11 Mayıs 2010 Salı

Evrenin izdüşümü

'Kainatın aynasıyım
Madem ki ben bir insanım'


Yaşamla ölümü iç içe yaşıyorsak, dahası her an ölümün sonluluğunu yaşıyorsak, yaşadığımız anları evrensel varoluşta nereye koyabiliriz?

Kendi anlarını yaşamak, tüm evren öğeleriyle evrenin oluşumuna paralel bir yaşam duruşu sergilemektir. Kendi anlarının dışına çıkabilmek ise insana has bir anlam dünyasının temel özelliğidir. Her evren öğesi kendi zamanını yaşarken, insan, kendi zamanının dışına çıkarak tarihin sayfalarında gidip gelebilir. Yaşadığı andan sıyrılıp yaşanmış bir hatırayı gözlerinin önüne getirmek ya da bir hayalin yarında gerçekleşmesini bugünden gözlemlemek, kendi anlarının dışına çıkmak anlamında birbirlerine eşdeğer algı biçimleridir. İnsan, gelecek ütopyaları kurarak geçmişinin nasıllığını yorumlayabilir. Dinlemekte olduğu bir şarkıyı ilk nerede ve kimlerle birlikteyken duyduğunu hatırlayıp o zamana gidebilir. Ve bu yolla yaşadığı zamanı esnetebilir. Bir tarihin izlerini ve zaman bilincini taşımaktan kaynaklıdır tüm bunlar. Bildiğimiz kadarıyla insan dışındaki canlıların tarih ve zaman algıları yoktur. Ancak insanlar onlara tarih atfederek ve kendi insan türü içinde, türdeşleriyle paylaşabilirler.

BEKLEYİŞ, SABIR VE ISRAR

Bir kenenin, altından birinin geçmesini umduğu bir ağacın dalında sabırla, sessizce, bir ölü sakinliğinde hem de 18 yıla kadar beklemesiyle, vahşi hayvanların aynı sakinlikle ve sabırla bekledikten sonra avına saldırmasını ortaklaştıran şey, yaşamı süreklileştiren anlam olmalıdır. Yaşamak, yarını karşılamak ve kendinden sonra türünün devamını sağlamak, kendinden olanı yarına ulaştırabilmektir. Evrenin her canlıya verdiği bir görevdir belki de üremek ve türünün devamlılığını sağlamak. Bunca sabrı gösteren kenenin, yumurtalarını bir sıcakkanlının bedenine bıraktıktan sonra, yani üreme görevini gerçekleştirdikten sonra, hayata veda etmesi inanılmaz bir üreme ısrarını göstermektedir. Yani onca bekleyiş, sabır ve ısrar, sadece üremek içindir.

Evren tüm canlılara böyle bir görev vermişse, bu görevi yerine getirmek de evrensel varoluşla uyumlulaşmaktır. Beklediği 18 yıl boyunca, kene, nasıl yaşadığını, yaşamının anlamını, geleceğini vs. düşünmez. Sadece bekler. Sadece evrenin ona bahşettiği görevi yerine getirmek ve bu yolla evrenin bir parçası olmak için bekler. Ama diğer tüm canlılardan ayrışan insanın hakikati bunu aşmaktadır. İnsanın, yaşam ve varoluş amacının salt üreme ve soyunu sürdürme olmadığını bilmesi ve bunu aşan anlamlara ulaşma çabasını göstermesi, insanın kendi hakikatini kucakladığının da göstergesidir.

KELEBEK KURALI

Öcalan'ın kelebek kuralı dediği algıdan bunu anlıyoruz.

'Toplumsal yaşamı doğru tanımlamak ve bu bilinçle yaşamak, yaşamın kendisi kadar önemlidir. Belki de yaşam, doğru tanımlanmak içindir. Hemen belirtmem gerekir ki, genelde yaşam, özelde insan yaşamı kendine özgü bir mimarinin, inşanın sonucudur. Bu inşanın içine nelerin girdiğini belirlemek toplumsal bilimin temel görevidir. Belirlemek istediğim hususun daha iyi anlaşılması için, üç aylık ömrü olan kelebeği örnek olarak gösterebilirim. Kelebek için iç yapısı ve çevre ekolojisi bu üç aylık yaşamı belirlemiştir. Eğer bir kazaya kurban gitmezse, kelebek bu üç ayı yaşayacaktır. Onun için öncesizlik ve sonrasızlık (ezel-ebed sorunu) üç ayla sınırlıdır. Bunu sorun yapmayı da hiç düşünmez. Bu yönlü bir arzusu da olamaz. Olsa da fazla mesele yapmaz. Örnek içinde örnek: Gılgameş gibi. Gılgameş'i olumsuz örnek olarak sunuyorum. İzahını yapacağım. Tüm doğa ve evren özünde 'kelebek kuralı'na bağlı olarak yaşar. Sadece insanda yaşam bu kurala ters düşer. Muazzam sorunlu bir hal alır.'

KENDİ ZAMANINI AŞAN İNSAN

Sorgulamadan, hesap sormadan ve hesap vermeden, kendi zamanının ötesine gitmeden yaşamını sürdürmek, tüm canlıların ortak gerçeğini ifade eder. Bunun dışına çıkabilmiş olan insan, kendi gerçeğini toplumsal hakikate dönüştüren bir canlı olarak evren oluşumunun anlam yükselişini anlatır. Yaşamını sorgulayabilmesi, diğer canlılardan farklı olarak kim olduğuna ilişkin sorular sorarak kendinin ne olduğunun, evrende nasıl bir yer kapladığının arayışına girmesi, kendinden önceki ve sonraki zamanlara uzanabilmesi, insanı diğer türlerden ayıran bir özelliktir. Kendi zamanını özgürce yaşamak ve kendi zamanının dışına çıkabilmek, insanda olabilen ve evrenin kendini kavramsallaştırmasının göstergesi sayabileceğimiz bir durumdur. Bunu kendi çağını aşmış olan kişiliklerin yaşam öykülerinden anlamaktayız. Evren, kendi çağını aşarak tüm zamanları algılayabilen insan örneklerini, kendi oluşum tarihinin tüm zamanlarına ulaştırmış ve onları ölümsüzleştirerek ödüllendirmiştir. Hallac-ı Mansur ile Sühreverdi'yi bizlere bugün dahi düşündürten, onların yaşam anlayışlarını anlamaya çalışarak yaşamlarını algılamaya yönelten, bugünde onları aramaya çağıran ve onları unutulmaz kılan gerçek evrenin amacıyla ilgilidir. Ozanları tarihin çok eski zamanlarından çıkarıp yüreğimize, bugünümüze, bugünümüze anlam aşılayan ezgilerimize katan, yine aynı gerçektir. Bu insan seçkinlerinin ve dile getirdiklerinin toplamında, evrenin diğer canlılardan ayrılan insan gerçeğinin tüm birikimi yansımaktadır. Evren, kendi zamanını aşan ve bu yolla evrenin gelişimini zirveleştiren insan örneklerini ödüllendirmektedir. Özellikle Ortadoğu toplumları olarak böyle ödüllendirilmiş insanlarımız çoktur ve bizler bu mirasla kendi zamanımızı yaşama şansına ulaşmış bulunmaktayız.

İNSANDA ZİRVELEŞEN EVREN

Evren, insanın toplumsallaşmasıyla birlikte, o döneme kadarki varoluş seyrinden farklı bir adım atmıştır. Bu zamandan itibaren var ettikleri, var edeni sorgulamaya, anlamlandırmaya, anlatmaya ve yüceltmeye başlamıştır. Bir kural ihlali, yeni kuralın odağı olmuştur. Sadece ona biçilen yaşam formlarını yaşayıp gitmek yerine yaşamın anlamını sorgulatarak doğru tanımlanma amacına yönelmiştir insanda evren. İnsanın yaşadıklarına, duygularına, düşüncelerine, hayallerine ad koyma istemi bütünlüklü ele alındığında insanın kendini kavramsallaştırma çabasının bir yansıması olduğu anlaşılabilir. Çünkü kendini kavramsallaştırmaya yönelen insan, önce kendini oluşturan tekillikleri tanımlama eylemine girişecektir. Tekilliklerin tanımları birer birer yerlerini aldıklarında da ortaya çıkan kavramsallaşma, evreni anlatan insan olacaktır.

İnsanın sorguladıklarına bulacağı yanıt, evrenin sonul amacı olabilir mi?

Bu soruya cevap arayan evren, kendini insanda zirveleştirme arzusunda mıdır?

İnsanlar olarak bulduğumuz her cevabın yeni bir soruyu getirmesi, insan oluşumuzun bir özelliğiyken aynı zamanda evren olmaya doğru gittiğimizin bir göstergesi değil midir? Bir oyun gibi görünse de, özünde, bu algı, mevcut olanla yetinmeyen evrenin insandaki izdüşümüdür. Ozanlara 'kainatın aynasıyım' dedirten gerçeklik de aynı algıdan kaynağını almaktadır.

İnsan siluetinde kendini yetkinleştiren evrenin amacı, yaratımın, en güzel kavramlaşmasını sağlamak ise, insanda ortaya çıkan, anlam yükseldiğinde güzelliğin, cazibenin ve etki gücünün artması gerçeği, evrenin bu kavramlaşma isteminin bir izahıdır. Sonbaharın hüznü, bizlere hükmetmekte, tekmil benliğimizi kaplamaktadır. Bu hüznün adresi yoktur üstelik. Dünyanın her yerinde ve her çağda sonbaharın böyle bir anlamı, bir izdüşümü olmuştur. Bir aynadan içine girdiğimiz büyü gibi giriveririz sonbaharın hüznüne. İstisnasız tüm insanlar girer bu sarı hüzünlerin hükümranlığına ve bunun evrenin hüznünü paylaşmak olduğunu az çok anlar herkes. Ya da bahar açılmaları... Baharda çiçeklenen doğaya özenmiş sayarız kendi çiçeklenmek isteyen yürek kabarışlarımızı. Bizdeki kabarış, toprağa düşen cemrenin bir kardeşinin de yüreğimize düşmesinin yarattığı kımıltıdır ve baharın izdüşümüdür. Mevsimlerin döngüsü bizlere evrenin çocuğu olduğumuzu en belirgin anlatan zaman aralıklarıdır.

TOPRAKLA KADININ BAHAR KARDEŞLİĞİ

Kadının bu evren uyumunu, evrenin izdüşümü olma durumunu daha belirgin yaşadığı inkar edilemez. Kadına atfedilen krizli kişilik ya da kadınların bazı dönemlerde yaşadıkları kaos, kadınları hem çekici hem de anlaşılmaz kılmaktadır. Bu durum, mevsimlerin de ötesinde, evrende gerçekleşen oluşumları duyumsamanın, akışı sezerek akışın hüznüne katılmanın bir belirtisidir. Kimi zaman sebepsiz sanılan hüzünler yine kadının sezgi gücünün derinliğinden kaynaklıdır.

Yine kadının baharda yaşadığı yeniden doğuş her ay döngüsünde yaşadığı yenilenmelerin bir toplamı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Toprak ana deyimi, ana tanrıçalar zamanından bizlere kalmış, mitolojilerde de oldukça yer almış ve bugüne kadar söylenegelmiş bir sıfattır. Tüm zamanlarda bu gerçeğin söylenegelmesi, inkar edilemeyecek kadar yaşamın ve cinslerin varoluşuna yerleşmiş olmasından kaynaklıdır. Sonbahar ve kış mevsimlerinde yağmur ve kar sularına doyan toprak giderek kabarır ve toprağın altına gizlenmiş olan tohumu, kendi çocuğunu, zamanı geldiğinde doğurur. Kadın rahminde çocuğun büyümesi de bu kabarışa benzetilmiştir. Giderek kabarır ve zamanı geldiğinde çocuk dünyaya gelir. Toprakla kadının bu bahar kardeşliği kadını toprağa yakınlaştıran ve oluştuğu gerçeği, ana maddeyi daha derinden algılamayı, toprağı sezerek öğrenmeyi de getirmiştir. Bundandır doğa kadının hem bedeninin hem de ruhunun kozasıdır. Kadın ruhu doğada, doğaya özenerek, benzeyerek ve doğa gibi oluşarak şekillenir ve ortaya yaşam enerjisiyle dolu bir gerçekleşme çıkar.

KENDİNİ BİLME ARAYIŞI

'Kendimi bildim bileli' diye başlayan ve insanların çok dile getirdiği bir deyim vardır. Kendini bilme arayışının yetişkinlerde çok gelişmesine rağmen bu deyimin çocukluk yılları için kullanılması bir tezat oluşturmaktadır. Yine de kendini bilmeye ve kavramlaştırmaya başlamanın arayışlarla bağlantısı inkar edilemez bir gerçekliktir.

İnsanın arayışları, onun yaşamını belirleyen renk olur. Nereye gideceğini gösteren yol işaretleri olur aynı zamanda. Arayışları yüksek insanı evrenin en gelişkin varlığı saymanın, anlam arttıkça güzelliğin fazlalaşmasının ve düşünsel-ruhsal güzellik denilen kavrayış zenginliğinin maddeye yansımasının temelinde, evrenin kendini arayışlarda geliştirme özelliği vardır diyebiliriz öyleyse.

Durduğumuzu sansak da, evren her an kendini var etmektedir. Var olma aşamaları anlamın da örüldüğü aşamalardır. Kelebeğin anlamını koza oluşturur. Koza bilemez oluşturacağı yeni kendisini ama derin bir evrenle birlikte oluş anlayışıyla kendi oluşumuna katılır. Sormaz yarınını, kelebekle akrabalığından bihaberdir ve bunu sorgulamaz da. Sadece var olur ve evrenin varoluşuna katılır. Kelebek bilmez, bebeklik yıllarını anlatan kozasının güçlü anlatımların zirvesine konu olduğunu. Kenenin, kendi sabrının, metanetinin ve ısrarının örnek alındığını bilmediği gibi... Oysa insan olarak bizler kenenin sabrını da örnek alırız, yaşam iddiasını da. Kelebeğin kozasını ördüğü inceliği de örnek alırız yaşarken gösterdiği reng�enk canlılığı da. Ve bu özendiğimiz doğa parçalarıyla insan olmamızın getirdiği anlamları birleştirerek kendi hakikatimize ulaşmaya çalışırız. Bir parça ulaştığımızı hissetsek, dünyalar bizim olur, evrenle bütünleşiriz böyle zamanlarda.

Dilzar DÎLOK

Hiç yorum yok: