13 Mayıs 2010 Perşembe

Avrupa işçi hareketi ve 1 Mayıs

Beş bin yıllık sınıflı uygarlık tarihinin en amansız toplumsal çelişki ve çatışma süreci kapitalizmin endüstrileşme aşamasında, burjuva-proletarya denklemindeki sınıf mücadelesinde ifadesini bulur. Dünya işçi sınıfı hareketinin bugün geldiği düzey ile, emekçi yığınlar adına elde edilen kazanımların hangi koşullarda ve ne pahasına elde edildiğini anlayabilmek için, Avrupa merkezli gelişen işçi sınıfının mücadele tarihine kısaca değinmek anlamlı ve yararlı olacaktır.

ZİGGURAT DÜZENİNDEN FABRİKA DÜZENİNE

Kapitalist sanayi devrimiyle birlikte, üretimin yoğunlaştığı ve toplumsal bir karakter kazandığı yer, fabrikalar olur. Üretim kitleler halinde fabrikalarda yapılmaya başlar. Neolitik çağda tarım ve hayvancılık; köleci çağda ziggurat (tapınak) ve köleler; feodal çağda toprak ve serfler etrafında şekillenen maddi üretim, sınıflı uygarlığın kapitalist aşamasında fabrika ve işçiler etrafında örgütlenir. Fabrikalarla birlikte toplumsal iş bölümü de gelişir. Yani aynı fabrika içinde üretilen bir ürünün farklı iş kollarından, farklı üretim bölümlerinden geçirilerek üretilmesi durumu söz konusudur.

Fabrika düzeni aynı zamanda insanın hem bireysel hem de toplumsal olarak emeğini pazarladığı bir üretim düzenidir. Bu düzen içinde, bir işçi kendi ürettiği bir ürün üzerinde hak talep edemez. Ürettiği ürünü, emeğini pazarlayarak elde etiği parayla satın alabilir ancak. Üretim araçlarını ve sermaye birikimini elinde bulunduran kapitalistin bir işçiye reva gördüğü tek 'hak', en vahşi, en kötü koşullarda ve düşük bir ücret karşılığında, 'kader'ine boyun eğmek ve hiç duraksamaksızın seri üretim halinde olmasıdır. Bu, düşük maliyetle emeğin yoğunlaştırılarak artıürün sağlanması ve yüksek kara dayalı pazara sunulması; artı, sermaye birikiminin yoğunlaşması, eşittir, kar hırsının hiçbir insani, ahlaki-etik değer tanımaksızın insan emeğini sömürmesi, tüm insansal değerleri alınan-satılan birer meta-mal haline dönüştürülmesi olarak tanımlanabilir.

İŞÇİ MAKİNEYE KARŞI

Fabrika sistemi ve ona dayalı çalışma koşulları sıkı disiplin altına alınarak, kapitalizmin kar hırsı ilkesi üzerine şekillendirilmiştir. Avrupa'da endüstrileşmenin ilk aşamasında işçilerin öğrenim düzeyi çok düşüktü ve işçiler yalnızca kendi emek güçlerini değil, yaşamak ve temel gereksinimlerini karşılamak için giderek daha düşük ücretler karşılığında çocuklarının ve kadınlarının emek gücünü de satmaya zorlanıyorlardı. İşçilerin çocuklarını okul yerine fabrikalara göndermek zorunda kalmaları eğitim-öğrenim durumlarının düşük kalmasına yol açıyordu. Bu dönemlerde işçilerin üçte ikisini kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu. Günlük çalışma saatleri 15, 18, hata 20 saate kadar uzuyordu. İşçiler muazzam bir sömürü ve baskı altında tutuluyordu. Dönem itibariyle işçilerin bilinç düzeyi burjuvazinin geliştirmiş olduğu sömürü düzenini sorgulayacak ve sınıfsal farklılıkları görebilecek olgunluğa ulaşmamıştı. Aynı zamanda Avrupa'da kapitalistler arası rekabetin kızıştığı bir dönem yaşanmaktadır. Avrupalı kapitalistler üretimi daha seri seviyelere çekebilmek için makineleri kullanmaya başlamışlardır.

Makineler, işçileri çalışma alanının dışına iterek ve kullanıldıkları her yerde yedek bir endüstri ordusu yaratarak işçilerle rekabet ediyorlardı. Makinenin üretimde etkin bir şekilde kullanımı iş gününün uzamasını ve emeğin yoğunlaşmasını da beraberinde getirdi. İşçi ve zanaatk‰rların ekonomik ve sosyal yaşam standardı gün geçtikçe daha da kötüye doğru gidiyordu. Çalışma saatlerinin uzaması işçilerin fiziksel olarak aşırı yıpranmalarına yol açıyordu. Hastalık, açlık ve sefaletin pençesindeki işçiler arasında ilk sosyal çalkantılar da boy vermeye başladı; ilk tepkileri, makineleri kırma ve tahrip etme biçiminde gelişti. 17. yüzyıl Avrupa'sında İşçiler çalışma ve yaşam koşullarının kötüye gitmesinin nedenlerini, sistemin k‰ra dayalı doğasından değil de, makinelerden kaynaklandığını düşünüyorlardı. Bu algıdan dolayı, makine üretimi yaygınlaşınca makine kırıcıları hareketi patlak verdi.

İngiltere'de, 1758'de işçilerin kitlesel bir şekilde makineleri kırma ve fabrikaları tahrip etmesi üzerine, İngiliz parlamentosu kitlesel başkaldırıları dizginlemek ve kontrol altına almak için, makineleri kırmakla suçlanan herkesi ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı. On sekiz işçinin idamına rağmen, makine kırma eylemleri 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti.

MAKİNE KIRICILIĞIN YERİNİ ÖRGÜTLENME BİLİNCİ ALIYOR

Bir yandan da İngiltere'de işçi ve zanaatçılar örgütlenmeye başladılar. İlk kez, Londralı bir kunduracı olan Thomas Hardy tarafından 1792'de kurulan iletişim derneğinde örgütlendiler. Yine aynı yıllarda birçok işçi derneği ve kooperatif kuruldu. İki yıl içerisinde on bin İngiliz işçi bu dernek ve kooperatiflere üye oldu. Dernek ve kooperatiflere üye olan işçiler İngiliz aydın ve entelektüel çevreler tarafından temel hakları hakkında bilgilendirilip, eğitildiler. 1795'te, Fransa ile İngiltere arasında süren savaşın sona ermesi istemiyle, 3.George ve Başkan Pitt'e karşı Londra'da kitlesel işçi gösterileri düzenlendi. İngiliz işçilerin bu tutumundan etkilenen Fransız işçiler, İngiliz işçilerle ilişkilendiler. İngiliz ve Fransız işçilerinin oluşturdukları tartışma kulüpleri de bu döneme tekabül eder.

Yine 1792-1794 yılları arasında Almanya'daki Silezyalı dokuma işçilerinin ayaklanmaları, Avrupa'daki işçi derneklerinin-kulüplerinin birbirine yakınlaşmasına önemli oranda etki yaptı. Agusto Blanqui, Babeuf, Carter, Robert Owen (işçi dostu bir işveren) William King, Karl Schapper, Henrich Bauer ve Joseph Mall gibi İngiliz, Fransız ve Alman işçi önderleri tarafından kurulan Eşitler Komplosu, Halkın Dostları Derneği, Yoksullar Kulübü gibi işçi derneklerinin fedakarca çabaları sonucu, işçilerin sendikal örgütlenme hakkı elde edildi. Artan sendikal etkinlik, işçileri daha çok savaşmaya ve örgütlenmeye; işverenleri ise, daha şiddetli karşı önlemler almaya sevketti.

İngiliz işçiler 1833'te hükümeti uzlaşma zeminine çekerek fabrika yasasının çıkmasını sağladılar. İşçiler için son derece büyük ve önemli bir kazanımdı bu. Çünkü bu yasayla birlikte koşulları giderek iyileşmiş ve birçok yeni hak elde etmiş oluyorlardı. Örneğin bu kazanımlardan bazıları şöyle: on üç ve on sekiz yaşları arasındaki işçiler için on iki saatlik işgünü belirlenirken, on yaşındaki çocukların çalışmaları ise tamamen yasaklandı. Bu kazanımlar,daha sonra Chartistlerin çabalarıyla, 8 Haziran 1847'de on bir saate, 1 Mayıs 1848'den sonra da on saate indirildi. On saatlik işgünü başlangıçta yasal olarak yalnızca tekstil endüstrisinde uygulanırken, 1850'de tüm sektörlerde yürürlüğe girdi.

Bu arada, 1831 yılında başlayıp 1834 yılına kadar süren ve Fransız işçilerin ilk büyük grevi olan, Lyonlu ipek dokumacılarının grevleri sürüyordu. Lyon ayaklanması olarak anılan bu grev 1834 yılında kanlı bir şekilde bastırılır. Bunun üzerine, Halkın Dostları Derneğinin önderi Agusto Blanqui ve diğer işçi dernekleri hızla, politik iktidarın silahla fethedilmesi amacına yöneldiler. Bu amaçla 12 Mayıs 1839'da bir ayaklanma girişimi olduysa da, sonuçsuz kaldı ve devrimci önder Agusto Blanqui tutuklandı. Demir parmaklıkların ardında geçen toplam otuz altı yıldan sonra yaşamını yitiren Agusto Blanqui olağanüstü bir otorite ve saygınlığa sahipti. Öyle ki, cenaze töreni Fransız işçilerinin o güne kadar ki en büyük kitlesel gösterilerinden birisi olmuştur. İki yüz bin kişi onun tabutunu mezarlığa kadar izlemiştir.

Fransa'daki bu gelişmeler İngiltere'de yansımasını bulacaktır. İngiliz işçiler 1833 fabrika yasası gibi belirli hakları elde etmiş olsalar da, eylemlerinin ekonomik istemlerle sınırlı kaldıkça hiçbir kalıcı ilerleme sağlayamayacaklarını kavramaya başlar ve politik alanda örgütlenme ve parlamentoda temsiliyet taleplerini mücadelelerinin odak noktası haline getirirler. 1840'lı yıllarda Chartistler (İngiltere de en etkili olan işçi hareketi) parlamentoda temsiliyet hakkını elde ederler. 1842'de toplanan üç milyon imza İngiliz işçi hareketinin gücünü ortaya serer ve parlamentoyu en sonunda 1842 maden yasası, ardından 1846 tarım işçileri yasasının ve diğer toplumsal hakları kabul etmeye zorlar. Aynı dönemlerde Almanya'da Silezyalı dokuma işçilerinin ayaklanması, İngiliz hükümetinin bu yasaları kabul etmesinde dolaylı bir etkide bulunan diğer bir etkendir.

MARX, ENGELS VE BİLİMSEL SOSYALİZM

19. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde Karl Marx ve Friedrich Engels, başta Avrupa işçi hareketi olmak üzere, tüm dünya işçi hareketinin ekonomik-politik mücadele bilincini ve bunun teorik-pratik kuramını bilimsel sosyalizm etrafında formüle edip, ezilenlerin büyük önderleri olarak tarih sahnesine çıkarlar. Marx ve Engels, ideolojik-politik, ekonomik ve felsefik açılardan teorik-bilimsel çözümleme değeri bir hayli yüksek niteliklerde olan Komünist Manifesto'yu kaleme alırlar. Bu anlamıyla, komünist manifesto kapitalizmin sömürü çarkı içinde iğdiş edilmiş işçi sınıfının ve diğer ezilen yığınların ilk sistemli, planlı, bilimsel ve örgütlü mücadele programı olma özelliğine sahip olmuştur.

Komünist manifesto Fransa'da devrimin patlak vermesinden hemen önce Şubat 1848'de deklare edilir. Deklare edildikten bir on yıl sonra tüm dünya da işçi sınıfı hareketinin, ezilen tüm toplumsal kesimlerin mücadele programı, perspektifi ve kılavuzu haline gelir. Marx ve Engels Manifesto'da tüm 'ülkelerin işçileri birleşin' çağrısıyla, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışmalarının önem ve zorunluluğuna dikkat çekerler. 1848 yılı (İtalya, Polonya, Fransa, Almanya) Avrupa'da boydan boya işçi ayaklanmalarının ortaya çıktığı bir yıl olur. Bu ayaklanmalar özellikle kapitalizmin kurumsal ve toplumsal alt yapısının hızla geliştiği Fransa gibi büyük ülkelerde sarsıcı bir etki yaratır. Ezilen yığınların, kapitalizmin kurumsal gelişimine ve onun toplumsal değer tüketimine karşı başlattıkları komünal halk ayaklanmalarıdır.

1.ENTERNASYONAL VE PARİS KOMÜNÜ

1848 devrimi çerçevesinde gelişen ayaklanmalar Lyon ve önceki ayaklanmaların doruk noktasıdır. 1848 ayaklanmasının en temel özelliklerinden biri sadece bir yerde, bir şehir ya da ülkede değil, neredeyse tüm Avrupa'nın büyük bir bölümüne yayılmasıdır. Ancak örgütsüzlük, öncüsüzlük ve ideolojik-politik donanım yetersizliği nedeniyle ayaklanma dramatik bir şekilde yenilgiye uğrar. Avrupa işçi hareketi Marks ve Engels'in 'tüm ülkelerin işçileri birleşin' çağrısını şiar edinerek, uluslar arası işçi hareketinin çıkarlarını savunacak ve mücadele gücüne ivme kazandıracak uluslar arası bir örgütlenme olarak, 1864'te uluslar arası emekçiler birliği olarak adlandırdıkları 1. Enternasyonal'i kurarlar. Bu oluşumun, Avrupa işçi hareketinin 1848 yenilgisinden çıkardığı derslerin bir sonucu olarak geliştiği de söylenebilir.

Enternasyonal ile güç toplayan Avrupa işçi hareketi 1871 yılında, adalet-eşitlik-özgürlük şiarıyla Paris sokaklarını kuşatır. Tarihte Paris komünü barikat savaşları olarak anılan Paris komünü, işçilerin öncülüğündeki ilk komünal devrimdir. 1870'de Prusya (Almanya) ile Fransa arasında çıkan savaşın Fransa'nın yenilgisiyle sonuçlanması, devrimin maddi alt yapısına da zemin hazırlar. Fransız işçilerin bu savaşa karşı aldıkları tavır, işçiler arası dayanışmanın gelişmesine vesile olur. Avrupa'da gelişen birçok devrimci akım bu devrim içerisinde yerini alır. Marksistler, Proudhoncular ve Babuefçüler gibi önde gelen ilerici-devrimci akımlardan tutalım, en küçük guruplara kadar hepsi bu ayaklanmanın içerisinde yer alırlar.18 Mart 1871'de ulusal muhafızlar öncülüğünde kahramanca direnişler sergileyen işçilerin-köylülerin olağanüstü çabalarının sonucu kurulan Paris komünü acak 72 gün ayakta kalabildi.

Ezilenlerin yoksulluktan, açlıktan, sömürü ve baskıdan kurtuluş umudu olarak filizlenen Avrupalı işçilerin ayaklanmaları çok geçmeden Amerika'da da yansımasını bulur. 1886 yılında Amerika'nın Chicago eyaletinde sekiz saatlik iş günü için işçi gösterileri başlar. Gösteriler egemenler tarafından şiddetle bastırılır ve birçok işçi bu gösteriler esnasında katledilir. Göstericilere öncülük ettikleri gerekçesiyle dört işçi önderi tutuklanır ve idamla yargılanır. Bu dört işçi önderinden biri olan Albert Parsons'a af dileme koşuluyla kendisinin ve arkadaşlarının af edileceği söylenir. İşçi önderi, 'Suçsuz olduğumu bütün dünya biliyor. Eğer asılırsam bir cani olduğum için değil, bir işçi olduğum ve haklarımı aradığım ve de size boyun eğmediğim için asılacağım. Tüm dünya biliyor ki, bende milyonlarca emekçi kardeşim gibi sizden ve sizin yağlı ilmeğinizden korkmuyorum' sözleriyle karşılık verir buna.

2.ENTERNASYONAL VE 1 MAYIS'IN KABULÜ

Bunun üzerine dört işçi önderi idam edilir. İdamlardan sonra Amerika ve Kanada'da dört yüz bin işçi ayağa kalkar ve kitlesel gösteriler yeniden boy verir. Bu gösteriler tüm baskı ve saldırılara rağmen 1889 yılına kadar devam eder. Bu arada aynı amaçlarla 1. Enternasyonalin yerine, 1889'da Paris'te 2. Enternasyonal kurulur. Paris'te toplanan 2. Enternasyonal bileşenleri hem sekiz saatlik iş günü hem de Amerika'daki kitlesel gösterilerde yaşamını yitiren işçiler ve dört işçi önderine atfen ve mücadeleyi yükseltmek amacıyla, 1890 yılından itibaren 1 Mayıs'ı emekçilerin uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak ilan ederler. O tarihten günümüze kadar süregelerek kutlanan 1 Mayıs Dünya Emekçiler Günü böylesi tarihsel bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkar.

Hiç şüphesiz her olay, her olgu kendi tarihsel-toplumsal koşulları içerisinde anlamını bulur. Bu anlamıyla bu tarihsel süreçler de kendi tarihsel ve toplumsal koşullarına göre değerlendirilip çözümlenirse daha iyi anlaşılacaktır. 1 Mayıs, diğer bir anlamıyla da, bu değerlerde yeniden buluşmanın, onlara daha güçlü sahip çıkmanın ve bellekleri tazeleyerek sol-sosyalist değerlerle daha sıkı bir bağı kurmanın günüdür. Bu temel de sergilenen tutarlı duruş neticesinde otuz iki yıllık bir aradan sonra Taksim'i nihai olarak geri alan devrimci iradeyi selamlıyor ve başta Taksim olmak üzere meydanlara çıkacak olan milyonların birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayısı kutluyorum.

Sinan KÖSE*
* Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: