24 Mayıs 2010 Pazartesi

ABD'NİN AVRASYA JEOPOLİTİKASI- KISA BİR BİLANÇO (I)

YENİ SOĞUK SAVAŞ-ÜÇGENİN ÜÇÜNCÜ AYAĞI “AVRASYA BALKANI”

Bundan önceki yazı “Rusya-Gürcistan Savaşının Jeopolitikası -Avrasya Balkanı” henüz yayımlanmamış “Emperyalist Jeopolitika ve Strateji” çalışmasından konuya ilişkin bir özetlemeydi.

Rusya-Gürcistan savaşından sonraki gelişmeler sorunun ne denli jeopolitik bir anlam taşıdığını, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının ne denli güncel olduğunu ve Rusya'nın da Amerikan emperyalizminin bu dünya hâkimiyeti politikasına boyun eğmeyeceğini göstermektedir.

Önemli ve güncel olduğu için Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasında bir değişmenin olup olmadığını ve bu politikanın neresinde olduğunu bu ve bundan sonraki makalede ele alacağız.

Önce sorunun çerçevesini belirtelim:
Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve Revizyonist Bloğun dağılmasından sonra jeopolitikacıların dünya hâkimiyetiyle eş anlamlı kullandıkları Avrasya kavramı yeniden güncelleşti. Soğuk savaş dönemi sona ermiş ve önde gelen emperyalist ülkeler jeopolitikalarını artık iki kutupluluk üzerine değil de, çok rekabet merkezlilik üzerine kurmaya başlamışlardı. Ama her halükarda hâkim anlayış, 21. yüzyılda dünya çapında hâkim güç olabilmek için Avrasya’ya hâkim olabilmektir.

Günümüzde “yegâne süper güç” konumunda olduğu için Avrasya jeopolitikasını detaylandıran ve ona göre de adımlar atan tek ülke ABD’dir. Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için Avrasya’ya yöneldiğini gören önde gelen emperyalist ülkeler, bu jeopolitik anlayışın gerçeklik olmaması için mücadele etmektedirler. Diğer bir ifadeyle; Avrasya jeopolitikası günümüzde emperyalistler arası çelişkilerin yön ve keskinliğini göstermektedir.

Zbigniew Brzezinski, Henry M. Kissinger ve Samuel P. Huntington gibi ABD'nin önemli jeostratejistlerinden birisidir. Amerikan devlet başkanlarına danışmanlığı J. Carter ile başlar. Aynı zamanda birçok Amerikan ve uluslararası kurumların da danışmanlığını yapmıştır. Sovyetler Birliği tarafından işgal edildikten sonra ABD'nin Afganistan politikasının oluşturulmasında ve uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Şimdi de Barack Obama'nın dış politika danışmanlığını yapan Brzezinski,1997'de yayımlanan „Büyük Satranç Tahtası“ veya “Yegâne Dünya Gücü, Amerika’nın Hâkimiyet Stratejisi” kitabında Amerikan emperyalizminin 21. yüzyılda yegâne dünya gücü olması ve en azından 2050'ye kadar dünya gücü olarak kalması için uygulaması gereken jeopolitikayı ele alır. Böyle bir güç olmak için esas rekabetin, bugün olduğu gibi gelecekte de Avrasya denilen alanı hâkimiyet altına almaktan geçtiği analiz edilir.

Sorunun ne olduğunu Brzezinski şöyle açıklıyor:
“Bütün olarak bu kıtanın iktidar potansiyeli, ABD’ninkini oldukça göreceli bırakıyor. Amerika’nın şansı, siyasi bir bütünlük oluşturmak için Avrasya’nın çok büyük olmasıdır.
Yani Avrasya, gelecekte de küresel hâkimiyet için mücadelenin sürdürüleceği bir satranç tahtasıdır. Jeostratejik-jeopolitik çıkarların stratejik ele alınışı- satrançla karşılaştırılsa da bu satranç tahtası üzerinde sadece iki değil, bilakis çok ve değişik güçlerde oyuncular cirit atıyorlar. En önemli oyuncular, satranç tahtasının batısında, doğusunda, merkezinde ve güneyinde faaldirler. Hem batı hem de doğu kıyı bölgeleri, yoğun nüfuslu bölgelerdir ve buralarda görece dar alanda çok sayıda güçlü devletler birbirlerini itip-kakıyorlar. ABD’nin gücünün doğrudan temsil edildiği yer, Avrasya’nın batısındaki dar bölgedir. Uzakdoğu karasında, giderek güçlenen ve bağımsızlaşan, devasa bir nüfus üzerinde hâkim olan bir oyuncu var. Buna karşın, enerji dolu rakibinin adalar halkasıyla sınırlı toprağı ve küçük Uzakdoğu yarım adalarının yarısı Amerikan gücüne üs olarak hizmet ediyorlar.
Batı ve doğu kıyı bölgeleri arasında, devasa, az nüfuslu şimdilerde siyasi olarak istikrarsız ve örgütsel çözülme içinde olan orta alan yer alıyor; burası önceleri ABD’nin güçlü rakibi, Amerika’yı Avrasya’dan püskürtüp atmayı amaç edinmiş bir karşıtı tarafından ilhak edilmiştir. Bu büyük orta Avrasya platosunun güneyinde siyasi anarşi içinde, ama enerji rezervleri bakımından zengin olan bu bölge, hem Avrupa hem de doğu Asya devletleri için çok önemli olabilir ve en güneyinde bölgesel hegemonya için çabalayan nüfusu kalabalık bir devlet yer alıyor.
Bu devasa, acayip şekillenmiş Lizbon’dan Vladivostok’a kadar uzanan Avrasya satranç tahtası, “Global play”in (küresel oyunun, çn.) sahnesidir. Orta alan, giderek daha güçlü olarak Batının genişleyen etki sahasına (Amerika’nın ağırlıklı olduğu saha) çekilebilirse, güney bölgesi, tek bir aktörün hâkimiyetine girmezse ve Uzakdoğu’da ülkelerin olası bir birleşmesi, Amerika’yı doğu Asya kıyısı açıklarındaki deniz üslerinden kovmayı beraberinde getirmezse, ABD tutunabilir. Orta alanın devletleri, Batıyı reddederlerse, siyasi bir bütünlükte birleşirlerse ve güney üzerinde kontrolü ele geçirirlerse veya doğunun en büyük oyuncusuyla bir ittifak kurarlarsa Amerika’nın Avrasya’daki hâkimiyeti dramatik olarak azalır. Doğunun iki büyük oyuncusu herhangi bir zaman birleştiklerinde de aynı durum olur. Nihayet, Avrupalı ortaklar Amerika’yı batı taraftaki üslerden kovarlarsa, bu, muhtemelen kıtanın batı kıyısının sonuçta, orta bölgeye hâkim olan yeniden canlanmış oyuncunun zorbalığı altına girmesi anlamına gelse de, aynı zamanda onun Avrasya satranç tahtasındaki oyuna katılımının sonu demektir” (Z. Brzezinski; “Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft”, s. 57/58).

Dünya hakimiyeti için gerçekleştirilmesi gereken jeopolitika böyle:   Bütün dünyaya hâkim olmak Avrasya'ya hakim olmaktan geçiyor Amerikan emperyalizmine göre.

Bölgenin, daha geniş anlamda Avrasya’nın Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisindeki belirleyici yerini Z. Brzezinski, yukarıda adı geçen kitabında ayrıntılı olarak analiz eder. Bu kitabında Amerikan emperyalizminin bütün okyanuslar ve denizler üzerindeki hâkimiyetinden, isterse istediği ülkeye denizden çıkartma yaparak ülke içlerine kadar ilerleyip iradesini dikte edecek gücünden; askeri gününün eşsiz olduğundan, onunla boy ölçüşecek bir gücün olmadığından bahseder. Amerikan emperyalizminin “jeopolitik esas kazancının Avrasya” olduğunu ve onun dünya çapında hâkimiyetinin ve bu hâkimiyetin ne kadar devam edeceğinin Avrasya’da tutunup tutunamayacağına bağlı olduğunu ve aynı zamanda, bu alan üzerine Amerika’nın rakibi olacak gücün de gelişebileceğini vurgular.  

Bu jeopolitikacıya göre Amerikan emperyalizminin Avrasya’daki geleceği, buradaki karmaşık iktidar ilişkilerinin üstesinden gelip gelemeyeceğine, bu ilişkileri kendi çıkarlarına göre düzenleyip düzenleyemeyeceğine bağlıdır. Avrasya’da Amerikan çıkarlarına karşı gelen, Amerikan hâkimiyetini tehlikeye atan hiçbir güç gelişmemelidir ve potansiyel güçler de gelişmelerinde engellenmelidir. Brzezinski’nin, gelişmemeli, gelişmesi engellenmeli diye tanımlamaya çalıştığı güçler Rusya ve Çin’dir.

Brzezinski’nin jeopolitik kurgusunda Rusya’ya ortaklık görevi veriliyordu ve Amerikan emperyalizmi belli bir dönem Rusya’ya karşı bu doğrultuda politika geliştirdi. Ama şimdi durum değişti ve Amerikan emperyalizmi Rusya politikasında belli düzeltmeler yapmaya başladı. Senatör John Edwards (Demokrat) ve Jack Kemp (Cumhuriyetçi), etkili „Dış İlişkiler Konseyi“ne sundukları raporda („Rusya’nın Yanlış Yönü. ABD Ne Yapabilir Ve Ne Yapmalıdır”) o zamana kadar Rusya'ya karşı sürdürülen „stratejik ortaklık“ politikası reddediliyor ve bu politikanın yerine„seçici ortaklık“ ve „seçici muhalefet“ politikasının uygulanması talep ediliyor. Bu politika değişiminin nedeni, Sovyetler Birliği’nin var olduğu dönemde onun etkisi altındaki bölgelerde Rus yanlısı güçler ve devletler ile Batı yanlısı güçler ve devletler arasındaki çatışmaların ve çelişkilerin giderek artmasıdır. Raporda Rusya’nın „enerji imparatorluğu“ kurma çabalarına dikkat çekilmekte ve Rusya’nın devasa enerji kaynaklarıyla Batılı ülkeleri (burada kastedilen ABD ve AB’dir) tehdit edecek bir potansiyel inşa edebileceği konusunda uyarıda bulunulmakta. Bu düşünceleri benimseyen kumarbaz George Soros, „barışçıl devrimler“in bu sponsoru, Financial Times’da Rus enerji tekeli Gasprom’un Rus dış politikasında süper güç dürtüsü geliştirebilecek devasa bir araç olduğunu yazar.

Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için geliştirdiği jeopolitika (dünya ekonomisi üzerinde hâkimiyet, hammadde ve başka kaynaklar üzerinde kontrol, çıkarların gerekli kıldığı her ülke ve bölgede askeri varlık ve buna dayanan siyasal etkileme), tek kutuplu hâkimiyeti amaçlamaktadır. Yani Amerikan emperyalizminin bu hedefi önünde engel olabilecek mevcut ve potansiyel güçler saf dışı bırakılmalıdır. Amerikan emperyalizminin bu jeopolitikası Avrasya eksenli olduğu için öncelikle Rusya ve Çin, engelleyici faktör olarak saf dışı bırakılmalıdır.

Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikası bütünlüklü bir komplekstir. Bu jeopolitikanın gerçekleştirilebilmesi için söz konusu Avrasya alanına kıyı olan, bu stratejinin gerçekleştirilmesi için mutlaka ve mutlaka elde edilmesi gereken bölgelerin de kontrol altına alınması gerekmektedir. Bu alanlardan birisi de Ortadoğu’dur. Bu alana hâkim olmak için Amerikan Dış İşleri Bakanlığı ve Pentagon, „Büyük Ortadoğu Projesi“ni geliştirmişlerdir. Bu proje, bildiğimiz Ortadoğu sınırlarını aşıyor ve Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyısındaki ülkelerinden İran’a, Pakistan’a kadar uzanan alanı kapsamaktadır. Bu strateji aslında Rusya’yı güneyde ve Çin’i de güneybatıda çembere alan bir stratejidir. Bu stratejiyi gerçekleştirmek için alt stratejiler de oluşturulmuştur. Bu alt stratejilerden birisi Karadeniz alanıdır. Alt strateji anlamında Karadeniz Alanı anlayışını geliştiren Bruce P. Jackson, „Geçiş Demokrasileri Projesi“ Başkanı olarak Amerikan Senatosu Dış İşleri Komisyonunda yaptığı konuşmada (Mart 2005) „Ortadoğu’da demokratikleşmeyi destekleme çabalarımızda başarılı olmak istiyorsak Karadeniz’de güvenli, gelişen, demokratik bir bölge oluşturmak zorundayız“ diyordu. Karadeniz, potansiyel hammadde zenginliğinin (petrol ve doğal gaz) ötesinde enerjinin dünya pazarlarına taşınmasında önemli alandır. Bu bölge üzerinde hâkimiyet kurmak için ABD, AB ve Rusya arasındaki rekabet giderek şiddetlenmektedir (Gürcistan ve Osetya arasındaki sorunların Rusya-Gürcistan savaşı boyutunu alması bu rekabetin doğrudan bir yansımasıdır). Bunun ötesinde Karadeniz ve bu denize kıyısı olan Gürcistan, Avrasya’ya açılan kapıdır. Bu özelliklerinden dolayı Karadeniz’i Rusya kendi kontrolüne almak; AB, iç denizine dönüştürmek ve ABD de yerel müttefikleriyle (Türkiye, Gürcistan, muhtemelen Ukrayna) vasıtasıyla bu alandaki hâkimiyetini güçlendirmek ve rakiplerini uzaklaştırmak istiyor. Baku-Ceyhan petrol boru hattının bütün spekülasyonlara rağmen inşa edilmesi Amerikan emperyalizminin bu bölgeden kolay kolay vazgeçemeyeceğini gösterir.

Tam kontrol stratejisi ve Avrasya jeopolitikası:
Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisine göre, Amerikan dünya hâkimiyeti için gerekli olan her ülke ve bölge, karada, denizde ve havada kontrol altına alınmalıdır.

Bu stratejik anlayış Amerikan güvenlik stratejisinde önemli bir değişmenin olduğunu göstermektedir. Amerikan emperyalizmi Bush yönetimi vasıtasıyla hemen bütün temel stratejik dokümanlarında küresel hâkimiyetin sağlanması ve devamı için yapılması gerekeni sürekli vurgulamıştır. Örneğin Ulusal Güvenlik Stratejisinde (Mart 2005) dünyanın bütün stratejik alanlarında, özellikle de Avrasya ve kıyı alanlarında Amerika’nın tartışma götürmez askeri üstünlüğünün sürdürülmesi temel anlayışı yer almaktadır. Böylece Amerikan emperyalizminin eskiden kalma öncelikli hedef Amerika’nın doğrudan saldırılardan korunmasıdır stratejisi ikinci sıraya düşmekte ve onun yerini „stratejik bölgelere girişin güvenlik altına alınması ve küresel hareket özgürlüğünün korunması“ stratejisi almaktadır. Amerikan emperyalizmi her fırsatı kullanarak bu politikasını açıklamaktadır.  

Obama'nın danışmanı Z. Brzezinski'nin yeni „soğuk savaşı“ve ikinci şans:
Kafkasya'daki son gelişmeler; Gürcistan-Rusya savaşı ve sonrasında Rusya ve NATO'nun adeta karşı karşıya gelmesi bir bütün olarak dünyanın ve özelde de söz konusu bölgenin gerçekten bir satranç tahtası olduğunu göstermektedir.

2007 yazında yayımlanan kitabında -“Second Chance“/İkinci Şans- Brzezinski, baba Bush, Clinton ve oğul Bush hükümetlerini, Revizyonist Bloğun dağılmasından sonra süreklilik arz eden bir Amerikan hâkimiyet sistemi kuramamalarından dolayı sert eleştiriye tabi tutar. Bu nedenle tek kutupluluk politikasının sınırlandırılmasını onun yerine Avrupa ve Çin ile işbirliğine ve uzlaşmaya dayanan bir politika uygulanmasını, Suriye, İran, Venezüella gibi ülkelerle görüşmeler yapılmasını önerir. Obama da aynı önerilerde bulunmaktadır. Ama Çin ile işbirliğini öneren Brzezinski, Rusya'nın tecrit edilmesini ve istikrarsızlaştırılmasını talep eder.

Brzezinski'nin, Bush hükümetini veya yeni muhafazakârları eleştirisi, Amerika'nın dünya hegemonyası stratejisinin esasıyla; bu jeopolitikanın kendisiyle ilgili değildir. Amaca ulaşmak için atılması gereken adımlar konusunda farklı düşünceler var: Örneğin Amerikan hegemonyası için Ortadoğu petrollerinin askeri kontrolü ile sağlanacağını savunan ve bu doğrultuda adımlar atan yeni muhafazakârlar karşısında Brzezinski ve B. Obama, dış politik açılımda ağırlığın doğrudan Rusya ve Çin üzerinde yoğunlaştırılması gerektiği düşüncesindedir. Bu politika Rusya ve Çin arasında ittifak ilişkilerinin derinleştirilmesinin engellenmesini de, Şanghay İşbirliği Örgütü'nün etkisiz kalmasını da içermektedir. Yani, bir biçimde Çin kazanılmalı, Rusya tecrit edilmeli veya Rusya ve Çin'in daha da yakınlaşmaları bir biçimde engellenmelidir.

Dünya hâkimiyeti kurabilmek için Amerikan emperyalizminin dış politikası, bir devletin veya devletler grubunun ABD'yi Avrasya'dan kovup atacak yeteneğe sahip olmasını engellemek amacını gütmelidir. Yeni bir gücün aniden doğması tehlikesi başarıyla ötelenmelidir. Yeni bir rakibin doğması engellenmelidir. Brzezinski böyle buyuruyor.

Amerikan emperyalizmi jeopolitik hedefinin neresinde? Brzezinski'nin söz konusu kitabının yayımlanmasından bu yana 10 sene geçti. Özellikle Bush döneminde Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti politikasının, Irak'ta ve Afganistan'da olduğu gibi iflas etmesi, Brzezinski'nin dile getirdiği Amerikan dünya hegemonyası jeopolitikasını soru götürür hale getirmiştir. Son bir kaç sene içinde Hindistan da dâhil şekillenen Rus-Çin ilişkileri (buna askeri alandaki ilişkiler de dâhildir), Amerikan emperyalizminin Avrasya’daki askeri varlığını sorgular boyutlarda bir gelişme göstermiştir. Ama bu, bu jeopolitik anlayıştan vazgeçmek anlamına gelmemektedir. Brzezinski, son kitabında Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleştirilmesi; Amerikan dünya hâkimiyetinin kurulması için „ikinci şans“tan bahsetmektedir. Bunun gerçekleşmesi Avrupa'nın tavrına bağlıdır. Bu konuda Obama da aynen Brzezinski gibi düşünmektedir. Transatlantik, yani ABD yönelimli bir Avrupa, Avrasya kıtasında ABD için bir köprübaşı rolünü üstlenmelidir. (1997'de yayımlanan kitabında da bunu savunuyordu). Yani AB, doğuya doğru genişledikçe NATO da kaçınılmaz olarak doğuya doğru genişleyecektir veya genişlemelidir. Böylece Amerikan emperyalizminin nüfuzu Avrasya içlerine doğru yayılmalıdır ve böylece ABD, rakiplerine göre bir avantaja sahip olacaktır. Bu durumda ABD'nin Avrupa'daki merkezi jeostratejik amacı şöyle oluyor:

İnandırıcı, güven verici bir ABD-Avrupa ortaklığıyla Avrasya kıtasında ABD'nin köprübaşısı olan Avrupa, uluslararası demokrasi ve işbirliğinin Avrasya'da yaygınlaşması için işe yarar bir sıçrama tahtası olmalıdır. Bu nedenle Avrupa, Amerikan güdümlü olarak büyümelidir, güçlenmelidir. Brzezinski yeni bir şey söylemiyor. 1997'deki kitabında da aynı şeyleri söylüyordu. Daha o zaman, bu politikanın başarıyla uygulanması durumunda ABD'nin dünya hegemonyasının kısa ömürlü olacağının bilincindeydi. Bu nedenle şu uyarılarda bulunuyordu: Önder dünya gücü olarak ABD'nin sadece kısa tarihsel bir şansı var. Dünya hegemonyasının uzun ömürlü olması için küresel jeopolitik bir işbirliği koşullarını içeren genel bir çerçeve oluşturulmalıdır. Bu anlamda bir „trans-Avrasya güvenlik sistemi“nden bahsetmektedir. Bu sistem Orta Asya'ya kadar yayılmış bir NATO'nun yanı sıra Rusya, Çin ve Japonya ile işbirliğini de içermelidir. Tabii böyle bir sistemde Avrupa'nın rolü de „Amerikan hâkimiyeti altında daha büyük bir Avrasya Güvenlik ve İşbirliği Yapısı'nın temel direği olmaktır.
Her ne kadar çok kutuplu gibi gözükse de, açık ki Brzezinski, bu güvenlik sistemiyle ABD hegemonyası altında tek kutuplu bir dünya sistemi talep etmektedir.

Tam da bu nedenden dolayı o zaman devlet başkanı olan V. Putin, Münih'de düzenlenen „Güvenlik Konferansı“nda (Şubat 2007), soğuk savaştan sonra ABD'nin jeopolitikasının tek kutuplu dünya olduğunu açıklıyordu. „Şimdi dünyada olup biten, tek kutuplu dünya konseptinin....uluslararası ilişkilere taşınmasıdır“.

Brzezinski tarafından önerilen bu Amerikan jeopolitikasını Rusya şöyle okuyor: Nüfuzunu Avrasya kıtasında yaymak. Bu yayılmada Avrupa, Avrasya kıtasına atlamada bir sıçrama tahtasıdır. AB'nin doğudaki her genişlemesi, kaçınılmaz olarak NATO'nun da, dolayısıyla Amerikan nüfuzunun da genişlemesi demektir. Böylelikle Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan gibi eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleri Batının nüfuzu altına girmiş olacaklardır.

Bu entegrasyonda yabancı sermaye önemli bir rol oynamaktadır. Merkezi önemi olan bölge ise Hazar Havzasıdır. Bu havzanın bir tarafı Kafkasya, diğer tarafı da Orta Asya'dır. Yani dünyanın ikinci derecede önemli petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan ve ötesinde askeri bakımdan stratejik önemi olan bu bölge üzerinde hâkimiyet, Amerikan emperyalizmimin Avrasya kıtası üzerindeki konumunu oldukça güçlendirecektir. Bir taraftan NATO ülkeleri ve Amerikan müttefiki olan OPEC ülkeleri ve diğer taraftan da Irak ve Afganistan direnişinin yenilgiye uğratılması; yani bu ülkelerde de ABD hâkimiyeti, sonunda ABD'nin Avrasya üzerinde hâkimiyeti için gerekli otoriteyi sağlaması anlamına gelmektedir. Bu otoriteye dayanarak Amerikan emperyalizmi nihayetinde Çin ve Rusya da dahil bütün Avrasya'yı Amerikan kontrolünde olan devletler üstü bir güvenlik yapısı içinde entegre edecektir.

Avrasya üzerinde hâkimiyet, kıyı bölgelerin kontrol edilmesiyle mümkün olabilir. NATO'nun doğu genişlemesi, Irak ve Afganistan'ın işgali; bir bütün olarak ABD'nin Ortadoğu Projesi bu amaca hizmet etmektedir. Bundan birkaç yıl öncesi, Afganistan işgali sonrasında Amerikan emperyalizmi Orta Asya ülkeleriyle daha sıkı askeri ilişkiler içindeydi. Şimdi bu ilişkiler eskisi gibi değil. Ama Amerikan emperyalizmi bölgedeki askeri varlığının yanı sıra ekonomik olarak da var. Her halükarda bütün olanaklarını kullanan Amerikan emperyalizmi, dünya hegemonyası kurmanın Avrasya'ya hâkim olmaktan geçtiğini biliyor ve bu amacına ulaşmak için rekabetini sürdürüyor. Avrasya üzerinde hakimiyet, dünyanın geriye kalan kısmı için bir paradigma olacaktır: Brzezinski'ye göre, Avrasya'ya hakim olmak Afrika'yı, Latin Amerika'yı, Avustralya'yı, başka ülkeleri Amerikan dünya hegemonyasına katılmaya zorlayacaktır.

Bu jeopolitik amaca ulaşmak için kat edilen mesafe Amerikan emperyalizmi açısından hezimet olmasa da, önemli boyutları olan bir jeopolitik güç kaybıdır. Rusya'nın güçsüz olduğu dönemde; Yelsin döneminde, Çin'in dünya politikasında ve ekonomisinde bugünkü kadar pek ağırlığının olmadığı dönemde, Afganistan işgalinin başlangıç döneminde gelişmeler Amerikan emperyalizminin lehineydi. Hele Hazar Havzası petrol kaynaklarının paylaşımında uluslararası tekellerin belirleyici ağırlığının olması, ABD'nin Orta Asya ülkelerinde kurduğu üsler, Ukrayna ve Gürcistan'daki „renkli devrim“ler, Azerbaycan'ın “batılılaştırılması”, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru hattının inşası, NATO'nun doğu genişlemesi vb. bütün bunlar ABD'nin Avrasya jeopolitikasının gerçekleştirilmesi yolunda atılan önemli adımlardı. Ama özellikle Irak'ın işgalinden sonra süreç Amerikan emperyalizminin aleyhine gelişmeye başladı. Brzezinski, son kitabı „İkinci Şans“ta Irak'ın işgalini kastederek doğrudan askeri işgalin başarısızlığa mahkûm olduğunu söyleyerek Bush politikasını eleştirir. Ama bu yenilgi, 1997'de formüle edilen Avrasya jeopolitikasını değiştirmeyi beraberinde getirecek kadar önemli değildir. Brzezinski'ye göre Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek için Ortadoğu'da atılan adımın başarısız kalması, en azından şimdilik başarısız kalması, Avrupa'ya, NATO'nun doğu genişlemesine daha çok önem vermek anlamına gelmektedir. Bu da Rus nüfuz alanına doğrudan müdahale demektir. Bu adımla Rusya Amerikan jeopolitikasının merkezindedir. ABD'nin eski Sovyetler Birliği topraklarında ve nüfuz alanında; yani Balkanlardan Hazar Havzasına kadar uzanan alanda „renkli devrim“ler gerçekleştirmesi, bölge ülkelerinin NATO üyesi olmalarını sağlaması, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne füze kalkan sistemi yerleştirmeye çalışması -ve bunda da başarılı olması (Polonya)- ABD'nin kendi güdümünde tek kutuplu dünya hegemonyası kurma planından vazgeçmediğini ve bunun da ancak ve ancak Avrasya'ya hâkimiyet üzerinden gerçekleşebileceğini göstermektedir. Putin önderliğinde Rus emperyalizmi Amerikan emperyalizminin bu niyetini doğru okumuştur.

Revizyonist Bloğun dağılmasından bu yana Amerikan emperyalizmi, dünya hegemonyası rekabetinde diğer rakiplerine fark atmak, belli bir avantaj yakalamak için siyasi, ekonomik ve özellikle de askeri gücünü kullanarak elini çabuk tutmuş oldu. Bu politika bugün, Rusya'yı tecrit ederek, uluslararası kurumları hiçe sayarak (teşhir olmayı kabul ederek) doğrudan zor kullanımıyla sürdürülmektedir. Örneğin Obama, Çin ve Avrupa ile konuşurken, Rusya'yı askeri olarak tehdit etmekten geri kalmıyor. Bu, başkan seçildiğinde B. Obama'nın nasıl bir politika izleyeceğini göstermektedir.

Ibrahim Okcuoglu

Hiç yorum yok: