD 2009 Yılı Çocuk İhlalleri Raporu’nun şu belirtileri, vahimiyetin ortaya çıkması için bize yine de yeterli veriyi sunuyor. Rapordan bir bölümü şöyle:

Polis otosunda ve emniyette çocuklara işkence ve kötü muamele
Gözaltına alınan çocuklar karakola değil, portakal bahçesine!
Kolluk güçleri toplumsal olaylarda orantısız güç kullanmaya devam ediyor...

Hak ihlalleri cezaevlerinde de devam ediyor. Cezaevlerinde çocuklara sistematik işkence.

Kimi çocuklar, çocuk cezaevi yerine, yetişkinlerin konulduğu cezaevlerine konuluyor.

Yetkililerin ‘Çocuklarınızı sokağa bırakmayın’ sözlerine, ‘’Ne yapalım, çocuklar sokağa çıkmasın mı?” diye aileler tepki göstere dursun, sonuç değişmiyor. Yaşlarından fazla ceza istemiyle yargılanan çocuklarından, ‘’Suçlu değilim, ama 4 ay cezaevinde yattım,” diyen bir çocuğun durumuna göz atacak olursak:

N.K, 16 yaşında. Hakkında açılan davadan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmış. Eylemden sonra evine yapılan bir baskınla gözaltına alınmış. Ardından cezaevine konulmuş. Cezaevinde işkence ve kötü muamele gördüğünü söyleyen N.K, ‘’Gardiyanlar sayıma geldiklerinde bizi yere yatırıp dövüyorlardı: bize ‘pis teröristler’ diyerek hakaret ediyorlardı” diyor: Kürt çocuklarına yönelik ihlalin ihlalinin ihlaline devam edelim:

Adana M Tipi Cezaevi’ne konulan 32 çocuk işkencelere maruz kaldı.

Diyarbakır’da taş atan çocuklar, ailelerinin gözleri önünde işkenceye maruz kaldı.

Açık görüş sırasında, cezaevi müdürünün odasına çağrılan üç çocuk, müdür ve sivil görevlilerce tokatlandı, azarlandı ve fırlatılan küllükle yaralandı.

Yılbaşı ve sonrasındaki günlerde bölge cezaevlerinde açık görüşe çıkma hakkı olan çocuklar, bu hakkından çoğunlukla yararlanamadı.
TMK mağdurlarının sayısı, cezaevlerinin nicel kapasitesini çoktan aştı.

Çocuklarının mağduriyetlerini müdürle görüşen aileler cezaevinden ayrıldıktan sonra, sözkonusu çocuklar müdür tarafından azarlanıp, sözlü şiddete maruz kaldı.

Burada yalnızca bir kısmı anlatılan ihlallerin dışında,
Türkiye illerinde bir çocuk, yapılan eylemlerden ‘toplantı ve gösteri yasasına muhalefet etmek’ suçlaması ile yargılanırken, Kürt illerinde aynı eylemde bulunan çocuklar, ‘örgüt üyeliği’, ‘örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüt adına eylem ve fiilerde bulunmak’ gibi suçlamalarla yargılanıyor.

İhlallerin ihlallerine, bu kez de İ.K.’nın, cezaevinden yolladığı bir mektupla devam edelim:
14 yaşındaki İ.K. Cizre’de tutuklu ve Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde davası görülüyor. Yaşı dikkate alınarak cezası 7,5 yıla indirilirken, dosyası yargıtayda bekliyor: ‘’... pis kokular geliyor, tuvalet, mutfak, banyo yan yana, iç içe. Buraya bir grup geldi üniversiteden. Bize durumumuzu araştırmak için geldiklerini söylediler, kötü kokudan dolayı içeri girmediler. 13 yaşında arkadaşımız var burada; hakkında 20 yıl ceza isteniliyor, çok küçük, ceza da verecekler galiba. Ben buraya geldikten sonra insanların ne halde olduğunu yeni anladım. Cizre’de tutuklandım, hakkımdaki suçlamaları okuyunca şok oldum. Bizim evde televizyon yok ki ben talimat alayım. Halimiz kötü burada, geçen yemek yedik, zehirlendik. Hastaneye götürülmedik. Dediler ki, bol bol su için geçer. Sanki bol bol su var.” Bu çocuklara verilen ve uygulanan gözaltı-tutuklama ‘ceza’ları sosyal bir dönüşümü mü amaçlamaktadır, yoksa; siyasal bir baskıyla, asimilasyonu çaktırmadan mı uygulamayı amaçlamaktadır? Çok eskilere dayanan ve yine, çok ileriye dönük bir projenin sonucu olarak; korkan, susan bir kuşak yaratmak istenirken; tüm bu saldırılar, yeni bir yutup yoketme dalgası daha gelmeden önce, bölgeye, ileriye dönük olarak ekonomik-sosyal-kültürel anlamda da eski bildik saldırıların artacağını göstermektedir.

Ne terörist ne TMK, Bu çocuk yine de büyümüyor!

TMK mağduru olmayı bir yana bırakalım, Kürt çocuğuna uygulanan ilk çareler(!), bazen daha da vahim oluyor: Çocuk da olsa, kadın da olsa ölüyor. 2000’li yılların ardından başlayan köye dönüşlerle birlikte temizlenmeyen mayınlı araziler ve askeri alanlardaki mayınlar ile patlamamış askeri mühimmatlar ise; terörist görülmeseler de, TMK’dan yargılanmasalar da, Kürdistan coğrafyasında, çocuklar için ölüme yol açıyor.

Türkiye 2004 yılında imzaladığı Mayınları Yasaklama Anlaşması’na uymayarak, 1999-2008 yılları arasında 250 kişiyi öldürerek, 581 kişinin de sakat kalmasına yol açmıştı. Bununla da kalmayıp, PKK’nin olumlu yanıt verdiği CC-Geneva Call’in , bağımsız kuruluşların Türkiye’de yapmak istediği araştırmaya karşı çıktı. Uluslararası Kara Mayınlarını Yasaklama Kampanyası (ICBL) ve Cenevre Çağrısı’na kulak asmayan Türkiye’nin, değil elindeki mayınları imha etmek, bölgedeki mayınlarla çocukları imhayı sürdüreceği apaçıktır.

‘’1 Mart 2004 tarihinde yürürlüğe giren Ottowa Sözleşmesi’ne göre, taraf devlet olan Türkiye, 2014 yılına kadar sözleşmenin gereklerini yerine getirmek durumunda. Sözleşmeye göre 2014 yılına kadar temizlenmesi gereken mayınlı alanların ne kadarlık bir bölümü temizlendiği bilinmezken, Türkiye’nin Nisan-2004-Ağustos 2004 tarihlerinde Birleşmiş Milletler’e (BM) gönderdiği ilk rapora göre, stoklarda 2 milyon 973 bin 481, toprakta 921 bin 80 mayın olduğu ve topraktaki mayınların 15 ilde olduğu belirtiliyor. Aynı raporda 7 ilde yaklaşık 687 yerin mayınlı olduğu şüphesi olduğu belirtilirken, 2014’e kadar toprağa döşeli yaklaşık 1 milyon mayını temizlemesi gerektiği ifade ediliyor. Aynı raporda bu mayınların 6,5 yıl içinde imhasının çok zor olacağı belirtilerek açık kapı bırakılıyor.”

Yapılan diğer araştırmalara göre, son 8 yıl boyunca Kürt illerinde meydana gelen patmalarda... çoğu çocuk 258 kişi hayatını kaybediyor, 728’i de yaralanıyorsa ve 2010 yılının ilk 4 ayında, 13’ü çocuk toplam 19 kişi yaralanıyor ve 2 çocuk da ölüyorsa; bu tablonun ileriye dönük rakamları, sözü geçen açık kapıya kimsenin el atıp kapatmayacağına işarettir.

Türklük, okul ve cezaevi üçgeni

‘’Oyun’ ve ‘’Çocuk’ demişken, ‘Savaş’, ‘Türklük’, ‘İslamiyet’ ve ‘Cezaevi’ de diyecekken, Gülen ve okullarını anmadan geçmek olmazdı.

Türkiye’de uzun yıllardan beri uygulana gelen açlıkla ajanlaştırma, ruhen bozarak ajanlaştırma, kurumsallaştırarak ajanlaştırma gibi birçok yöntem, çocuk üzerinden de hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Uzun vadede, ama daha kökten bir çözüm olarak ele alınan bu yöntemin yeni bir dünya versiyonunu da Fethullah Gülen, Dünya, Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye’deki okullarda uygulamaktadır. Bu yatırım ve arzu, tabii ki Gülen’le başlamış bir ‘kurgu’ da değildir. Yeni dünyanın çocuğunu da kurgulayan 21. yüzyılın ortak paylaşanları, 22. yüzyılda bugünün çocuk kurgusuyla pek ala da bir ‘ajan genç’ten devşirilmiş dünyaya sahip olmayı amaçlamaktadır.

Halen peşindeler

E.K (16), gözaltında tutulduğu iki gün boyunca, tanımadığı insanlar hakkında ifade verilmesinin istendiğini söylüyor. M.K (16) ise, gözaltında polislerin kendilerini dövdüğünü belirtirken; ‘’Beni muhbirliğe zorladılar. Halen peşimdeler,” diye belirtiyor.
Burada bir soru sormak gerekirse Kürt çocukları bu cezaevlerinde ‘nasıl (!)’ ıslah edilecek ki; cezaevine girmeden önce kendini ait hissettiği Kürt halkıyla birlikte hareket eden ve ‘bu bahaneyle’ terörist ilan edilen bu çocuklar, cezaevinden çıktıktan sonra, ‘terörist’ sıfatından kurtulup, bu kez, o halkın karşısında yer alacak?

Bu ve benzer yöntemler, Kürt çocuklarına devletin öğretmeye ve alıştırmaya çalıştığı yöntemlerden yalnızca iki örnek. Ve yalnızca, gözaltı ya da cezaevlerinde uygulanmaya çalışılan bir yöntem değil. Bu kurumların yanı sıra, yaratılmaya çalışılan ‘’ajan çocuk”, ‘’ispiyoncu çocuk”la da yetinmeyen devlete eşlik edercesine ve kuşkusuz birçok yerde birlikte yürütülen bir çalışma olarak, sokak ve okullara da bu tarz taşınıyor. Hatta, Kürdistan’daki okullarda kimi öğrencilere, PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı karalayıcı videolar da seyrettirilmek istenmesine kadar, okul vb. kurumlar, siyasi olarak çocuğun yönlendirilmeye çalışıldığı alanlar olarak kullanılıyor.

İstisnai olaylar olarak ele alınmaması gereken bu birkaç örnekteki devlet yöntemi, uzun yıllardır Kürt halkına ve Türkiyeli demokratik alanlara uygulanmış, hatta bunun en tumturaklı biçimi olarak, koruculuk sistemi gibi bir çok oluşum da yaratılmıştır.

Hala hesabının sorulmadığı ve hala generallerinin yargılanmadığı 12 Eylül dönemin 31. Koğuş’unda Hizbullah’a kadrolar yetiştirmek isteyenler, şimdi de yine aynı şekilde TMK’dan mağdur olan çocukları ajanlaştırmaya çalışıyorlar.

Kürdistan’da kurgulanan çocukluğu, Türkiye’de eğitim ve okul dendiğinde son yıllarda adından çokça sözettiren Gülen Tarikatı/Teşkilatı’nı ele almadan geçip gitmek, AKP Hükümeti’nin yaygınlaştırmaya çalıştığı ‘ajanlık kodları’nı ve geleceğin Kürt halkı için düzenlenen senaryolarını anlamamak demektir...

Dalgakıran okullar

Fethullah Gülen, bir süre önce internet alanına düşen, kendi yandaşlarına seslendiği esnaf planının Kürt illerine gelen bölümünde, ‘’...Şimdi bunların içinde mollalar, hocalar, şeyhler, dindarlar var. Açtığımız okullarda, orada ve kurslarda bunlarla diyalog kurabiliyoruz. Bu, sertlikleri, dalgayı kırma imkanı oluyor..” derken, konuşmasından da anlaşılacağı üzere; okulları dalgakıran olarak işliyor, yaygınlaştırıyor. Bu okul ve diğer kurumları aracılığıyla, çok açık bir ifadedir ki; İslami Ortadoğu, İslami Gülen tarafından dikizleniyor.

‘’...Esas derdin dermanı olan reçeteyle işin üzerine gitmiyorlar, yanlışlık içindeler. Haber toplamak açısından da yanlışlık içindeler...”, şeklinde süren konuşmasında; okulların açılmasındaki bir diğer amacı ifşa ediyor: İstihbarat birimleri halinde işletilen okullarda, bu kurumlardaki yönetici, öğretmen ve tabii öğrencilere ajanlık ve haber toplama görevi veriliyor.

Gülen ve eğitim sevgisi!

Bu örgütlenmenin iddiasını anlamak içinse, bu okulların dünya ölçeğinde ne kadar alanda kurumsallaştığına bakmak gerekiyor:
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 29 Mart’ta, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a yaptığı son ziyaretinde de, üstünde çokça durulan ve Almanya’daki öğretmenlerin yoğun tepkisini alan, Almanya’da Türkçe liseler ve üniversite kurma teklifinden de hatırlanacağı gibi; Gülen Hareketi okulları, Türk girişimcilere dünyanın çeşitli yerlerinde açılan özel okullardır.

5 kıta ve 120 civarında ülkede faaliyet gösteren ve sayısı toplamda 1000’den fazla olan bu okullar, isim ve hukuki bakımdan birbirinden bağımsız olmakla birlikte, Gülen Hareketi kaynaklıdır.

Bulundukları ülkelerde sınavla öğrenci alan okullar, elit ve üst düzey bürokrat kesimin çocuklarını gönderdiği okullardır. Türkiye’de eğitim gören yabancı uyruklu öğrencilerin bir çoğu da bu okullardan gelmektedir.

Okullardan bazıları: Brooklyn Amity School,

Liseler: Ayçürök Kırgız Türk Kız Lisesi (Kırgızistan), Pioneer Bilim Akademisi, Muhammed Fatih Koleji (Sudan, Turgut Özal Türkmen Turkish High School (Türkmenistan),...

Üniversiteler: Kafkas Üniversitesi, Kırgızistan Uluslararası Atatürk Alatoo Üniversitesi, Uluslararası Türkmen-Türk Üniversitesi, Kazakistan Süleyman Demirel Üniversitesi, Gürcistan Uluslararası Karadeniz Üniversitesi, ...

Federe Kürdistan’da açtığı okullar:

Hewler:

1.Fezalar Eğitim Kurumu
2.Işık Dil Merkezi
3.Işık İlköğretim Okulu
4.Nilüfer Kız Koleji
5.Işık Erkek Koleji
6.Işık Üniversitesi

Süleymaniye’de ise;

1.Süleymaniye Kız Koleji
2.Selahattin Eyyubi Erkek Koleji
3.Selahattin Eyyubi Dil Merkezi

Gülen’in Kerkük’te ise; 1 okul ve 1 dil merkezi bulunmaktadır.

İlki 2003 yılında yapılan Uluslararası Türkçe Olimpiyatları ise, yurtdışındaki Gülen Tarikatı okullarında öğrenim gören öğrencilerin Türkçe sunumlarla katıldığı bir yarışmadır. 2009 yılında 7.si yapılan bu yarışmaya yabancı ve Türk asıllı, 115 ülkeden katılımcı okul olurken; yarışma, Türk Dil Kurumu ve çeşitli devlet kurumlarınca da desteklenmektedir.

Öğrencileri, Gülen’e vefa borcunu nasıl ödeyecek?

Bunca uzun verilerden sonra, bir soru sormadan geçmek olmayacaktır: Gülen, dünya çapında, belli bir bağlaşıkta tutulup kurumsallaştırılmaya çalışılan bu dünya çocuklarına, yalnızca Türkçeyi öğretmek amacıyla mı onca okulu açıverdi? En önemli sorun şudur ki, bu okullarda eğitim adı altında biraraya getirilen çocuklar, yetiştikten sonra Fethullah Gülen’e vefa borcunu nasıl ödeyecektir? Bulundukları ülkelerdeki bu okullara sınavla girebilen elit ve üst düzey bürokrat kesimin çocukları, dünyadaki hangi çocuk kesiminden ayrıştırılarak kurumsallaştırılıyor ve hangi çocuk kesimine karşı biraraya getirilip eğitiliyor?...

7 yıl önce ilki gerçekleşen ve geçen sene ‘sevgi dili: Türkçe’ sloganıyla dünya çocuklarına avuç avuç sevgi dağıttığını iddia eden bu yarışmanın, sıra Kürt çocuklarına geldiğinde 2004 yılından beri Kürdistan illerindeki AKP Hükümeti tarafından çocuklara nasıl beden beden ölüm dağıttığına birkaç örnekle göz atalım isterseniz:

21 Kasım 2004: 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın bedenine 13 kurşun sıkıldı ve ölü bedeni terörist ilan edildi.

Mart 2006: Diyarbakır’da kitle gösterisinde 6 çocuk katledildi.

16 Şubat 2008: Şırnakta’ki bir gösteride, 16 yaşındaki Yahya Menekşe panzerle ezildi.

Mart 2008: Hakkari’de, 15 yaşındaki C.E’nin kolu kırıldı. Çocuk daha sonra tutuklandı.

Nisan 2009: Hakkari’de, 14 yaşındaki Seyfi Turan, bir protestoda özel tim mensubu polisler tarafından, silah darbeleriyle yaraladı.

9 Ekim 2009: Cizre’de 18 aylık bebek Mehmet Uytun, polisin müdahale ettiği gösteride, atılan gaz bombasının kafasına çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Türkçe öğrenemedi diye mi öldü?

Birkaç soruyla daha düşünmek gerekirse: 2002 yılından sonra, Gülen Cemaati’nin siyasi kolu olarak adlandırılan AKP Hükümeti, Kürt illerine Fethullahçı ve AKP’li polis yöneticilerini yerleştirdikten sonra, Kürt çocukları, Türkçeyi öğrenemedi diye mi öldü?.. Bu yöneticiler, Kürt çocuklarının sokakta ve okullarda daha iyi eğitim alamadıklarını düşünüyor diye mi cezaevlerine toplandı?

Gülen Cemaati okullarının, ne yanlızca Türkçeyi dünyada yaymak, ne de yalnızca İslamiyeti yaygınlaştırmak niyeti vardır. Kürt çocukları Türkçeyi değil, Ortadoğu’da yok olmayı öğrenemedikleri için şimdi cezaevlerinde betonun üstünde yatıyor.

Fethullah Gülen dünya çocuklarına okul aça dursun, siyasi kolu AKP Hükümeti de Kürt çocuğu için bölgede istihbarat toplayacağı okul ya da TMK mağduru ettiği çocuklara cezaevleri açsın.

Kürdistanda ‘çocuk, kurgu ve Kürt’ün çıktığı OYUN alanı burasıdır işte. Ve İşte tam da bu durum, bize Kürdistan ve Türkiye’de açılan Gülen okulları ile Kürt illerinde son yıllarda yargılanan/tutuklanan 7000 çocuğun çelişkisini ortaya koymaktadır. Okullarda disipline olmazlarsa, biz de hapislerde disipline ederiz ya da ortalıkta görünmez kılarız mantığı, TMK mağduriyetinin örtülü nedenini de ortaya koyuyor.

‘’Siz daha iyi bilirsiniz’’

Kürdistan’da ya da metropollerde Kürt çocuğu olarak, ister ailesinin yanında yaşıyor olsun, isterse sokakta yaşıyor olsun, akıbetler birbirine çok paralel, çok yakın ve neredeyse sınırsız hale gelmiştir. Ailenin yanında yaşamanın pek de garantili bir gelecek vaadetmediği, aile içerisinde yaşayan çocukların dışarıda satıcılık yapması; yoksul ailenin; çocuğun eğitim, sağlık, bakım ve nafakasını artık karşılayamamasını bir yana bırakalım, çocuğun aileye bakmak zorunda kalması, onu dışarıdaki arayışlara sokmaktadır. Modern toplumda bile yoksulluktan nasibini alan çocuk, ev yaşamından daha da uzaklaşmakta, erken yaşlarda başının çaresine bakma yükümlülüğü altında kalmaktadır. 2003 yılının, kısa bir diyalogudur, belki de herşeyi, en kestirmeden anlatacak olan cümle...

Sosyal Hizmet Uzmanı İrfan Polat birgün, sokakta çalışan çocuğa, ‘’Niye sokaklarda çalışıyorsun?” diye sorduğunda, yanıt olarak şu cümleyi alır: ‘’Bunu ben bilemem, ben çocuğum, siz büyüğümüzsünüz, siz daha iyi bilirsiniz.”

Yarı-çocuk

Yoksulluk ve üstüne bir de devlet terörünün dağıtıp parçalandığı ailelerden, yaşayabilmek için, civa gibi sokakların yolunu tutan boy boy, yarı-çocuk minyatür insanlardır, ‘’bilmem’’ derken, aslında herşeyi nasıl da bilen... Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir türlü ilerleyemeyen Türkiye demokrasisinin yetmezliklerinin sokaklara dağıttığı çocuklar, bugün aradan 7 yıl geçse bile, hala bi türlü ‘tam-çocuk’ olamayan, ama bu ülkede kayıtsız kalma lüksünün olmadığı hayatların özneleridir.

Kürdistan’da çocuk dili: ‘’Savaşa Hayır’’

İhmal, inkar, asimilasyon, göç, faşizm, eğitimsizlik, ekonomik olarak çöküntü yaşattırılan bir bölgede sosyolog ve psikologların, eğitimcilerin de kabul edeceği gibi nasıl ki; gençlerin dağa çıkması kaçınılmaz ve bir gerçeklikse, aynı bölgedeki çocukların taş atması da kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu gerçekliğin içinde doğup, bu gerçeklikle ‘erken büyümek zorunda kalan çocuklar, bir başka ülke ya da bölgedeki gibi ne Noel Baba ne de Sinderella masalları ile avutulabilirler artık. Onları gerçekten mutlu edecek şeyse, onların taleplerine kulak asmak ve gereğini yerine getirmek olacaktır.

Sokaktaki çocukluktan ‘ev’ çocukluğuna geçen çocuk olduğuna inanmıyorum. Ama Kürdistan’da bunun için zaten mucizelere bile yer yoktur. Bu çocukların bir kısmı şimdi, TMK mağduru da olarak, yaşamlarını ev değil, ‘cezaevi’nde ve mahkeme duvarlarının içinde sürdürecekler.

AKP Hükümeti’nin son dönemde bayramda şeker dağıtır gibi, sözümona açılımında umut dağıttığı... 2003 yılının sokağında çalışan/yaşayan ya da ailesinin yanında olsa da diğer çocuklarla birlikte aynı özgün sorunları paylaşan bu yarı-çocukların taleplerinin en kısa ifadesi değil midir ‘’Savaşa Hayır” demek?Yaşamının daha o ilk yıllarında eziliyor olması yetmemiş gibi, daha da ezilecek olduğunu anlamanın yarattığı öfkeyle, bugün taş attıkları için bi anda ‘terörist’ ilan edilirken, barış talepleri değil miydi onları mahkemelerde, savaşla en yakın metrajda, sorular ve yanıtsız sorularla karşı karşıya bırakan. Uyuşturucu, taciz, hırsızlık, fuhuş gibi bir dünya sorunun kurbanı ve çarkı olmayı reddin; birikim, istek ve çabasına gönüllü olmak değil midir, elindeki taş olsa da, yüreğindeki ümidi fırlatan.

Ailesi ve kendisi yoksulluk içinde, baskı ve inkar kıskacında yaşamaya mecbur bırakılmış bir çocuk, taş atarken bu kez de, kendisi bir soru sormuyor mudur; ‘’Bu savaşı hala, neden bitirmiyorsunuz?’’ diye.

Erken büyüyen ve hatta politikleşmek zorunda kalan bir çocuğun oyunu, herhalde körebe olamaz. Çocuk o ebeyi de çoktan biliyordur... ebenin dışında kalanları da.

Son olarak:

Türkiye’de çocuk, ihmal edilir. İhmal edilen çocuk imha edilir. Ola ki; ihmal edilen çocuk imha edilemiyorsa, bu kez tekrar başka yöntemlerle ihmal edilir.... Sanki, Çocuk Koruma Kanunu Temel İlkeler Bölümü’nde, ‘’Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulmadır’’ denmemişcesine, artık biz de, adeta bakkal defteri gibi olan bilançoların anlık çetelesini tutarken, ihmal ve imhaların hızına yetişemiyoruz.

BİTTİ

GÜLNAZ DUMAN BİLGE

dilefkar@hotmail.fr

Hiç yorum yok: