19 Mayıs 2010 Çarşamba

Lazca'nın Geleceği Üzerine


2000’li yılların basamaklarını tırmanırken AB sürecine giren ülkemiz, bir yandan da demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmaktadır. Şüphesiz bunların en başında geleni anadil eğitimi ve anadilde yayın hakkıyla ilgili atılan adımlardır.

Devlet alışagelmiş, katı ve baskıcı kurallarını yumuşatıp ılımlı bir duruş sergilemeye çalışırken, çok değil 6-7 yıl öncesine göre dudak uçuklatacak kararlar alabilmektedir. Ülkemizde demokratikleşme adına atılan bu adımları desteklediğimizi belirtirken, değişik yönde gelen eleştirilerin ana başlıklarını hatırlamakla yetinelim.

Bir kere hatırı sayılır bir kesim var ki bu gelişmelerden memnun görünmektedir. Memnuniyetin dışında kalanlardan kimileri gelişmeleri şaşırtıcı bulurken, kimileri de sakıncalı bulduklarını dile getirmekte. Kimileri de iktidarın seçim yatırımı olarak görmektedir. Yalnız ortada hiç kimsenin pek ilgilenmediği önemli bir kitlenin de oldukça enteresan görüşleri var ki, o görüşler de benim dudağımı uçuklatacak cinsten. Hayatı boyunca demokratikleşmeye karşı çıkıp, Türkiye’nin çok dilliliği ve çok kültürlülüğünü hiç sahiplenmeyip karşısında olanlar, bugün devletin bu işleri ihmal edip çok geciktiğini söyleyebilmekteler. Ben de bu kadarına da pes vallahi diyorum. Bu insanlar bunca zaman neyi savunmuşlar ki?

Biz bu tartışmaları muhataplarıyla baş başa bırakarak devletin bu tutumunu destekleyip demokratikleşme adımlarını sürdürmesini istiyoruz. Ülkemizin çok dilli ve çok kültürlü konjonktüründe bu ülkenin vatandaşlık onurunu taşıyan herkese devletin her kademede aynı mesafede durması gerektiğine inanıyoruz.

Ülkemizin demokratikleşme sürecinde hem var olabilmek, hem de bu sürece katkı sağlamak için Lazların şapkasını önüne koyup ona göre sağlam bir duruş belirlemesi gerekiyor. Bu süreçte var ya da yok olmayı bu duruş belirleyecektir. Devletin katı ve inkârcı tutumuna direnildiği gibi süreç içinde de ne gördüm delisi olmadan ipin ucunu kaçırmamak gerekir. Bunun için devleti karşısına almayan, devletle cebelleşmeyen politikalar geliştirilmelidir. Bugüne kadar kısır bir döngüde hapsedilip içeriden ya da dışarıdan çeşitli senaryolarla bölücülük fobileri geliştiren baskıcı ve inkârcı zihniyetin kuşatması kırılırken, hak ve hukuk kavramından yoksun, taleplerin bilincinde olmayan, dik başlı ve slogan varı söylemlerle öne çıkmak hiç kimsenin işine yaramaz. 

Bir kültürün gelecek kuşaklara taşınmasında olmazsa olmaz tek araç dildir. Halı hazırda Lazcanın günümüz kullanımıyla geleceğe taşınamayacağına kuşku yoktur. Daha doğrusu yazılamayan hiç bir dilin geleceğe taşınabilme şansı bulunmamakta. Öncelikle bunun altını çizdikten sonra Lazcanın kitlelerce okunup yazılması çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürmek gerekiyor. Şu an Lazcanın yazılıp okunabilecek bir alfabesi olduğunu çok az sayıda insan biliyor. Oysa yirmi yıla yakın bir zamandır ülkemizde Lazca yazılıp çizilmekte ve çeşitli yayınlar yapılmaktadır. Şu an bütün diyalektlerin yazılışını karşılayan Lazca alfabe vardır. Lazların bunu bilmemelerinin çeşitli nedenleri olabilir. Bunlara mazeret uydurmanın mantığı yok.

Lazlar için kültürel milat sayılan 1993 yılından bu yana yaptığımız çalışmaların yetersizliği ortada. Daha doğrusu müzik dışında birkaç kişinin yayınları ve iki tane web sitesinin ötesinde sürdürülen bir şey yok. Müzikte de on beş yılda var olabilen bir isim dışında misyonu devralacak birinin yetiştirilememesi kendi alanında derin bir boşluk.

Ne yapılmalı?
 
Ne yapılmalı sorusuna çok uzun soluklu bir süreci kapsayabilecek bir cevabı oturtabilmek gerekiyor. Basın-yayın ve dernek-vakıf gibi örgütsel yapılanmaların ötesinde bir süreçtir sözünü ettiğim. Örgütsel yapılanmaların gerekliliği elbette ki tartışılmaz. Ama kuşaklar arası bir süreçte dilin ve kültürün korunup geleceğe taşınmasında tek lokomotif güç halktır. Bugüne kadar böyle olduğu gibi bundan sonra da böyle olacaktır. Bunun için Lazcayı hızla yazılı dil haline getirmek gerekiyor. Lazcanın okunup yazılması ne derneklerle, ne web siteleriyle ne de basın yayın yoluyla yapılabilir. Devletin vereceği bir televizyon yayını da bu işlere araç olamaz. Mesele devlete Lazcayı kabul ettirmek değildir. İş bununla bitmiyor. Mesele Lazca eğitimi alabilmektir. Bunun için ona verdin bana da ver mantığı terk edilmeli. Biz devletten sus payı istememeliyiz. Sus payı yerine bizzat devletin anadil eğitimine el atmasını istemeliyiz. Lazca, konuşulan bölgelerin eğitim ve öğretim müfredatına zorunlu yerel dil veya seçmeli yerel dil olarak girebilir. Devlet bir anadil politikası geliştirmedikçe derneklerle, dergilerle ve nihayetinde özel kurslarla bu işler yürütülemez. Öncelikle halk anadiline sahip çıkarsa, halkın bu isteği devletin anadil politikası geliştirmesine manivela olabilir.
Devamında Laz Dili ve Edebiyatı kürsüsü ve nihayetinde bir Laz Enstitüsü olmadan bu dilin ve kültürün geleceğe taşınması hayalperestlik olur. Geçmişte bıraktığımız yirmi yıllık süreç bu açıdan çok kısa bir süreç değildir. Hiç değilse Lazlardan bir dilbilimci, filolog ve bir Lazolog yetişebilirdi. Bu alanda akademisyenler yetişmedikçe; dilin fonetiğini ve yapısını inceleyen gramerler ve özgün kültüre ilişkin bilimsel eserler üretilemedikçe; kültürü, edebiyatı ve sanatı yazılıp gelişemedikçe bu dilin geleceğe taşınması boş bir beklenti olacaktır.

Kâmil Aksoylu

Hiç yorum yok: