6 Nisan 2010 Salı

Endüstrileşen Futbolun Kaybettirdikleri..

FRANKFURT - Benim küçük dayım 1988 yılında gerillaya katılmıştı. Aynı sene Sovyetler on yılı aşkın bir süre devam eden kanlı bir savaşın ardından Afganistan’dan çekildi.

Yine aynı sene Piper Alpha’da büyük bir patlama oldu ve 165 petrol işçisi denizin ortasındaki bir platformda yanarak can verdi. Büyük bir bölümü hayatlarında platformda çalışmaya başlayana kadar deniz görmemiş göçmen işçilerdi.

21 Haziran 1988 günü ise Hollanda ile Almanya milli futbol takımları Avrupa Futbol Şampiyonası yarı finalinde karşı kaşıya gelmişti.

Hollanda ile Almanya’nın milli futbol takımları düzeyindeki karşılaşmaları her zaman gergin geçen maçlardır. Bu gerginlik kaynağını temel olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın Hollanda’yı işgalinden alır. Teslimiyet anlaşmasının imzalanmasına rağmen Rotterdam’ın Alman uçakları tarafından bir anda yerle bir edilerek 30 bini aşkın sivilin öldürülmesi Hollandalıların hafızasından hiçbir zaman silinmemiştir.

Her maç öncesi her ne kadar sportmenlik, centilmenlik gibi laflar edilse de maçlara bu tarihsel çelişki damgasını vurur.

Bu konuda Portekiz’de 2004 yılında düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası öncesinde Hollanda’nın hücum oyuncusu Ruud Van Nistelrooy, Almanya maçı öncesinde samimi bir açıklamada bulunmuştu. Nistelrooy Almanya maçının kendileri için son derece önemli olduğunu ifade ederek “Bu sadece futbol tarihi ile ilgili bir şey değil, 60 yıl önce ülkemizde olan bitenlerle yani gerçek tarihle ilgili bir şey” demişti.

Van Nistelrooy’un şu anda Almanya’nın güçlü takımlarından Hamburg’un formasını giymesi başka bir konu tabii ki.

1988’e dönersek o dönem Hollanda dünyanın en güçlü takımlarından biriydi. Kadrosunda Ruud Gullit, Frank Rijkaard, Marco van Basten gibi yıldızları barındırıyordu. Almanya’nın kadrosunda da Jürgen Klinsmann, Rudi Völler gibi yıldızlar vardı.

O gün sahada futbol adına çok muhteşem şeyler olmadı.

Karşılıklı iki penaltı golüyle sağlanan eşitliği Van Basten’in Alman kalecisinin büyük hatasıyla kaydettiği gol bozdu. Hollanda maçı 2-1 kazandı.

O gün milyonlarca Hollandalı sokaklara dökülerek galibiyeti çılgınca kutladı. Sokaklara dökülenlerin sayısı 1945 yılında ülkenin Nazi işgalinden kurtuluşunu kutlayanların sayısından kat be kat daha fazlaydı.

Benim küçük dayım 1993 yılında bizim Diyarbakır’daki evimizi telefonla aradı. Serhat’ta düzlük bir yerde bir köydeydi. Telefonu ben açtım.

Karşımdaki sesi tanımadım önce. Telefonların dinlendiğini düşünerek dayım adını vermiyordu. Ben dayımın hal hatır sorma çabalarına karşılık sürekli olarak “kimsiniz” diyordum.

Benim ısrarım karşısında dayım “Benim, Beşiktaşlı” dedi.

Hemen tanıdım onu. Bizim geniş ailemizde tek bir Beşiktaşlı vardı. Beşiktaşlı olması Süleyman Seba ve Takoz Recep’le birlikte hafızamdan silinmeyen tek kişi.

Futbol garip bir oyundur. Başka hiçbir spor dalı dünyanın birçok ülkesinde, farklı kültürler tarafından birbirine benzer nitelik ve davranış gösteren şekilde taraftar bulmamıştır. Başka hiçbir spor dalı bu kadar politize, bu kadar güncel siyasetle ilişkili, bu kadar ideolojilere açık olmamıştır. Başka hiçbir spor dalı futbol kadar kabile sembollerini; bayrakları, takım renklerini, hep bir ağızdan söylenen marşları kullanmamıştır.

Bugün dünya üzerinde kendilerini ulusları, dinlerinden sonra tuttuğu futbol takımlarıyla ifade eden yüzmilyonlarca insan var. Benim küçük dayım da bunlardan biriydi.

Futbol güzel ve güzel olduğu kadar basit bir oyundur. Diğer spor dallarına göre çok az kuralı vardır ve diğer spor dallarının aksine pahada yüklü ekipmanlar gerektirmez. Hatta futbol oynamak için illa top da gerekmez. Bir kola kutusunun üstüne basarak düz hale getirilip de oynanabilinen bir oyundur futbol. Afrika’nın en ücra köşesindeki yoksul bir mahallede de oynanır, Santiago Bernabau stadında da.

Futbolu, futbolun yarattığı sosyal etkileri derinliğine incelemek sanıldığından çok daha kapsamlı bir iş, çok karmaşık bir denklemdir. Bir kişinin bir kulübü tutmasının açıklamasını yapmak dahi oldukça zordur. Yine değişik kulüpleri tutan taraftarların birbiriyle rekabeti hatta düşmanlığını açıklamanın tek ve her koşulda geçerli bir formülünü bulmak mümkün değildir. Hele günümüz futbolunda hiç değildir.

Misal İngiltere’nin en köklü kulüplerinden Liverpool İngiliz liman işçilerinin takımı olarak anılır. 1892 yılında kendi aralarında sürekli futbol oynayan liman işçilerinin kurduğu bir kulüptür. O dönemde şehrin tek stadı olan Goodison Park’ta maçlara çıkmak için Everton kulübündan izin çıkmayınca işçiler kendi aralarında para toplayarak Anfield Road’un temelini atarlar. Liverpool şehrin doğu yakasında kalan fakir işçilerin, Everton ise şehrin batı yakasındaki zenginlerin takımı olur. İki takım arasındaki maçlar İngiliz liginin en önemli derbilerinden biridir.

Ancak bugün ne Liverpool işçilerin takımı ne de Everton zenginlerin kulübüdür. Liverpool bugün dünyanın en pahalı dördüncü takımıdır. Kulübe tam 1 milyar dolar değer biçilmektedir.

Bugün Everton ve Liverpool taraftarlarını birbirinden sosyal-ekonomik anlamda ayıran hiçbir gösterge yoktur. Ama yine de iki kulübün taraftarları birbirlerine karşı neredeyse bir düşmanlık içindedir.

Bu anlamsız düşmanlık ve rekabet günümüz futbolunun en önemli sorunlarından biridir. Sahalarda yaşanan şiddet ve ırkçılık olayları bugün geçmişe oranla çok daha boyutlanarak sürmektedir. Fanatizm; sportmenliğin, futbolun güzelliklerin yerini almıştır.

Bugün “ölene kadar Cim Bomlu”; “damarlarındaki kan sarı lacivert akan”, “Beşiktaş için ölürüm” diye tezahürat yapan onbinlerce insanın varlığı futbolda gelişen fanatizmin ulaştığı en uç noktalardan biridir. Futbol yüzünden öldürülen, linç edilen insanların sayısı bugün korkunç boyuttadır.

Yine futbolda yaşanan endüstrileşme oyunun güzelliklerini kaybetmesinde önemli faktörlerden biridir. Günümüzde futbol piyasasında dönen paralar inanılmaz rakamlara ulaşmıştır. Futbolun yan piyasaları da büyük bir pazar oluşturmuş ve milyarlarca dolarlık cirolara ulaşmıştır. Misal EA’nın çıkardığı FIFA 2010 oyununun PC versiyonu 9,2 milyonluk bir satış rakamını yakalamıştır. Futbol piyasası etrafında dönen paranın yüzmilyarlarca dolarla ifade edilmektedir.

Futbol dünyadaki kapitalist sistemin önemli parçalarından biri haline gelmiştir. Neredeyse hayatın her alanında insanların futbol tutkusunu sömüren araçlar girmiştir. Şifreli yayınlar, takım formaları, takımların kahve fincanları, takımların banka kartları hatta takımların telefon hatları ilk akla gelen örnekler.

Güzel bir oyun olan futbol toplulukları yönlendirmenin, siyasal-ideolojik istismar yapılmasının araçlarından biri haline gelmiştir. Türkiye’nin dünya üçüncüsü olduğu 2002 Dünya Kupası sonrasında bu başarının “şehitlere” armağan edilmesi bunun en bariz örneklerinden biridir. Maçlarda sık sık “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atılır. Tabii bunun tersi de vardır. Kendini devrimci, sosyalist, çağdaş olarak nitelendiren taraftar grupları da tribünde yerini almakta ve kendi çapında futbolun çekiciliğini farklı kanallara yönlendirmeye çalışmaktadır. Ama genel eğilim egemenlerin, kapitalist egemenliğin sürekliliğini sağlayacak tutumları tribünlere, futbolseverlere benimsetme yönündedir.

Türkiye’de son dönemde Diyarbakırspor üzerinden yoğunlaştırılan tartışmalar da bu genel eğilimin dışında değildir. Diyarbakırspor’un bu sene yaşadıklarını bir hatırlayacak olursak kulübün Kürt sorunu konusunda Türk egemenlerinin politikalarına hizmet edecek şekilde nasıl kullanılmaya çalışıldığını açık bir şekilde görürüz.

Oysa bizim bildiğimiz, sevdiğimiz, oynadığımız ve izlemek istediğimiz futbol başka bir şey. Topluluklardaki ilkel kabile duygularını okşamaktan, milliyetçiliği geliştirmekten uzak, tatlı bir rekabetle, güzelliklerle ifade edilen futbolu istiyoruz.

Düşünün bazen bir futbol maçı yüzünden birileri ölüyor. Birileri birilerine acımasızca saldırıyor, küfür ediyor. Tribünler tamamen kazanmaya, ezmeye, karşısındakini yok etmeye kilitleniyor. Bener Demirtop’un deyimiyle tamamen “Makyavelist” bir karakteri taşıyor. Kazanmak için herşeyi mübah görüyor, şovenizmi, ırkçılığı, küfürü akla gelebilecek her türlü yöntemle kullanıyor.

Futbolun günümüzde geldiği noktada tüm bu saydığımız noktalar geri çevrilmesi çok mümkün gözükmüyor. Evet tarihsel gelişim insanlık açısından hep ileri yöndedir. Bunun tersinin savunulmasını, eskiye öykünülmesini çok hoş karşılayan biri değilim. Fakat futbol için artık çirkinleştiği ve bambaşka bir şekil aldığını söylemek durumundayım.

Ama ben hala futbol diyince aklına olağanüstü yetenekli, çok basit bir spor olan futbolu bir sanat gibi oynayan insanları hatırlamakta direniyorum. Beşiktaş’ı da “Bir gece ansızın 81 Düzce 82 Musul 83 Kerkük” pankartıyla değil küçük dayımın bana kim olduğunu anlattığı şifre olarak hatırlamakta...

Kaynak: Yeni Özgür Politika

Hiç yorum yok: