21 Nisan 2010 Çarşamba

Kürtler ve Çekirdek Avrupa’nın gerçek yüzü

Belçika polisinin Perşembe sabahı ROJ TV ve KNK başta olmak üzere Belçika’daki Kürt kurumları ve şahıslarına karşı gerçekleştirdiği operasyon, açık bir hukuksuzluk olmasının yanı sıra bir dizi soruyu da beraberinde getirmekte. 1996’da MED TV’ye karşı benzer gerekçelerle yapılan saldırının sonradan hiç bir hukuksal gerekçesinin olmadığı ortaya çıkmasına rağmen, neden şimdi aynı nedenlerle bu operasyon gerçekleştirildi?
Belçika savcılığının uzun süren hazırlıklardan sonra başlattığı operasyonda »anti-terör-polisleri« sadece ROJ TV stüdyolarına ve KNK’ye değil, evlere ve BDP-Avrupa Temsilciliği’ne de baskın düzenlediler. Peki, bu operasyonla kime, kim tarafından ve hangi amaçla, hangi sinyal veriliyor? Kürt gazetecilerin, politikacılarının ve şahsiyetlerinin »terörist« zannıyla gözaltına alınmalarıyla amaçlanan nedir? Kürtlerin bilinçli olarak kriminalize edilmesinin ardında hangi politik hesaplar yatmaktadır?
Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde, henüz olay hakkında yayılan kısa bilgilerden fazlasına ulaşamamıştım. Ancak, gerek savcılık açıklamasının, gerekse de medyada verilecek olan haberlerin yayımlanmasını beklemeden olay hakkındaki şahsi hükmümü vermiş durumdayım: operasyon, politik bir karardır ve Çekirdek Avrupa, yeni bir »Filistin Olayına« dönüşme potansiyelini taşıyan Kürt Sorunu’nda taraf olduğunu açık olarak ilân ederek, yangına körükle gitmekte olduğunu göstermektedir. Operasyon Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye planının bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
AB ve AB’nin asıl karar vericileri olan Çekirdek Avrupa egemenleri, emperyalist çıkarları uğruna kendi koydukları demokratik (!) kurallara kendilerinin uymadıklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. Bu bağlamda Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın mimarlarından Robert Cooper’in, »kendi aramızda karşılık güven ve kooperasyon içerisinde yasalara uyarız, ama ormanda orman yasalarını uygulamalıyız« sözü bu operasyonla ayrı bir anlam kazanmıştır.
Cooper’in söyledikleri ile bağlantılı olarak son operasyon, »orman yasalarının« bundan itibaren Avrupa sınırları içerisinde de uygulanacağı anlamına gelmektedir. Dış politikasını giderek daha da militaristleştiren AB, artık iç politikasını da emperyalist emellere göre şekillendirmekten ve demokratik hukuk devleti esasını, egemen azınlığın çıkarları uğruna izafîleştirmekten, ayaklar altına almaktan geri kalmayacağını alenen ilân etmiştir.
Belçika Federal Savcısı Lieve Pellens, Kürt kurumlarına yönelik girişimin »uluslararası terörizme karşı mücadele« kapsamında gerçekleştirildiğini söylerken, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, »Belçika’nın, uluslararası terörizme karşı mücadelede bütün ulusların sorumlu olduğunu gördüğünü ve sorumluluğunu yerine getirdiğini« belirterek, operasyonları selamladığını açıkladı. »Bozacının şahidi, şıracıdır« deyişinde olduğu gibi, sözde »terörle mücadele« konusunda egemenler küresel çapta aynı safta olduklarını gösteriyorlar. Aksini beklemek, naiflik olurdu doğrusu.
Operasyonu kısaca değerlendirirsek, varacağımız sonuçlar şunlar olacaktır: Birincisi, Çekirdek Avrupa gerçek yüzünü göstermiştir. Bu adımla, insan hakları, demokratikleşme ve barışçıl çözüm konularında yöneltilmiş olan tüm eleştirilerin takıyye; enerji nakil hatlarını korumakla görevlendirilen ve bölgede emperyalizmin jandarmalığı rolüne öngörülen Türkiye’nin neoliberal ve militarist biçimlendirilmesinin esas olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin AB’ne yakınlaştırılma süreci, AB’nin jeostratejik, jeoekonomik ve jeopolitik çıkarları temelinde ve bu bağlamda görülmelidir.
İkincisi, Kürt Sorunu’nunda üstü kapalı olarak taraf olan AB, bu adımla inkarcı ve imhacı devlet siyasetini açıkça desteklemektedir. Bugüne kadar kendi sınırları içerisinde yaşayan Kürtlere en temel hak ve özgürlükleri tanımamakta ısrar eden AB egemenleri, Kürt Özgürlük Hareketini »terbiye etmek« ve kontrol altına almak için yaptırım siyasetini sertleştirerek sürdürecekleri sinyalini vermektedirler.
Üçüncüsü, bu operasyon ve AB’nin Kürtlere yönelik politikaları, AB’nin neoliberal ve militarist dönüşümü, demokratik ve sosyal hakların kısıtlanması ve »Kale Politikası« temelinde baskıcı ve ayırımcı bir göç rejiminin etabile edilmesi bağlamında görülmelidir. Genelde göçmenlere, özelde Kürt kökenli göçmenlere yönelik uygulamalar, daha önceleri olduğu gibi, çoğunluk toplumunun haklarının kısıtlanmasına giden yolun başlangıcıdır.
Avrupa’da yaşayan Kürtler, örgütlenme ve haberleşme haklarına yönelik bu saldırıyı yanıtsız bırakmayacaklarını bugünlerde gösteriyorlar. Ancak protestoların salt Belçika hükümetine yöneltilmesi, yeterli olmayacaktır. Protestolar, AB’nin gerçek yüzünü ortaya çıkartmayı hedeflemelidirler.
Bu bağlamda Avrupa demokratik kamuoyuna düşen görev de, Kürtlerle »dayanışma« değil, Kürtler üzerinden kendi haklarına yapılan saldırıya karşı çıkmak, Batı Avrupa demokrasilerinin sütunları olan temel hak ve özgürlüklerin korunmasını ve herkes için eşit olarak kullanılmasını sağlamak için harekete geçmektir. Avrupa’daki demokrasi güçlerinin, sosyal hareketlerin ve Avrupa Solu’nun inandırıcılığı, AB’nin yeni Kürt politikası karşısında alacakları tutum ile ölçülecektir.

Hiç yorum yok: