12 Mart 2010 Cuma

Toplumu sindirme politikasının adı: Gazi Katliamı

Gazi Katliamı’nın bütün yönleriyle aydınlatılması, sadece bu olayın aydınlatılması anlamına gelmeyecektir. Bu, diğer katliamların da aydınlatılması ve yüzleşme sağlanması için bir fırsat yaratabilir. Egemenlerin halka yaşattıkları ile yüzleşmek, demokratik bir gelecek ve toplum yaratabilmenin önkoşuludur.

Gazi Katliamı, tarihteki diğer katliamlar gibi bilinçli bir politikanın ürünüdür. Sistemin sıkıştığı dönemlerde el altında tuttuğu güçler üzerinden işlediği bu katliamların oluş tarzı ve mantığı hiç değişmiyor. Egemen anlayışın her dönem muhalif güçlere, azınlıklara ve ötekiler olarak algıladığı kesimlere karşı değişmeyen yöntemin adıdır, katliam. Selçuklulardan, Osmanlıya oradan da cumhuriyete kadar gelen sürece dikkat edildiğinde tüm dünya değişim üzerinden kendini yenilemeye çalışırken malesef bu topraklarda yaşanan, statükonun korunması mantığıdır. Sürekli bir korku hali ile içe kapanan iktidarlar süreç içerisinde artık toplumu korkular üzerinden yönetmeye başlamışlardır. Toplum üzerinde sürekli iç ve dış düşman olgusu iddiasıyla devletin kutsallığı öne çıkarılmıştır.

Devlet o kadar kutsallaştırılmıştır ki, devlet için insan öldürmek, katliamlar yapmak çok doğal ve gerekli olarak algılanmaya başlanmıştır. “Devlet için kurşun yiyen de, atan da şereflidir” sözü, devletin en üst noktalardan ifade edilerek devletin hangi mantığa sahip olduğunu ortaya koymuştur. Demokratikleşme yerine oligarşikleşen ve kutsallaşan devlet organizması varlığı için “halkım” dediği insanlara karşı şiddet kullanmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Devletin bu katliamcı yüzüyle karşılaşan ise her seferinde Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Aleviler olmuştur. Koçgiri, Dersim, 6–7 Eylül, 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Cizre ve cezaevleri katliamları, egemen devlet anlayışının halkına yaklaşımının gerçek yüzüydü; yani katliam.

Devlet elden gidiyor
90’ lı yıllarda Kürt özgürlük hareketinin önlenemez yükselişi ve kitleselleşmesi, egemenleri ürkütmeye yetmiştir. Kürt hareketinin giderek halklaşması ve büyümesi batı metropollerinde de karşılığını bulmaya başlamıştı. 89 baharındaki maden işçileriyle başlayan süreç, kitlesel bir işçi hareketlenmesine sahip olmuştu. Sadece işçi hareketi değil, öğrenciler de ayağa kalkmış ve var olan statükoculuğu kabul etmeyeceğini söylüyorlardı.

Kürt hareketinin batı metropollerinde özellikle varoşlarda halkla buluşması egemenlerin dikkatinden kaçmamıştı. Kürtler, Aleviler, işçiler, öğrenciler devleti kökünden sarsmaya ve kutsal devlet anlayışını sorgulamaya başlamışlardı. Devletin tüm şiddet ve katliam politikalarına rağmen kitle kabarışının önüne geçmek mümkün olamamıştı. Bölgedeki şiddet politikaları, cezaevlerindeki vahşetler ve Sivas Katliamı, halktaki mücadele azmini önlemeye yetmemişti.

Tüm bu uygulamalara rağmen sonuç alınamayınca devlet katında yeni bir konsept geliştirilmeye başlandı. Demirel, Çiller, Güreş ve Ağarlarla beraber gelişen yeni konseptin adı “topyekün savaş”tı. Başbakan elindeki listelerden bahsedip infazlara başlarken, Ağar “bin operasyondan” bahsediyordu. Çok kanlı geçen bu süreçte devlet içerisindeki çeteleşme en üst düzeye çıkmıştı. Toplumun demokratik direnişini karşı kirli savaş yöntemleriyle önlemeye çalışan egemenler, Sivas Katliamı’yla Kızılbaş-Alevilerle Kürt özgürlük hareketinin buluşmasını önlemeye çalışmıştır. 1995 yılına gelindiğinde bu katliam tutmamış, Kürt hareketi daha da kitleselleşerek Türkiye’nin yoksul varoşlarında her geçen gün varlığını büyütmüş, egemenlerin kirli savaş politikalarını teşhir etmişti.

Türkiye’nin varoşlarında yoksul Türkiyeli emekçiler, devrimciler ve Kızılbaş –Aleviler, Kürt hareketi ile buluşarak Türkiye tarihinde görülmeyen bir dayanışma ve birliğin gelişmesine sebep oluyordu. Ortaya çıkan sinerji ile sadece Kürtler değil, Türkiyeli ilerici, devrimci dinamikler de canlanıyordu. Sistem açısından en büyük tehlike PKK ile Türkiye halklarının buluşmasıydı. Bu tehlike göze alınamazdı. O nedenle önü kesilmeliydi.

Topyekûn savaş konsepti içerisinde sokak infazları ile başlayan katliamlar daha büyük operasyonların işaretini veriyordu. Kürt özgürlük hareketinin Türkiyeli devrimci dinamiklerle buluştuğu alanlarda yapılacak bir katliam çok yönlü çıkar sağlıyordu. Bunun için de Susurluk’ta açığa çıkan çete tüm gücüyle devreye konuldu.

Katliam için seçilen hedef: Gazi Mahallesi
Gazi Mahallesi Kürtlerin ve Anadolu yoksullarının iç içe yaşadığı bir semtti. Köyleri yakıldığı için veya yargısız infazlardan kaçarak buraya gelen Kürtlerin ve devletin her dönem tehdit ve tehlike gördüğü Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi, bu planlar için uygun bir yerdi. Gazi Mahallesi’nin diğer bir özelliği ise devrimci potansiyeliydi. Mahallenin yapısından kaynaklı olarak devrimci yapıların rahat örgütlendiği Gazi, uzun süredir devletin hedefindeydi. Çeşitli provokasyon ve baskılarla Gazi halkı yıldırılmaya çalışılsa da halk baskılara karşı direnmişti. Topyekün savaş konseptinin bir parçası olarak başlatılan çalışmalarda ilk etapta Susurlukçuların Gazi Mahallesi çevresinde cirit attıkları daha sonra tespit edilecekti. Bir simitçinin Gazi karakoluna sağ girip ölü çıkması da Gazi Mahallesi’nin hedef olarak seçildiğini gösteriyordu.

Gazi Katliamı başlıyor
Gazi’de çoğunlukla Alevilerin gittiği üç kahvehane, 12 Mart 1995 gecesi otomatik silahlarla tarandı. Kahvehanelerden birinde Alevi dedesi Halil Kaya öldü ve beşi ağır 20 kişi de yaralandı. Saldırganlar olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünün boğazını keserek öldürdü, taksiyi ateşe verdi ve kaçtı. Olayların ardından çok sayıda Alevi, Gazi mahallesi’nde toplandı ve polis karakoluna yürüdü. Polis ile saldırıyı protesto eden kalabalık halk kitlesi arasında çatışmalar durmaksızın sabaha kadar devam etti. Yaşanan çatışmalarda polisin açtığı ateş sonucu bir kişi öldü, birçok kişi de yaralandı.

13 Mart günü sabah erkenden toplanan ve polis karakoluna tekrar yürüyüşe geçen halk, çevik kuvvet ve özel timlerle desteklenen polisle çatıştı. Polisin hedef gözeterek ateş açması sonucu 15 kişi öldü, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralandı. Ortalık savaş alanı gibiydi, büyük bir vahşet yaşanıyordu. Yaşanan vahşete rağmen halk baskılara boyun eğmiyor ve direniyordu.
Polis ve özel timlerin bilinçli saldırgan tutumlarına karşı oluşan halkın tepkisini azaltmak için bölgeye askerler çağrıldı. Askerlerin de bölgeye gelmesinden sonra Gaziosmanpaşa’da üç mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ancak barikatlar kurarak sokaklarda direnen halk, bir komite oluşturarak isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda eylemlerini sürdüreceklerini açıkladı. Halk katliamın sorumlularının yargılanacağının garantisini istiyordu.

Olaylar sıçrıyor

14 Mart günü Gazi Mahallesi’ndeki olaylar Ankara’ya sıçradı. Gazi Mahallesi, polis ve asker işgali altında önceki günlere nispeten sakin bir gün geçirirken, Ankara Kızılay Meydanı’nda çıkan olaylarda 36 kişi yaralandı. Protestolar ülkenin birçok yerine yayılarak devam ediyordu.
15 Mart’ta ise Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi’nde (1 Mayıs) yaşananları protesto etmek için toplanan kitleye güvenlik güçleri tarafından ateş açıldı . Protestocu halkı dağıtmaya çalışan polisin açtığı ateş sonucu 4 kişi öldü, 20’den fazla kişi yaralandı.
Olaydan sonra yapılan otopsi sonucu ölen 17 kişiden yedisinin polis mermisiyle hayatını kaybettiği belirlendi. Gaziosmanpaşa Savcılığı’nın olayla ilgili fezlekesiyle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında „müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde öldürmek iddiasıyla dava açıldı. Basında yansıyan görüntüler, çekilen resimler ve tanıkların anlatımıyla olayların büyümesinde ve hayatını kaybedenlerin fazlalığında güvenlik gülerinin açtığı ateşin kesin olmasına rağmen mahkeme süreci olayların üstünü örtmeye dönüktü.

Skandal yargı

Olaylarda 17 kişi öldürülmüştü. Bunlardan yedisinin polis kurşunlarıyla öldüğü, otopsi sonucuydu. 20 polis hakkında “müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” suçlamasıyla dava açıldı. İstanbul’da açılan dava, “güvenlik” gerekçesiyle Trabzon’da görüldü. 11 Eylül 1995’te başlayan dava süreci, 3 Mart 2000 tarihinde karara bağlandı.

Yargılanan polislerden Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten 6 yıl 8 ay, Mehmet Gündoğan 2 kişiyi öldürmekten 3 yıl 9 ay hapse mahkum edildi ve cezaları ertelendi. Diğer sanık polisler beraat etti. Yargıtay mahkûm edilen polisler hakkındaki kararı “suçun net olmaması” gerekçesiyle bozdu. Dava Trabzon’da tekrar görülmeye başladığında, ölen vatandaşların yakınları davadan çekildi. Mahkeme, Albayrak ve Gündoğdu’ya bu kez toplam 4 yıl 32 ay hapse mahkûm etti.

Kararın Yargıtay tarafından 2002’de onaylanması üzerine ölenlerin yakınlarından 22’si davayı AİHM’e taşıdı. 2005’te açıklanan AİHM kararıyla Türkiye, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde düzenlenen, Yaşama hakkı ve 13. maddesinde düzenlenen, Milli makamlara başvuru yollarının kapatılması hükümlerine aykırı davrandığı” sonucuna varılarak mahkum edildi. Mahkeme Gazi Mahallesi’nde hayatını kaybeden on iki kişi ile Ümraniye’de ölen beş vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. Olaylarda yaşamını yitiren on yedi kişi için ayrı ayrı otuz bin avro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, toplam olarak Türkiye’yi toplam 510 bin avro tazminat ödemeye mahkûm etti.

Mahkeme süreci sonucunda insanın kanını donduran şey ise insanlarla alay edercesine verilen kararlardı.17 kişinin hayatını kaybettiği Gazi Katliamı davası sonucunda verilen cezaların toplamı kaybedilen insanların sayısı kadar bile olmamıştı. Mahkemenin binlerce km öteye- Trabzon- taşınması ile davanın takibi zorlaştırılmıştı. Mahkeme süreci de milliyetçi faşistlerin hayatını kaybedenlerin yakınlarına ve davayı takip edenlere yapılan saldırılarla geçti.

Gazi Katliamı ve Ergenekon

Gazi olaylarının üzerinden 15 yıl geçti. Olayların sorumluları “sır” değildi; ama resmen ve alenen bir türlü açığa çıkarılmadı… Gazi Mahallesi’nde kahvehaneleri tarayarak katliam yapmak isteyenlerin amacı, belli ki, sadece 3 güne yayılan bir olaylar zinciri yaratmak değildi. Topyekûn savaş konseptinin bir parçası olarak kurgulanan Gazi Katliamı, bugünden bakılınca daha net veriler sunuyor bizlere. Dönemin emniyet yetkililerinin tutumu, adeta katliamcı provokatörlerin yapmak istediklerini tamamlarcasına, ateşi benzinle daha da harlandırmak tutumuydu. Her katliamda olduğu gibi bir yandan sükûnet çağrıları yapılırken bir yandan katliam sürdürüldü. Katliamın sonucunda ise sorumlular yerine katliamın mağdurları ve devrimciler yargılanarak hedef saptırılmaya çalışıldı. Yargı süreci, adaletin ötesinde egemenlerin, yalanlarına kılıf uydurmalarının bir aracıydı. Hukuk ve adalet yok edilmişti, yargı süreci hayatını kaybedenlerin yakınlarının ve kamuoyunun vicdanını tatmin etmekten çok uzaktı. Dahası, rencide edici bir “yargı” hükmü ortaya çıkmıştı.

Türkiye AİHM’de mahkum oldu. Ama olayın sorumlularını açığa çıkarmak, yargılamak, mahkum etmek yönünde bugüne kadar herhangi bir irade halen sergilenmedi. 
Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde, Gazi ve Sivas olaylarının Ergenekon’la bağlantılı olduğu iddiasına yer verilmesi ise katliamları yaşayanların iddiası olan ”planlı bilinçli bir şekilde devlet tarafından” yapıldığı iddiasının hiç de yabana atılır olmadığı gerçeğini bir kez daha açığa çıkarmıştı. Sadece Ergenekon davasında değil, Susurluk yargılamaları sırasında yargılanan sanıkların katliam günü Gazi Mahallesi civarında görüldüklerine dair güçlü kanıtlar hep görmezden gelindi. Tıpkı Sivas’ta ve diğer katliamlardaki devlet görevlileri ile ilişkilerinde olduğu gibi. Kim bilir belki de hiç bitmeyen “devlet sırları” ya da Ağar’ın “bin operasyonundan ” birinin adıydı Gazi Katliamı.

Gazi Katliamı’nın bütün yönleriyle aydınlatılması, sadece bu olayın aydınlatılması anlamına gelmeyecektir. Bu, diğer katliamların da aydınlatılması ve yüzleşme sağlanması için bir fırsat yaratabilir. Egemenlerin halka yaşattıkları ile yüzleşmek, demokratik bir gelecek ve toplum yaratabilmenin önkoşuludur.

Geçmişi karanlık, katliamlarla dolu olan bir ülke gerçekliğinden kurtulmak için Gazi Katliamı’nın 15 yılı vesile olabilir. Toplumsal barışı sağlamanın yolu ancak bu karanlıklardan kurtulmakla mümkündür. O yüzden katliamların üstünün örtülmesine izin vermeden, yeniden yargılanmalarını sağlamak gerekiyor. Bugün toplum Gazi Katliamı’yla yüzleşmek için her zamankinden daha istekli ve bilinçlidir. O zaman yapılaması gereken, bir yüzleşme ve vicdan hareketi oluşturmak için harekete geçmektir. Bunu sağlayamadığımız müddetçe yüreğimizin bir yanı her zamanki gibi kanamaya devam edecek; ama hiçbir zaman bu yara kapanmayacak.

ERGİN DOĞRU / Demokratik Alevi Hareketi
 

Hiç yorum yok: