14 Mart 2010 Pazar

Paradigmal Değişim mi, Sistemi Restore Etme Politikası mı?-2

Yeni politik çizginin, merkezi ABD’de bulunan ve NATO’nun sivil kanadı olarak değerlendirilen Kuzey Atlantik Konseyi tarafından geliştirildiği artık netleşmiş bulunmaktadır.


Nato’nun Sivil Kanadı Devrede…
Ortadoğu, Türkiye ve Kürtler için düşünülen yeni politik çizginin, merkezi ABD’de bulunan ve NATO’nun sivil kanadı olarak değerlendirilen Kuzey Atlantik Konseyi tarafından geliştirildiği artık netleşmiş bulunmaktadır. ABD’nin önde gelen düşünce kulübü olarak ifade edilen ve faaliyetleri genelde gizli tutulan Kuzey Atlantik Konseyi, kapital modernitenin ihtiyaç duyduğu politikaları belirleyen ve uygulamada yakın takipte tutan rolü belirleyici etkiye sahiptir. Kapital modernite sistemi için NATO’nun askeri kanadı ne anlam ifade ediyorsa, sivil kanadı olan Kuzey Atlantik Konseyi de aynı anlamı ifade ediyor.
Atlantik Konseyi 13-15 Nisan 2009 tarihinde Türk ve Güney Kürdistanlı yetkilileri ABD’de bir araya getirerek yapmış olduğu toplantıda, Kürt açılımı adıyla PKK üzerinde yeni bir tasfiye konseptinin uygulanması üzerinde anlaşmaya vardıkları anlaşılıyor. Toplantıda ortaya konulan ve üzerinde anlaşılan temel nokta, salt askeri operasyonlara dayalı bir konseptin PKK karşısında başarılı olmasının mümkün olmadığı, geçmiş 25 yılda yaşananların buna açık örnek olduğu, bundan dersler çıkararak yeni bazı önlemlerin ivedilikle alınması gerekliliği olmuştur. Askeri operasyonların yanında kültürel, sosyal ve ekonomik tedbirlerin de aynı oranda alınması gerektiğini belirten toplantı katılımcıları, ancak bu yaklaşımla PKK’ye karşı durulabileceği, eski klasik yaklaşım ve politikalarla süreci götürmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.
Aynı konsey, PKK tasfiyesi paralelinde Türkiye ve Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında uyumlu bir işbirliği sürecinin de başlamasını ABD’nin politik çıkarları açısından hayati görmüştür. Enerji rezervlerinin kontrol altında bulundurulması ve işletilmesi için bu ilişki olmazsa olmaz kabilinden değerlendirilmiştir.
Türk devleti, Atlantik Konseyi tarafından çerçevesi çizilip planlaması yapılan yeni Güney Kürdistan politikasını devreye koyarken, bunun paralelinde göstermelik adımlarla ve aldatmalarla Kuzey Kürtlerini de kontrol altına alma girişimlerine hız verdi. Bu işbirliği karşılığında Güneyli Kürt siyasi oluşumlarını PKK’ye karşı kendi cephesine çekmeye çalıştığına dair ise bir kuşku bulunmuyor. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son Hewler ziyaretinde ortaya koyduğu istemlerden bunu anlamak zor değil.
Sürecin başlangıç aşamasında konsepte ilişkin ser verip sır vermeyen AKP hükümeti açık ki, Kürt cephesini hazırlıksız yakalayarak, politik üstünlük sağlamanın peşindeydi. Sözde koordinatör bakan sıfatını taşıyan Beşir Atalay, ısrarlı sorulara karşılık PKK’nin sürecin neresinde yer alacağına dair bir şey belirtmiyordu. Sürekli toplumsal mutabakattan söz etmesi ise işin demogojik yönünden öte bir anlam ifade etmiyordu.
Anlaşılıyor ki, iyimser bir havanın var olduğuna dair Kürt halkını ve hareketini inandırmayı amaçlıyordu. Politik anlamı uyutma siyaseti olan bu yaklaşım ile Kürt hareketinin gerillaları sınır dışına çekme kararı alacağını düşünüyordu. AKP tüm planlamasını bunun üzerine yapmıştı. Çünkü yandaşı olan basın-yayın organları başta olmak üzere, akil insanlar olarak değerlendirilen birçok aydın ve yazarı da PKK’nin böyle bir karar almasını sağlamak için kamuoyu baskısı oluşturmaya çalışıyordu. Kimi yazar ve aydını bu yönde tembih ettiği ortaya çıkan tutumlardan gayet iyi anlaşılıyor. Görüldüğü kadarıyla esas planlama gerilla sınır dışına çekildikten sonra devreye konulacaktı. Tasfiye konseptinin bu adım üzerinden başarılı bazı sonuçlar alacağını hesaplamış olacak ki, umudunu ve uygulamasını bunun üzerine oturtmuştu.
Geliştirilmeye çalışılan bu süreç karşısında Kürt hareketinin takındığı tutum samimi ama temkinli olurken, onurlu barıştan kaçınmasının söz konusu olamayağını sürekli en yetkili ağızlardan dile getirildi. Ama AKP, bir türlü beklediği gerillanın sınır dışına çekilmesi kararı alınmıyordu. Durum böyle olunca, günler geçtikçe AKP’nin gerçek niteyi ortaya çıkmaya başlıyordu. Beklediği karar alınmayınca, bunun dışında somut bir planlaması olmayan AKP’nin eli ayağı birbirine dolaşır olmuştu. Bu temelde AKP’nin ne yapmaya çalıştığı az çok anlaşılmıştı, ama bir de durumu pratikte sınamak gerekiyordu.
Barış Grupları AKP’nin Hayallerine Son Noktayı Koydu
Evet, durumu pratikte sınamak gerekiyordu. Herkesin kafasında yoğun soru işaretlerinin bulunduğu bir aşamada, yani ilgili herkesin AKP’nin gerçek niyetinin nasıl anlaşılabileceği noktasında düşündüğü bir sırada, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen ani politik manevra çok kısa bir sürede süreci netleştirdi. Barış gruplarının gönderilmesi yönünde yaptığı öneri üzerine Türkiye’ye giden gruplara karşı AKP’nin ne yapması gerektiğini şaşırmasına yol açtı. Belki AKP politik hesaplar nedeniyle giden barış gruplarını tutuklamadı ama barış gruplarını karşılayan yüzbinlerce Kürdün muhatap olarak İmralı ve Kandil’i göstermesine karşı tahammülsüzlüğünü şovenist açıklamalarla gösterdi.
Giden barış gruplarının tutuklanmamasının tek sebebi olarak parçalama siyaseti olduğu artık netleşmiştir. Erdoğan’nın son günlerde iyice diline doladığı “örgütten ayrılanları terörist olarak görmüyoruz” söylemleri bu amacın dışa vurumu olarak anlam kazanıyor. Kendince yaptıkları hesaba göre barış gruplarını tutuklamazlarsa, örgütten kopmaların yaşanacağı, böylece Kürt Özgürlük Hareketinin kan kaybederek, tasfiye konseptinde bir adım atacaklarına dair sahip oldukları düşüncedir. Zaten basında yoğun işlenen, “yönetim kadrosu dışında herkesi af edebiliriz” düşünceside bu eksene dayanıyor. Bu siyaset ve yaklaşım tarzı kafayı kesip, gövdeyi yutma amacını taşıyor. Aynı şekilde DTP için ısrarla söyledikleri şahin-güvercin kanadı vs söylemler de bu politikanın bir devamı niteliğindedir. DTP içinde görüş ayrılıkları var türünden yaptıkları propagandalarla legal-demokratik alanda da parçalama siyasetini uygulamaya çalışıyorlar.
Kürt Özgürlük Hareketi, yanlış hesaplarını bozunca, AKP Avrupa’dan barış grubunun Türkiye’ye gitmesini engelledi. AKP, grubun girişine izin vermemenin gerekçesini “DTP’nin yeniden şov yapmasını önlemek” olarak açıklasa da gerçekler hiç de öyle değildir. Çünkü herşeyden önce eğer AKP Kürt sorununun demokratik-barışçıl yollardan çözümünde samimi ise giden barış grupları için gerekli olan hukuki ve siyasal koşulları yaratmak zorundadır. AKP’nin bunu yapacak ne gücü, ne de kararlılığı mevcuttur. Politik söylem ve aldatma argümanları kullanarak, “sorunu çözeceğim” demek ayrı, bunun hukuki ve siyasi prosedörünü oluşturmak çok ayrı şeylerdir.
AKP’nin “DTP süreci tahrip etti, sil baştan yaparız” türünden yaptığı açıklamalar, gerçek niyetinin anlaşılmış olmasından kaynaklıdır. Saldırganlığı takkesinin düşüp, keli görünmesinden ileri gelmektedir. AKP kurmayları tarafından Kürt halkına yağdırılan tehditler ve kullanılan şovenist söylemler, özellikle metropoller başta olmak üzere birçok yerde Kürt halkına karşı linç girişimlerinin başlamasına yol açtı. DTP il, ilçe, belde örgütlerinin kundaklanması ve Türkiye şehirlerinde Kürtlere karşı başlatılan linç kampanyasının esas sorumluları AKP zihniyetidir.
Sonuç olarak Türk devletinin paradigmal bir yeniden yapılanma durumu yoktur. Kürt sorunu ancak paradigmal yenien yapılanma sonucunda çözülebilir. Devletin tekçi paradigması değişmediği sürece tutarlı bir çözümün ortaya çıkması sözkonusu değildir. Sistemi restore etme yaklaşımlarıyla kapsamlı yönlere sahip tarihi bir sorun çözülemez. Restoreye dayalı her girişim tasfiyeyi derinleştirmekten öte anlam ifade etmeyecektir ki, bu da çatışmaları derinleştirmekten ve ölümleri artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
NATO’nun sivil kanadı tarafından hazırlanan, Türk devleti tarafından AKP ile oynatılmak istenen tasfiye konsepti Kürt halkının iradesi ve hareketinin politik manevrasına takılıp önemli oranda deşifre edildi. Bu durum Kürt hareketinin hanesine büyük bir başarı olarak yazılmıştır. Bu sonuç Kürt halkını aldatmak isteyen, devletin tüm olanaklarını kullanıp Kürt halkının özgürlük mücadelesini geriletmek isteyen AKP’nin oynamak istediği oyunu önemli oranda bozmuştur. Böylece tüccar, çıkarcı oluşuma büyük darbe vurulmuştur. AKP bu nedenle Kürt halkı arasında olduğu kadar, Türk halkı arasında da prestij ve kan kaybetmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi bir kez daha göstermiştir ki, derin tarihsel ve toplumsal gerçekliğe dayanan Kürt sorununa ciddi, tutarlı ve dürüst yaklaşmayanların Türkiye siyaset sahnesinde uzun süreli varlıklarını korumayacaklardır. Hile, entrika ve komplo peşinde koşan oluşumların amacına ulaşması mümkün değildir. Kürt Özgürlük Hareketi şimdiye kadar sıfırlayıp, tarihin çöp sepetine attığı onca partiye şimdi de AKP’yi ekleme sürecinde bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’de gerçek kardeşlik ve eşit birliktelikten yana olan her çevre için önemli olduğu kadar, tüm Türkiye halkının da yararına olacak en temel yaklaşımdır.
Şahan Dicle

Hiç yorum yok: