2 Mart 2010 Salı

Neofaşizmin Türk versiyonu: Yeşil faşizm

2002’lerden sonra AKP hükümeti ile Büyük Ortadoğu Projesi ekseninde “ılımlı İslam” adı altında esasta ‘yeşil faşizm’ diyebileceğimiz politika, Türk otoritelerinin esas siyaseti olmuştur. ‘Yeşil faşizm’, AKP şahsında, ‘ılımlı İslam’ adı altına gizlenerek Türk-İslam sentezli kimlikle pratikleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramı ilk olarak ‘Roma-Regina Coeli’ cezaevinde iken kullandım. Kullanmadan önce çok yönlü okuma fırsatı bulmuştum. Özellikle de “Terörizm” ve “Uluslararası Terörizm” kavramlarının çıkış süreçleri, kullanma nedenleri, esas olarak da 11 Eylül 2001 olayı ile birlikte bütün siyasal güç dengelerinin temel ve güncel siyasal argümanı olma noktalarında nelerin hedeflendiğini sorgu- lamaya çalıştım. Ve ortaya çıkan uygulamalardan ulaştığım sonuç aslında küresel emperyalizmin ve onun öncü güçleri ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün esasta soğuk savaş döneminin kapanması ile birlikte küresel alanda yayılmak ve egemenliklerini pekiştirip kalıcılaştırmak için adına ‘terörizm’ ve esasta da ‘uluslararası terörizm’ dedikleri bir politika geliştirdiler.

İnceltilmiş soysuzlaştırma yöntemleri
Bu politika ekseninde dost ve düşman güçler belirlendi. Oluşturdukları şer ekseni ile soğuk savaş döneminden farklı olarak günümüz bilgi teknolojisinin gelişimi; toplumsal olgulardaki farklılaşmalar, sosyal-kültürel ve siyasal alandaki değişimler göz önüne alınarak geçmişte kaba olarak yürüttüklerini, şimdi daha inceltilmiş manipülasyon, dezenformasyon, demogoji yöntemleri ile esasta neofaşist uygulamalarla halkları ve demokratik, devrimci dinamikleri deyim yerindeyse çizgiden çıkarıp soysuzlaştırarak, entegrasyon adı altında eritmeye ve soykırıma tabi tuttular. 1998’de uluslararası komplo ile Kürt Halk Önderi ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni hedefleyip entegre etme amacı ile başlatılan Ortadoğu operasyonu, 2000’le birlikte Afganistan, Irak, Suriye ve İran’ı da eksenine alarak, neofaşist cephe genişletilmeye çalışıldı.

AB liderliği 2001 ile birlikte bu uluslararası ‘terörizm politikası’na entegre edildi ve dikkat edilirse sonrası adım adım AB üyesi ülkelerin önemli bir bölümünde iktidarlar sağ ağırlıklı hükümetlere geçerek, giderek “ulusal gelenekleri korumak” adı altında milliyetçi politikalar yaygınlaştı. Ulus devletin dar, tutucu ve bastıran burjuva yüzü birçok ülkede egemen olmaya başladı. Buna Fransa ve Almanya otoritelerini somut örnek verebiliriz. Ve şu deyimi kullanmakta sakınca görmüyorum: Böyle giderse AB adım adım ABD’nin küresel emperyalist çizgisinin en temel güç dayanağı olacaktır.

Ortadoğu bölgesinin jeostratejik ve jeopolitik tarihselliğini dikkate alarak Türkiye devletine de Ortadoğu güç dinamikleri üzerinde ve arasında en iyi şekilde yeni biçimiyle küresel emperyalizmin jandarmalık rolü verildiği anlaşılıyor. Türkiye uluslararası terörizm siyaseti adı altında “ılımlı İslam” politikası ile kullanma sürecine alınırken, Türkiye de bunun karşılığında ‘PKK’yi terörist ilan edin’ diplomasisi ile tüm Kürdistan ve Anadolu değerlerini uluslararası küresel emperyalistlere peşkeş çekti.

AKP ve ‘yeşil faşizm’
Yani Türkiye’ye neofaşist yöntemler öğretilerek adeta 1952’de Türkiye’nin NATO’ya üye olması ile oluşturulan Türk Gladyosu, 2002’lerden sonra AKP hükümeti ile birlikte Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ekseninde “ılımlı İslam” adı altında esasta ‘yeşil faşizm’ diyebileceğimiz ve faşizmin yeni biçimi olan neofaşizm Türk otoritelerinin esas siyaseti olmaktadır. ‘Terörizm’ ve ‘uluslararası terörizm’ kavramları ile tüm emperyalist ve neoliberal güçler, toplumsal muhalefeti neredeyse hiçe sayıp, her muhalifi terörist veya teröristle işbirlikçi ilan ederek burjuvazinin faşist yüzü kendisini gösterdi. AKP gibi yamalı bohçadan oluşan ve esasta siyasal çizgisi “‘yeşil faşizm’” olan bir yönetim mevcut Türk Cumhuriyeti’nin yürütücüsü durumundadır.

Kürt Özgürlük Mücadelesi 30 yıllık sürecin ardından özellikle 20002’lerle resmileştirdiği yeni strateji olan Demokratik Bütünlük ve Barış Stratejisi ve bunun uygulama alanları olarak Kürdistan ve Anadolu toplumları üzerinde çok önemli bir değişim ve yenilenme etkisi yarattı. Hem gerilla cephesi hem de demokratik siyasal ve sivil toplum siyaseti ile özellikle 2005 Newrozu’yla demokratik konfederalizm ve komünal projeleriyle demokratik siyaset alanında adım adım ilerlenmesine karşılık olarak AKP önderliğinde ‘yeşil faşizm’ karşı hamlelerle saldırıya geçti. Ulusal faşist yöntemler tüm dünyada, Türkiye ve Kürdistan’da deşifre olup ipliği pazara çıktığı için; ‘yeşil faşizm’, AKP şahsında, ‘ılımlı İslam’ adı altına gizlenerek Türk-İslam sentezli kimlikle pratikleştirilmeye çalışılmaktadır.

AKP’nin esasta ilk yüzü, yani toplumdan gizlenen gerçek yüzü 9 Kasım 2005 Şemdinli olayı şahsında kendisini dışa vurdu. Türk Başbakanı R. Tayyip Erdoğan Şemdinli olayı için “ucu nereye giderse gitsin, sonuç alınıncaya kadar bu olayın peşini bırakmayacağız” biçiminde bir açıklama yaptı. Ucu eski genelkurmay başkanı Y. Büyükanıt’a gideceği anlaşılınca gerisin geri çark ederek 5 Mayıs 2007’de Türk devlet geleneğinde ender rastlanan gizli ikili bir görüşme ile Tayyip Erdoğan ve Yaşar Büyükanıt’ın anlaşmasıyla adına “‘yeşil faşizm’” dediğim konsept Türk ordu yönetimince de tam destek aldı. Tayyip Erdoğan da planın bir figüranı olarak 5 Kasım 2007’de G. W. Bush ile görüşerek Türk Cumhuriyeti’nin yeni jandarmalık biçimini ABD şahsında da resmileştirdi. Ve Mart 2006’daki “çocuk da olsa, kadın da olsa, gereken yapılacaktır” sözü ile de gerekeni yaparak ‘yeşil faşizm’ ilk eylemini polis ile gerçekleştirdi. AKP ikinci eylemini 2007 yılı savaş tezkeresi kararı ile üçüncü eylemini de esasta 7 Ekim 2009 savaş tezkeresi kararı ile ordu ile yaptığı uzlaşma ve anlaşmayı resmen onaylamış oldu.

Ilımlı İslam mı, Türk-İslam sentezi mi!
Tüm bu süreçlere karşı 2007 Aralık ayında gerilla alanlarına dönük hava saldırılarının fiyasko ile sonuçlanması ve Şubat 2008 Zap yenilgisi, Oremar-Gabar eylemleri Türk ‘yeşil faşizm’ planının ordu ayağını boşa çıkarınca, Mart 2009 yerel seçim konsepti ile kültürel ve siyasal soykırım planını ‘yeşil faşizm’ ile AKP üstlendi. Ve bu seçim sürecinde özellikle Kürdistan Bölgesi’nde ulusal faşistler ve Türk ordusunun tüm güçleri, polis ve MİT dahil valilikler ve birçok iktidar endeksli sivil toplum grubunun milli ittifakına rağmen AKP, Kürtler ve dolayısıyla DTP karşısında yenilgiye uğratılınca; AKP’nin ve onun önderleri durumunda olan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç üçlüsünün esasta dezenformasyon, manipülasyon ve demogoji yöntemleri ile profesyonel yalancı oldukları; ılımlı İslam adı ile Türk-İslam sentezli ‘yeşil faşizm’in yürütücüsü oldukları ve Kürtlere ve diğer kültürlere neofaşist uygulamaları planladıkları anlaşılıyor.

“Açılım” ile başlayan sürecin öncesi 29 Mart yerel seçimlerden hemen sonra hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in şu sözlerini yeniden yazmakta yarar var: “Türkiye’nin belirli bir bölgesinde DTP’den başka parti kalmadı. Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar, AKP o bölgede sadece Mardin’i kazandı. Tamam Ankara’yı aldık diye sevinebiliriz, CHP de İzmir’i de aldık diye övünebilir. Ama bu kutlamanın Türkiye’nin güvenlik açısından sorunlu bölgesine yardımı olmaz, oraya ayrıca dikkatle bakmak gerekir. Bu seçim sonuçlarını alın Türkiye’nin haritasının üzerine yerleştirin, buna baktığımızda o size çok şey ifade eder. Önümüzdeki gelişmeleri takip edebilmek için-bakımından partiler üstü stratejik bir bakışa ihtiyaç var.” Son sözü doğru irdelendiğinde bugün Türkiye-Kürdistan’da yaşanan “Açılım” kodlu süreç çok somut anlaşılacaktır.

Yeşil faşizm = Açılım = Milli Birlik Projesi
Bu açıklamalardan sonra özellikle Kürtlere dönük AKP hükümetinin uygulamalarını kısaca sıralarsak: 13 Nisan 2009’da KCK eylemsizlik kararı ile (uzatma) sürecin siyasi inisiyatifini önemli oranda ele geçirdi. 14 Nisan 2009’da tam bir provokasyon hareketi ile Türk otoriteleri KCK adı altında DTP’ye polis ve MİT güçleri ile yönelerek 50’nin üzerinde yönetici olmak üzere binlerce DTP üyesini tutuklayıp, yüzlercesini cezaevine attı. Adeta bir “sürek avı” şeklinde kimi etik değerlerden yoksun, Kürt yönetici ve temsilciler medya organlarınca karalama kampanyasına alındı. Hükümet taraftarı bu medya organları, ‘yeşil faşizm’in medya boyutundaki propaganda birlikleri rolünü oynadı.

Kürt Halk Önderi A. Öcalan’ın, barışçıl çözüm için başlattığı “Yol Haritası” tartışmaları tüm siyasi gündemi yönlendirmede belirleyici oldu. ‘Yeşil faşizm’in yürütücüsü AKP ve Türk Devleti hırsızlara taş çıkarırcasına “Demokratik Çözüm ve Barış İçin Yol Haritası”na el koydu. Kendisi yararlanıp çarpıtarak, kendi silahlı propaganda birliğine taş çıkarırcasına çalışan hükümete yakın medya grubuna özünden boşaltıp, parçalı yansıtırken, tüm halklardan ve demokratik kamuoyundan gizleyerek, Avrupa Hukuku’nu da takmayarak, Osmanlının en ince tarzını uygulayıp ayak oyunları ve entrikalarla gündemden düşürdü. Buna rağmen; 19 Ekim Barış Atılımı ile Kandil ve Maxmur’dan Türkiye’ye gelen Barış ve Çözüm Elçileri yüzbinlerin bağrında büyük coşku ile kucaklandı. ‘Yeşil faşizm’ bunu hazme- demeyip kültürel ve siyasal soykırım politikasında “sil baştan yaparız” büyük yalanı ile gizli niyetlerini açıkça ifade ederek “Açılım” kodlu planın esasta Kürt halk iradesinin başkalaştırılıp adına ”Türk Milleti Kürdü” denilecek saçma bir plan olduğunu resmen açıklamış oldular.

17 Kasım’da Kürt Halk Önderi A. Öcalan’ın yeri değiştirilerek İmralı Sistemi’nin derinleştirilmesi olarak adlandırabileceğimiz, Önderliğin deyimi ile, 17 Kasım darbesi gerçekleştirildi. Bu da yargı, uluslararası güçler ve ordu tarafından yapıldı, hükümet de bu darbeyi koordine etti. İmralı Sitemi’nin günlük uygulama politikaları Türk başbakanlığına bağlı yürütüldüğü için AKP’nin bu darbeyi yaptığını tespit etmek gerekir. 11 Aralık 2009’da da Anayasa Mahkemesi oy birliği ile DTP’yi kapatıp, 37 yönetici ve üyesine beş yıllık siyaset yasağı getirmesi ve iki milletvekilinin oligarşik bir kararla milletvekilliklerinin düşürülmesi ile DTP olarak milyonlarca insanın iradesi hiçe sayıldı

24 Aralık 2009’da da yeni örgütlenme aşamasında olan BDP’nin üye ve yöneticilerine dönük polis ve MİT operasyonları ile seçilmiş belediye başkanları dahil bütün dünyanın gözü önünde “‘yeşil faşizm’in” en inceltilmiş; insan onurunu ve haysiyetini ayaklar altında ezen, insanlık vicdanı ile alakası olmayan “kelepçeli görüntü” ile yöntemi uygulayarak Kürtler adına siyasal anlamda iradeli hiçbir duruşu kabul etmeyeceğini gösterdi. Ve son süreçteki Iğdır Operasyonu ile Azeri ve Ermeni halklarında; “aklınızı başınıza toplayın sizler Türkiye’de yoksunuz, en ufak bir sesinizin çıkması veya en az bir destek dahi Kürtlere yardım etmeniz görülürse, şu an Kürtlere yaptığımızın beterini yaparız; bu böyle biline!” denilmektedir.

Esasta AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana geçen 7 yıllık süreçte Kürtlere dönük temel politika; yöntemi inceltilmiş kültürel ve siyasi soykırım politikası olmaktadır.

Türk ırkçılığının yeşil rengi
Kültürel soykırım ayağı; başkalaştırılmış, adına Kürt denilen fakat özünden boşaltılmış kırıntılarla, adeta köpeklerin önüne atılan yem artıkları gibi haklarla, sus payı anlamına gelen, esasta çok ince bir şekilde Türk Irkçılığının yeşil rengine çekilmek istenen bir kültür politikası olduğu netleşmiştir.

Siyasal anlamda, köy koruculuğunun yeni biçimi olan tek devlet, tek millet, tek bayrak safsatasına inandırılmış ve ay yıldızlı kanla bürünmüş yüzeye ince bir yeşil ekleyip, ismi “Türk milleti Kürdü” gibi saçma bir kavramla adlandırılmış, esasta beyinleri ve yürekleri göçertilmiş, öz benliği yitirilmiş ve sadece ceplerini ve soysuzlaşmış bireysel çıkarlarını koruyan bir siyasi korucu takımının oluşturulması AKP ve Türk devletinin temel politikasıdır. Bu siyasi korucu takımı üzerinden tüm uluslararası alanı demogoji, dezenformasyon ve manipülasyon yöntemleri ile kandıracağını sanan bir ‘yeşil faşizm’ söz konusudur.

Ekonomik olarak da sömürgeciliğin holdingleşme boyutu anlamında birkaç yüz aile-aşiret azınlığının parasal çıkarlarına Kürt halkının tüm ekonomik değerleri talan edilmektedir. Paraçek, yeşilkart vb. sahtekarlıklarla da sıradan insanlar da etkisizleştirilip iradeleri teslim alınmak istenmektedir.

Kısacası; AKP’nin geliştirdiği ve adına ‘tüm devlet güçlerimiz işbirliği halindedir bu bir devlet politikasıdır, Milli birlik Projesi’ denilen ve gizli kodunu “Açılım” koyan ve süreç işidir denilen projenin adı Neofaşizmdir ve Türkiye versiyonu da ‘yeşil faşizm’ olarak adlandırmak doğru olacaktır diye düşünüyorum.

Terörle mücadele yasası ile binlerce çocuğun yaşından büyük cezalara çarptırılma ile karşı karşıya bırakılması, Alevi açılımı adı ile Aleviliğin haramzadelere teslim edilme girişimleri, Romanlara yapılan saldırılar, Ermeni sorununu ele alış biçimi, Kıbrıs sorununda uygulanan politikalar, Ruhban Okulu konusundaki yaklaşımlar; işçi, emekçi ve çalışanların haklarına dönük politikalar da bu “‘yeşil faşizm’” kapsamında yürütülmektedir. Ve tüm Türkiye-Kürdistan toplulukları, AKP önderlerinin “Neoosmanlıcılık” olarak adlandırdığı ve esasta neofaşizmin yeşil tonunun uygulandığı politika ile teslim alınmak istenmektedir.

‘Daha duyarlı olmak gerekiyor’
Özellikle tüm bu yapılanların esas amacı Kürt Özgürlük Hareketi’nin temel dinamiklerini provokasyonla karşı karşıya bırakarak, hareketi taktik ve stratejik hesaplarla parçalama, bölme ve dağılma ile yüz yüze bırakıp Demokratik Bütünlük ve Barış stratejisinden kaymalara yol açmayı hedefleme, kafaları bulanıklaştırma ve özellikle de gelecek yıl yapılacak genel seçimlerle Kürt iradesini tasfiye ederek saf dışı etme oyunlarıdır. Uluslararası alanı da sahte demokrasi oyunu ile “Kürtler sadece şiddetten anlar, açılımı sabote ediyorlar, aslında biz adım atıyorduk ama PKK bırakmadı” yalanı ve sahtekarlığı ile aldatmayı hedeflemektedir.

Özellikle de Mart’ta gelişebilecek halk baharlaşmasına şimdiden çeşitli senaryolarla provokasyonlar yapacakları anlaşılmaktadır. 2009’un esas planı ‘yeşil faşizm’ projesi olmaktadır. 2010’da da kültürel ve siyasal soykırımı yaygın olarak devam ettiren AKP Hükümeti ve Türk devleti muhtemelen bahar ile birlikte gerillaya dönük imha hareketleri, halka dönük provokatif saldırılarını gizli devlet operasyonları ile yürütecektir.

Tüm bu ahlaksız ve vicdansız planlara rağmen Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürtlerin kararlaştırdıkları stratejilerinde kararlı ve aktif politikalarla direnişi esas alacakları kesindir. Bütün mücadele cephelerinde her zamandan daha fazla duyarlı, dikkatli davranmak kadar giderek Kürtlerin lehine dönüşme olasılığı yüksek olan uluslararası koşulları iyi değerlendirme, kazanılan tüm mücadele mevzilerini doğru kullanmayı bilme, baskı, işkence ve katliamlara rağmen hiçbir mücadele mevzisini terk etmeme, stratejik olarak demokratik ve barış siyaset çizgisinde ısrarlı olma, taktik olarak barış politikalarının yanında başa baş öz savunma, doğru ve zamanında örgütleme özgürlük mevzilerini kalıcılaştıracaktır.

Bilgi kirliliğine, dezenformasyona, manipülasyona ve her türlü provokasyona karşı uyanık olmak kadar, özel savaş konseptini, anlamsız hale getirmek için her zamankinden fazla mücadelenin tüm alanlarında birlik ve direnme ruhu ile seferber olmak hayati bir durumdur. İdeolojik, politik, örgütsel, meşru savunma, legal demokratik kültürel alanlarda aktif politikalar üretmek kadar, tüm çalışmaların “halk serhildanı” taktiğine destek verir hale getirilmesi ulusal ve uluslararası alanı etkileyecektir.

Koşulların gün geçtikçe Kürtlerin ve dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin lehine dönüşeceğini şimdiden ön görmek gerekir. Onun için atıl kalma, sessizlik dahi sürecin kabul edemeyeceği davranışlardır. Kürt halkının özgürlüğünün her zamankinden daha yakın olduğunu, Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da demokrasinin gelişiminin Kürt halkının iradeleşmesinden geçtiğini bilmek gerekir.

NEDİM SEVEN

Hiç yorum yok: