7 Mayıs 2010 Cuma

Bu maç değil, Savaş

Kupa maçını Trabzonspor kazandı. Bir gazetede Fenerbahçe'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvuracağı yazıldı. Esaslı bir maç şakası...

Maç da kimi zaman 'savaş' gibidir. Taraflar birbirlerinin kanına bile susayabilirler. Çocukluğumda bir Sivas-Kayseri maçında silahların patladığını, çok sayıda insanın öldüğünü hatırlıyorum. Yakın zamanlarda da 'milli duyguları galeyana gelen kahramanlarımız'ın iki İngiliz seyirciyi Taksim alanında öldürdüğünü de siz hatırlıyorsunuz.

Maçı savaş haline getirenlerin ülkesinde yaşadığımızı unutmamalıyız.

Ve maç ile savaşın aynı şey olmadığını bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız.

Maç esnasında insanı heyecana getiren işler olur, bir oyuncu topu kendi kalesinden alıp, antrenörünün saçını başını yolmasına aldırmadan, önüne geleni çalımla geçerek, rakip ağları havalandırması rastlanan 'mucizevi' işlerdendir.

Ama maç esnasında kötü şeyler de olur. Oyuncular birbirine kasti faul yaparlar. Meslektaştır demeden rakibinin ayağını kırıp, onun meslek hayatına son veren gaddarlıklara da rastlanır. Hakem bir takımın küme düşmesine neden olan fahiş bir düdük çalabilir. Oyuncu hakeme kafa atabilir. Kırmızı kartlar havada uçuşabilir.

Bütün bunlar olur. Maçtır. Ama hiç birimiz, 'kötü işler olmaması için maça son verelim' demeyiz.

Her defasında yeni bir maça koştura koştura gideriz.

Ama savaş başka türlü bir şeydir.

Savaş devam ederken, 'ayıp değil mi, böyle kötü işler yapılır mı, hiç insan insanı öldürür mü?' demeyiz. Birimiz dönüp TSK'yı 'PKK'lilerin elinde uçakları düşürecek silah yok, onları havadan bombalamanız nezakete sığmıyor' diyerek ayıplamayız. Bir başkamız ise PKK'liyi, 'ne diye sisli havada karakol basıyorsunuz, sıkıysa güneşli havada basın' diye azarlamayız. Çünkü biliriz ki, bu savaştır, savaşta hiç birimizin kabul edemeyeceği işlerin yapılması bir kuraldır.

Ondandır ki, maç esnasında ne türlü işler olursa olsun, maçlar bitmesin, fikstür aksamasın, her hafta statlar dolup taşsın, ama maçlara centilmenlik havası egemen olsun, hakem hataları olmasın, kimse şike yapmasın, topçunun ayağı kırılmasın, ekmek kapısı kapanmasın, hele kimse kimseyi top oyunu yüzünden öldürmesin deriz. Deriz demesine ama, maçlar da sürsün isteriz.

Savaş başka şeydir. Savaşta ölüm olmasın diyemeyiz. Kimse kimseye 'kalleşlik' yapmasın diye tuhaf 'şövalyelik'ler talep etmeyiz. Bomba patlamasın, karakol basılmasın demenin anlamsızlığını biliriz. Bütün bunlar olmasın, genç insanların kanı akmasın, tabutlar birbirini izlemesin, anaların yüreği yanmasın, ama bu savaş sürsün der miyiz?

Demeyiz.

Maç esnasında faullere kızmak da, maçı son saniyesine kadar keyifle izlemek de doğaldır.

Ama savaş esnasında ölümlere kızmak, ama savaşın da sonuna kadar sürmesini istemek aklın, mantığın işi değildir.

O nedenle savaşın sona ermesi için hükümeti sıkıştırmayan, yüzbinlerce askerin sınırlara yığılmasına tek söz etmeyen, tam tersine, giderek daha yoğun bir şekilde ve şu son uydurma parlamenter maskaralıkların etkisi altında, açık bir şekilde 'daha iyi savaşan bir ordu' talep ederek, artık kesin bir şekilde 'militarist çözüm' saflarına geçtiğini ilan edenler, yaşadığımız gerçekliği maç seyreder gibi seyretmeye doğru tehlikeli bir yönelime girmişlerdir.

İşte paket oylandı. BDP'nin pakette iyileştirme amaçlı oy vermeme tavrını lekelediğinizle kaldınız.

Şimdi önümüzde referanduma kadar geçecek bir dönem var.

Belli ki BDP referandumda takınacağı tutumu, yine Hükümetin yeni bir anayasa sözü vermesine, Terörle mücadele yasasını iptal etmesine, seçim barajını düşürmesine v.s. bağlı olarak saptayacak.

Siz ne yapacaksınız? BDP'ye mi küfredeceksiniz, yoksa AKP'yi referanduma kadar BDP'nin önerileriyle ilgili olumlu bir tutum almaya mı zorlayacaksınız? Söyleyin bakalım! Susmayın! Bundan sonra ne yapacaksınız? İş Meclis'te bitmedi.

BDP 'parlamenter demokrasi maçının' içinde AKP'nin faullerine karşı mücadele edecek. Ama bu 'parlamenter demokrasi maçının' kesintiye uğramasına karşı asıl teminatın Kürt halkının varlığı olduğunu da hissettirecek. BDP ve genel olarak Kürt özgürlük hareketi varoldukça, artık hiç kimse darbe marbe yapamaz. Yaptığı zaman Kürt coğrafyasını ebediyen kaybeder ve Türkiye'nin bütün bölgesel emperyalist hevesleri kursağında kalır. Parlamento maçının devamını BDP güvenceye alıyor. Bilin ki, CHP hele bir Anayasa Mahkemesi'ne gitsin... Hele bu Mahkeme yetkisini aşarak Meclisin yaptığı değişiklikleri bir iptal etsin... İşte o zaman BDP'ye olan asıl ihtiyaç ortaya çıkacak. Anayasa Mahkemesi Darbesini Kürt özgürlük hareketi dışında kimse geriletemez çünkü.

Ama siz ise, MG bilmem kaç tüfeği hakkında müthiş konvansiyonel silah teknolojisine ilişkin komik eleştirilerinizle ve savaş esnasındaki 'baskınlara' karşı firaklı ve sentimental sahteciliklerinizle savaşın sürmesinden yana adımlar atıyorsunuz.

Ben uyarma görevimi yapıyorum: Kürtlerin Türklerle olan son duygusal bağlarını kopartmak üzeresiniz. AKP için böyle bir sonuca doğru sürüklenmeğe değer mi?

Düşünün. Zaman kalmadı artık.

Hiç yorum yok: