10 Nisan 2010 Cumartesi

Masuscuktan “örgüt üyesi gibi” olma

Ceylan Önkol, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde koyunları otlatırken yaşanan patlamada hayatını kaybetmişti, vücudu etrafa dağılmıştı. Dağılan parçalarını ailesi toplamıştı. Şimdi gene bir çocuk daha, Mehmet Nuri Tançoban. Van'ın Çaldıran İlçesi'nde İran sınırına 10 km kala, bir tarlada sırtından vurularak öldürüldü. Mazot alacaklarmış. Askerlerle karşılaşmışlar, kabahat büyük ya kaçmışlar köylerine doğru. Sırtından indirivermişler Mehmet’i. Ne olacak ki… Can dağlayan hikâyeler serimize bir hikâye daha eklendi. Ateş en çok da düştüğü yeri yakıyor elbet ama öyle ateşler ki bunlar duyanın da görenin de içine kor düşürüyor. “Savaş hali”, her türlü rahat ve hatta keyfiyen can kıyımlarının önünü açabilir mi? Açıyor işte ve sonra da vebali kimsenin üzerinde kalmasın diye, cinayet olan şey “Ölü bulundu.” ile geçiştiriliyor medyanın kurnaz dilinde. Ne mayınlı bölge, ne kör kurşunlar. Öyle zor ki bunları yazmak. İnsanın eli gitmiyor, içi daralıyor. Yaşadığı memleketin düzenine küfrettiriyor. Tüm bunlar olurken TMK mağduru çocukların aslında hiçbir savunmaya ihtiyaçlarının olmadığını söylemek yanlış mı olur? O çocuklar kıramaz, dökemez, yapamaz gibi savunmaların tam tersini söylemek istiyorum. Niye yapamasın, bal gibi de yapar. Yok eğer tek başına yapamadı, birlikten kuvvet doğar, toplaşırlar yaparlar ve birde niye yapmasınlar? Öfkeleri için sebepleri yok mu dersiniz? Yanlış anlaşılmasın, çocukların yetişkinlerle aynı koşullarda yargılanıyor olmasına taraf değilim. Hukukun hiçbir münhasır terimi de ilgimi çekmez, o başka konu.

Çocukları yaşadıkları toplumdan ayrı bir yere koyan, bir başka varlık biçimi olarak gören, çevresinde olanı biteni anlayacak kadar zekâya sahip olmadıklarının anlaşılacağı yorumlar yapan taraflarımın savunmalarını anlamsız buluyorum sadece. Ne gereksiz trajedi, ne de mübalağa. Her şey çok ortada çünkü, her şey zaten çok acı. Belki fazla göz kırpan bir karşılaştırma olacak. Ama bu çocukların kolejlerde okuyan yaşıtlarından farkları var. Doğduklarından itibaren iktidarla ilginç tesadüflerle temasları var. Kimlik kazanımları türlü cenkleşme süreçleri ile dolu. Aymaz olabilme lüksleri yok. Hep bilmiş olacaklar. “Bilmiş”, “görmüş” ama dahalık geçirmemiş. Neler görmüşler peki? Anlayacakları türden kötü bir masal gibi. “mış” ların hepsi bugünlerinde ama. Evleri basılmış, köyleri taranmış, aşağılanmış… Onlara ‘Niye?’ denilmediği sürece, verdikleri yanıtlar üzerinden çözümler aranılmadığı sürece evciliklerini hep o izlediğimiz görüntülerde oynayacaklar. Sonra da oynadıkları oyun için yargılanacaklar. Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına eylem yaptıkları için “örgüt üyesi gibi” olma halinden. İşte asıl evcilik. Masuscuktan “örgüt üyesi gibi” olma. Otoritenin arzusu istemeye görsün; yasalar her türlü bir yol bulur, kulu kulluktan suçlu bulur nasılsa. İktidarın ve yandaş medyanın şematik eleştirileri bir yana bırakması ve konuyu başka bir yerden eşelemesi gerekmiyor mu? Özgürlük istekleri en çok onlara yakışmıyor mu? Düşleri için sokağa dökülmelerine niye kılıf arayalım. Her şey durup dururken mi oluyor dersiniz? Pedagog kesilmenin ne lüzumu var. Bu çocukları kim kışkırtıyor sorusunun maksadıyla beraber tarafı da belli. Bir de taş atılan yerden yani çocukların tarafından bakmak gerek olaya. Alet edildikleri söylendiği bu savaşın ortasında değiller çünkü. Bizzat taraflar. Fanus içerisinde korunmaya da alınmış değiller, ne yazık ki… Hükümsüz olamayacak kadar yaşadıkları toplumun sorunlarına dâhiller. Salak değiller yani, pek tabi olana bitene vakıflar. Paylarına düşene aldırışları, verdikleri tepkileri. Temelsiz değil boyundan büyük işlere kalkışları. Ama ne diyeyim başka… Memleketim topraklarında ve dünyada “Çocukluklarında çocuk olabilenlere ne mutlu.”*

*Gençliğinde genç olabilene ne mutlu. (Shakespare)

Hiç yorum yok: