21 Nisan 2010 Çarşamba

Avrupa’da Kürtlerin yaşadığı kuşak çatışması - 2

20 Nisan 2010
Yeni_Özgür_Politika ’’İkinci kuşak olarak bizler, birinci kuşak gibi içe dönük yaşamıyoruz. Bir ayağımız birinci kuşağın izlerini ararken bir ayağımız da buranın kültürü ve sosyal yaşamında geziniyor. Bunun getirdiği sorunlar bizi zorlamaya devam ediyor.‘’


Avrupa’da Kürtlerin yaşadığı kuşak çatışması - 2


Suzan Goldschmidt (Gençlik psikologu ve sosyal pedagog-Bern) Aile içinde ebeveynlerle çocuk arasındaki çatışmanın, dışarıya birey-toplum çatışması şeklinde yansıdığını ifade eden sosyal pedagog ve psikolog Suzan Goldschmidt, kuşaklar arası çatışma konusunda şu tespitlerde bulunuyor: „Doğası gereği gençlik özellikle geçiş süreçleri olarak adlandırdığımız belli zaman dilimleri içinde çeşitli problemlerle karşılaşır. Söz konusu problemlere her ne kadar genel anlamlar yüklense de, gençliğin yaşadığı toplumsal, ailesel ve kültürel koşullar çok önemlidir. Bu sorunlar değişkenlikler arz eder. Bu nedenle Avrupa’daki göçmen gençleri, içinde yaşadığı toplumun gençliğinden ayrı analiz etmek zorundayız.

Bu kesimin karşılaştığı en önemli sorun içinde yaşadığı toplumla kültür uyuşmazlığı ve buna bağlı olarak içe dönük (ebeveynleriyle) kuşaklar arası sorunlardır. İçeride yani ailede, kuşaklar arası kültür farklılığından kaynaklı faktörler ebevenyleri ile çatışma halinde olan genç, dışarıda toplumla sosyal ve kültürel bir uyuşmazlıkla karşı karşıya kalıyor. Tabii bu sorunlar karşısında, bilimsel yaklaşılmazsa ve geçiş süreci sağlıklı atlatılmazsa, bu gencin ilerideki yaşamında ağır izler bırakır. Sorunlar geleceğini olumsuz biçimde etkiler“

Suzan Goldschmidt, ikinci kuşak Kürt gençlerinin de, diğer toplumlarda olduğu gibi bir önceki kuşaktan aldıklarını üçüncü kuşağa aktarmasının doğal olduğunu belirtiyor ancak dayatmaların kuşaklar arasındaki ilişkileri zedeleyeceğine vurgu yapıyor. Suzan Goldschmidt „ Elbetteki her kuşak bir önceki kuşağın yaşadıklarını kendi çağına göre devralır ve her kuşak bir sonraki kuşağa kendi değerlerini aktarmaya çalışır. Buraya kadar ters bir şey yok, ters olan dayatma ile verilendir. Dar ve geniş çevrede yaşanan kültür, yaşam biçimi, örf ve gelenekler çocuk yaşta başlayarak gençliği etkiliyor ya da sosyal yaşamını belirliyor. Siz kültürünüzü ne kadar yaşarsanız çevrenizdeki o kadar etkilenir. Evde, dar ve geniş ailede bir kültür dışarıda, sokakta, okulda, iş yerinde bir başka yaşam biçimi var. Bunların arasında sıkışıp kalan genç tercih yapmaktan zorlanıyor ve tabiri yerindeyse bukalemun gibi bir hal alıyorlar. Bu durum kişilik yapılanmasını kötü etkiliyor. Biz buna kaybolan gençlik diyoruz“ diyor. Bir toplumun kültürünü, dilini ve yaşam biçimini belirlemede özgür olduğunu söyleyen Suzan Goldschmidt, toplumsal bağlamda yaşamak isteniyorsa gençliğe yönelik projelerin olması gerektiğini belirtiyor. Aksi taktirde bir kuşak yitiminin söz konusu olabileceğini vurgulayan Suzan Goldschmidt sözlerini şu şekilde noktalıyor: „ Çözüm aslında basit. Her iki durumuda dıştalamayan iki bir konbine, kombinasyon ve buna bağlı olarak reel durumu iyi bir şekilde değerlendirmekten geçiyor. Elbetteki her toplum ve topluluk kendi dilini, kültürünü, dinini ve yaşam biçimini yaşamakta özgürdür. Hatta bunun olması gerekiyor. Hiçbir devlet, rejim veya sistem bunun önüne geçemez. Eğer bunu toplumsal bağlamda yaşamak ve yaşatmak istiyorsanız elinizde bu kesimlere yönelik projelerin olması gerekiyor. Buna gücünüz ya da böyle bir kaygınız yoksa doğal olarak kuşak kaybı yaşanır“

‘Türk kimliği ve babaya tepki’

Selina W.Vogelsee (Gençlik Sığınma Yurtları Direktörü) İsviçre’nin Zürih kentinde Gençlik Sığınma Yurtları Direktörlüğü görevinde bulunan Selina W. Vogelsee ise kuşaklar arası farklılıkların doğallığı kadar kuşaklar arası çatışmanın da doğal olduğunu belirtiyor. „Asyalı, Avrupalı ya da Kürdistanlı tüm toplumların kendi gençleriyle, gençlerin kendi ebeveynleriyle sosyal, siyasal, ekonomik sorunları olur. Kültürel farklılıklar, çatışmalar ya da dünyaya faklı pencerelerde bakma sorunları yaşanır. Faklılıklar ne kadar doğalsa çatışmalar da o kadar doğaldır“ diyen Vogelsee, göçmen kökenli ailelerde sorunların biraz daha değişik olduğunu ifade ediyor. Vogelsee devamla şunları belirtiyor „Elbetteki göçmen kökenli ailelerin çocukları birçok açıdan değişik ama kendi içinde doğal sorunlarla karşı karşıyalar. Bunun üç veya dört nesil daha devam edeceğini düşünüyorum. Bu kesimde, gençlerinin geleceği ile ilgili gerektiği kadar kaygılarının olmaması, sosyal yaşamda kırılgan olmaları, yaşamlarını tepkiler üzerinde götürmeleri gibi sosyal birçok olumsuzlukları sayabilirim. Bu olumsuzluklar kişilik bozukluklarına, kimlik bunalımlarına ve kültürel yozlaşmalara yol açıyor. Tüm bunların sonucu olarak kriminal olaylara bulaşma, uyuşturucu maddeler alma, intihar veya intiharlara teşebbüs, depresif rahatsızlıklar, çeşitli ruhsal bozukluklar gibi olumsuzluklar baş gösteriyor. Özellikle kız çocukları daha vahim bir durumdalar. Kürt gençleri için çok özel tespitlerimiz yok. İlk bakışta göze çarpan kendi aralarındaki ilişki biçimleridir. Bir uyum görünse de bu uyum daha çok karşı kimliklere özellikle Türk kimliğine karşı tepkiler üzerine kurulu. Bunun yaşanan çatışmalarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Hemen hemen hepsinin ortak noktası özellikle babalara karşı duyulan tepkilerdir. Ev reisliği geleneği, Kürt babalarda güçlü gibi görünüyor. Gençler bu reisliği kabul etmiyor ama bir süre sonra tespitlerimize göre evlenen genç aynı reislik güdülerini gösteriyor.

Çözümlere ilişkin kısaca şunu belirtebilirim. Hiçbir genç bir önceki kuşağa benzemez bunu kabul etmek ve buna göre gençlere yaklaşmak en doğrusudur. Buna göre bir yaklaşım ortaklaşmayı güçlendirir. Korkular, güvensizliği güvensizlik hiçselleştirmeyi getiriyor. Gençlere güvenmek ve onların güvenini kazanmak önemli bir doğrultu olacaktır“

Gençler ne diyor?

Rosa Gölgeli (Schweizerisch Kurdische Gemeinschaft-SKG yöneticisi) Kendisini ikinci kuşak içinde ifade eden SKG yöneticisi Rosa Gölgeli, birinci kuşak gibi içine kapanık bir kuşak olmadıklarını, içinde bulundukları toplumun sosyalitesi ile bir kültür alışverişi içinde bulunduklarına vurgu yapıyor. İsviçre’nin Basel kentinde çalışmasını sürdüren Gölgeli, kendi gözlemleri ile kuşaklar arası kültür ve kimlik farklılıklarını şu şekilde tarif ediyor: „ SKG-Schweizerisch Kurdische Gemeinschaft yani İsviçre-Kürt Çalışma Topluluğu tamamen bir ikinci kuşak projesi olarak yaklaşık iki yıl önce ortaya çıktı. Burada yaşadığımız deneyimler aslında ikinci ve üçüncü kuşağın küçükte olsa bir resmini elimize verdi. Bu resimde neler vardı kısaca sıralamak istiyorum: İkinci kuşak olarak bizler birinci kuşak gibi büyük ölçüde içe dönük yaşamıyoruz. Bir ayağımız birinci kuşağın izlerini ararken bir ayağımız da buranın kültürü ve sosyal yaşamında geziniyor. Bunun getirdiği sorunlar elbetteki bizi zorlamaya devam ediyor. Böyle mi olması gerekiyordu? Bilmiyorum ama somut durumumuz budur. Bizim somut durumumuzu birinci kuşağın yeterince anladığını zannetmiyorum. Aramızdaki bağlarda bir güvensizlik var. Empati sorunumuz var“

Rosa Gölgeli, kuşaklar arası çatışmanın neredeyse karşılıklı misillemeye döndüğünü şu çarpıcı ifadelerle dile getiriyor: „ Kendi gençlerine karşı güven duymayan birinci kuşak, birinci kuşağı anlamakta yeterince çaba sarf etmeyen ikinci kuşak. İsviçre-Kürt Çalışma Topluluğu olarak bizler, karşılıklı anlayış ortamını yakalamak ve bunu geliştirmek istiyoruz. Karşılıklı anlayış ve güvenle bu başarıyı yaşadık. Bu yeterli mi? Hayır. Ancak kendi yaşadığımız şehirle sınırlıyız. Ama bu bir model olabilir ve geliştirilecek projelerle ikinci kuşağa misyonlar yükletilerek bunu genişletebiliriz. Açık olan, biz ikinci kuşağa karşı doğru politikalar geliştirilmezse üçüncü kuşak şimdiden kaybedilmiş olur. Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda karşılıklı olarak çalışmalar yürütmemiz en makul olan yoldur diye düşünüyorum“

Cihan Arjin (Fransa/Paris) 21 yaşındaki Kürt genci Cihan Arjin, genç kuşaklar olarak benzeri sorunları yaşadıklarını belirterek ailelerin gençlerin siyasi ortama gir- mesinden endişeli olduklarını vurguluyor. Arjin sıkıntısını şu ifadelerle dile getiriyor: „ Kürt arkadaşlarımla konuştuğumda ortak bir çok şey bulabiliyorum. Çünkü, ailelerimizin ortak bir zihniyeti var ve benzer sorunlar yaşıyoruz. Ailelerimiz ‘yurtsever’ olmalarına rağmen bizim yan yana gelmemizden ya da, sosyal bir faaliyet yürütmemizden çekiniyor. Bizi siyasetten geri çekiyor ama bu, aslında bizi kendi kimliğimizden geri çekmek anlamına geliyor. Onlar yurtsever ama bizim siyasetle uğraşmamızdan korkuyorlar“

İkinci kuşağın kendi kimliğine sahip çıkmasında en önemli engelin aileler olduğunu söyleyen Arjin, bu sorunun aşılması için ortaya çeşitli projelerin konulmasının şart olduğunu vurguluyor. Arjin sözlerini „Elbetteki bizim de sorunlarımız var. Biz ikinci kuşak öyle veya böyle kimliğimizin parçalarını içimizde taşıyoruz ama, üçüncü kuşağın durumu bizden de geri olacak. Bu nedenle bizimle üçüncü kuşak arasında güçlü bağların kurulması için şimdiden sosyal, kültürel projeler hayata geçirilmeli. Bence en önemli sorunumuz kültürel bağlarımızın zayıf olmasıdır. Gençler ortak buluşmalarla bu bağları güçlendirebilir“ ifadeleri ile tamamlıyor.

Mehdi Harzani (19) İsviçre’nin Basel kentinde yaşayan Doğu Kürdistanlı Mehdi Harzani adlı genç de Avrupa’daki Kürt derneklerinin özellikle Kürdistan’ın diğer parçalarından gelen gençler için proje geliştirmemesinden şikayetçi... Harzai, kuşak çatışmalarının yanı sıra Avrupa’da bir de farklı parçalardan gelen Kürtler arasındaki iletişimsizliği şu çarpıcı cümlelerle dile getiriyor: „Burada doğan ikinci kuşak bir Kürt genciyim. Kürt olduğumu biliyorum ama Kürdistan için bir şey yapamıyorum. Avrupa’da örgütlü olan Kuzeyli kardeşlerim ve dernekler bizim için bir şey yapmıyorlar. Sanki Kürdistan yalnızca Kuzey’dir. Buna çok kızıyorum. Oysa Kürdistan’da böyle değil. Benim akrabalarım Kuzey Kürdistan’da şehit düştü, Kuzeyli bir genç kadın benim köyümün dağlarında şehit düştü. Burada ise sanki ayrı ülkelerde gelen insanlar gibi yaşıyoruz. Benim tanıdığım birçok Doğu Kürdistanlı yaşıtım hiçbir sosyal faaliyet içinde değil. Onlara yönelik bir çalışma olmazsa onlar beş sene sonra anne ve babalarına yabancı olurlar. Kimliklerini unuturlar. Ben anadilimi biliyorum ve yazıyorum. Bunu kendi çabamla öğrendim. Derneğe bir kere gittim ama herkes Türkçe konuşuyor bir daha gitmedim. Tepki için değil ama nasıl onlarla anlaşayım. Bence dil aramızdaki en güçlü bağdır“

Derneklerde gençlik için bütün parçaları kapsayan projelerin hayata geçirilmesini isteyen Harzai, „Derneğe gel demekle olmuyor, oradaki yaşıtlarımla ortak sosyal faaliyet yürüteceğim şeylerin olması lazım. Yoksa yan gelip yatarız. Bu, başta Roj TV olmak üzere basın kuruluşlarımızın görevi yine derneklerimizin görevidir. Bizim omuzlarımızda iki yük var biri Kürdistan diğeri yaşadığım İsviçre. Her ikisini de kaldırmak istiyorum. Birini kaldırdığım zaman öbür omuzum düşüyor ve ben yalpalayarak yolda yürüyorum. Hem burada doğanları anlayın ve ona göre iş yapın hem de bizim kimliğimizi ve dilimizi koruyun. Bunu yapın çünkü 5 sene sonra benim yalnızca İsviçreli arkadaşlarım olur. Onlar kötü insanlar değil ama ben her zaman onlarla olsam sonra çocuğum benim Kürt olduğuma inanmaz. Almanya yetmiş yıl sonra gidip Rusya’daki Almanları getirip Almanya’da onları korudu. Ben buradayım ama kimse beni bulmuyor ve korumuyor“

Günay Filimci (21) Basel’de yaşayan ve işletme üzerine eğitim gören Günay Filimci de „İkinci kuşak olmanın zorluklarını ben de tüm gençler gibi yaşıyorum. Anlamak ve anlaşılmak konularında eziklikler hissediyoruz. İki kültür arasında bocalarken ne kendimizi ne de dışımızdaki toplumu yaşıyoruz. İki yanımız ezik ve sorunlu. Kendi kültürümüze adapte olmak ve ikinci vatan olarak adlandırdığımız yaşanılan ülkelerin dilini, kültürünü yaşam biçimini öğrenmek ve yaşamak istiyoruz ama bir sorun var. Her ikisini de tam anlamıyla kombine edemiyoruz ve bu bizim ruhsal durumumuzu etkiliyor. Almancaya hakim olmama rağmen anadilimi bilmiyorum. Ama, sorunlu bir toplumun üyesi olduğumu biliyor ve bununla ilgili şartlarım el verdikçe sosyal, siyasal aktiviteler içinde yer almaya, projeler üretmeye çalışıyorum. Bence, herşeyi siyasal ya da politik olarak düşünmemeliyiz ya da sadece buna hizmet ediyorsa kendimizi Kürt hissetmemeliyiz.

Yaşam biçimi, dil, kültür ve buna benzer bir çok öğe az da olsa yerine getirildi mi kendimize bir Kürt gibi yaşadığımızı söyleyebiliriz“ diyor. Politik çalışmaların yanı sıra kültürel çalışmalara da önem verilmesi gerektiğinii belirten Filimci, Kürtlerin Avrupa’da yürüttüğü çalışmalarda bu alanda çok eksikliklerin olduğunu söyledi. Filimci devamla şunları söyledi: „Ama bu hususta çok eksikliklerimiz var.
Bununla ilgili ikinci kuşağı yönetecek, yönlendirecek ve tüm bunların verildiği kurumlar yok ya da varsa bile projeleri yok veya öncelik halinde değil. Bizi anlamalısınız. Kürdi kurumlar biz ikinci kuşağın sorunlarını, yaşadıklarını anlamalı ve projeler üretmeli. Bizi, bildikleri kalıplarla mahkum etmemelidirler.

Bizimle daha fazla diyalog geliştirmeli ve empati yapmalı. Ortak çalışmalara önem verilmeli ve en önemlisi de Kürt kurumları, biz ikinci kuşağın burada yerleşik bir yaşama geçtiğini ve birinci kuşağa göre daha farklı olduğumuzu görmeleri gerekiyor. Tüm bunlara rağmen ikinci kuşak olarak Kürt olduğumuzu, birinci vatanımızda sorunların olduğunu, ezildiğimizi ve buna karşı bir mücadele verildiğini biliyoruz. Bu diyalog ve anlaşılmak için yeterli değil midir. Elbetteki birinci kuşağın politik duruşları bizim için bir doğrultudur ama, bu doğrultuyu basma kalıplarla bize aktarmaları çok zor. Yöntemler ve tarzlar değişmelidir. Birbirimizi anlamanın koşulları ve şartlarını yaratmalıyız“

YARIN: Eğitim sistemi ve kimliksizlik

ALİ ONGAN/ERDAL ALIÇPINAR

Hiç yorum yok: