29 Nisan 2010 Perşembe

Karargah ve Mehmet Baransu

/FRANKFURT - Geçen hafta, iki yıldır Türkiye’nin gündemini belirleyen gazeteci Mehmet Baransu’nun Karargah isimli kitabını okudum. Baransu Taraf gazetesinde görev yapıyor. Kitabında haberlerini bu kez öyküleriyle birlikte işliyor.

Medya- Ergenekon İşbirliği, Türkiye’yi Biçimlendirme Planı, Dağlıca ve Aktütün baskınları, AKP ve Gülen Cemaati’ni bitirmek amacıyla hazırlanan Albay Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı, Kafes Operasyonu, Pimi Çekilmiş El Bombası ve nihayetinde Balyoz Darbe Planı gibi Türk ordusuyla ilgili kritik haberlere imza atan ve ‘Türkiye’yi sarsan adam’ Baransu Iğdırlı Kürt bir gazeteci.

Kürt fakat, Akşam gazetesine verdiği röportajda “Kürdüm ama bir MHP’linin nefret ettiğinden daha çok PKK ve DTP’den nefret ediyorum” diyor. Taraf gazetesinde çalışıyor ancak gazetesinin Kürt meselesine yaklaşımını da eleştiriyor. Bu yüzden Taraf’tan ayrıldığı ve kısa bir süre sonra tekrar geri geldiği de söyleniyor.

Ulusalcı cephe Baransu’nun Fetullahçı olduğunu ve Türk ordusuyla ilgili ‘çok gizli’ haberleri polis teşkilatı içindeki Fetullahçı ekipten aldığını iddia ediyor. Baransu ise bu iddiaları reddediyor. Bazıları kozmik değer taşıyan ‘çok gizli’ bilgi ve belgelerin ‘ordu içinden’ geldiğini söylüyor.

Ne var ki bunlar sadece ona geliyor. Türkiye genelinde sarı basın kartı sahibi 7 bini aşkın gazeteci var. Ayrıca bu kartı olmayan on binlerce gazeteci de değişik basın organlarında çalışıyor. Ancak, Türk ordusuyla ilgili kritik belge ve bilgiler yalnızca ona gönderiliyor.

Türkiye ve dünya kamuoyu ordunun içinde olup biteni ondan öğreniyor. İki yıldır belli peryotlarla süren kritik haber akışı Baransu’nun belli bir merkez tarafından ‘seçilmiş’ olduğunu gösteriyor.

Belli ki söz konusu merkez ona herkesten daha çok güveniyor. Bu merkezin Genelkurmay Karargahı olduğu da anlaşılıyor. Baransu ‘belgeler ordu içinden geliyor’ derken doğru söylüyor.

Zira Türk ordusunun yüksek komuta kademesi (Karargah) Baransu üzerinden kendisine ve Türkiye’ye değişen şartlara uygun olarak yeni bir biçim vermeye çalışıyor. Küresel güçlerin talebi üzerine yeniden şekillenmeye çalışan Türkiye’de ordu düzelirse herşeyin düzeleceği hesaplanmış görünüyor. Ağırlık bu nedenle orduya verilmiş bulunuyor.

Türk ordusu küresel sürece ayak uydurmakta zorlanan ve ‘tehdit unsuru’ haline gelmiş olan güçlerini tasfiye ediyor. Belgeler bunun için sızdırılıyor. Karargah, değişen şartlara uygun olarak kendisini yeniliyor. Taraf yazarı Rasim Kütahyalı da ‘Türk ordusu yeniden ordulaşıyor’ derken bunu kastediyor. Ancak, Taraf gazetesi buna rağmen, Türk ordusu ve Türkiye’nin zorunlu nedenlerden ötürü yeniden dizayn edilmesini ‘asrın demokratik atılımı’ olarak değerlendiriyor ve başta Kürtler herkesi bu çabaya katkı sunmaya çağırıyor. Bunda ısrar da ediyor. Bu tutum aslında gerçek manada bir demokratikleşmenin ötelenmesine neden oluyor.

Taraf gazetesi ile liberal kesim bu nedenle okun sivri ucunu AKP yerine Kürt siyasetine çeviriyor. Türkiye’nin en güçlü demokrasi dinamiği olan Kürt siyasetine haksızlık ediliyor. Bu kesimin yüzünden Türkiye’nin gerçek manada demokratikleşme temelinde değil, statükonun yeniden üretilmesi temelinde dizayn edildiği fark edilemiyor.

Kürt siyaseti bunların yüzünden son iki yılda epey sıkıntı çekti. Ergenekon Davası’ndan bu yana Kürt tarafı bunlar tarafından her fırsatta AKP’nin yedeğine düşürülmek istendi.

Ancak oyuna gelinmedi. Kürt halkı ve siyaseti haklı gerekçelerle buna itiraz etti. AKP Hükümeti’ni devirmek için harekete geçen Ergenekon Kürdistan’daki savaştan çıkıp gelmişti. Bazı mensupları alanen ‘Kürt kanı’ içmişlerdi. Bunlar tescilli katildi ancak mahkeme gibi AKP Hükümeti de işin bu yanıyla ilgili değildi.

Kürtlerin davaya ‘müdahil’ olmalarına dahi izin verilmedi. Bütün bunlar elbette Kürt karşıtlığıyla sağlanan ‘Dolmabahçe’ mutabakatının bir gereğiydi. Basın ve liberaller bunun üzerine gideceğine Kürt tarafını bu oyuna alet olmaya davet etti.

Davet kabul görmeyince de ‘Ergenekon-PKK ilişkileri’ şantajını gündeme getirdi. Aylarca bu konu işlendi. Karargah’ın yönlerdirdiği psikolojik savaşa bazı Taraf yazarları da açık destek verdi.

Bu arada kimse Kürt tarafını duymak istemedi. PKK ‘Ergenekon şantajını’ elinin tersiyle itti, Öcalan Ergenekon savcılarına dilekçeler gönderdi ama kabul görmedi.

Sonuçta iki yıl böyle heba edildi. Ve sonradan fark edildi ki ne ordu kışlasına geri dönüyor, ne de barış geliyor. Anayasa paketi de kimseyi ikna etmeye yetmiyor. Türkiye demokratikleşmiyor tersine, statüko kendisini yeniden üretiyor.

Bu gerçek geniş kesimler tarafından da fark edilince, iki yıldır sabırla bekleyen PKK de sonunda resti çekti. ‘Artık hedef değişti’ diyen PKK, geçen yazımda belirttiğim gibi tek yanlı barış ve çözüm talebini geri çekti. Gerilim bir anda yükseldi.

Ancak Öcalan yeniden devreye girdi ve geçen hafta “bizim tercihimiz çatışma değil, çözümdür” dedi. PKK’nin ‘yaz başına’ kadar beklemesi gerektiğini de söyledi. Anayasa paketi içinse “demokrasi ve insan hakları” şartını getirdi. AKP’nin güvence vermesi halinde paketin desteklenebileceğini belirtti.

PKK lideri, Kürtler üzerindeki baskıya, kuşatmaya ve yürütülen psikolojik savaşa rağmen örgütünü iki yıldır çatışmadan uzak tutmaya çalıştı. ‘Demokratikleşme’ sürecine en büyük desteği de PKK ‘eylemsizlik’ kararıyla sağladı. Buna rağmen çözüm konusunda dişe dokunur bir gelişme yaşanmadı. Yaşanmadığı gibi her adımda Kürtler suçlandı.

Çünkü ‘Karargah’ yeni dizayn planında siyasi taktik yapmıştı. Kürtleri kabul eder görünerek tasfiye etmeyi amaçlamıştı. Kürt tarafın sağlam duruşu sayesinde bu plan tutmadı. ‘Karargah’ boşa çıkarıldı. Onun şimdi yeni bir plan yapması, PKK’yi, BDP’yi ve Öcalan’ı hesaba katması gerekiyor.

Çözümün ve barışın yolu buradan geçiyor. Baransu ve liberallerin bundan böyle okun sivri ucunu AKP’ye ve Karargah’a yöneltmeleri gerekiyor. Türkiye için bundan başka çıkış yolu bulunmuyor.

* Kaynak: Özgür Politika

Hiç yorum yok: