29 Mart 2010 Pazartesi

Medrese geleneği ve Özgür İlahiyat Akademisi

Bir inancın düşünce sistematiğinin güncellenmesi ve sağlıklı eğitim mekanizmalarının kurulması, hayati anlam ifade eder. İslam düşüncesinin özgürlükçü bir zeminde gelişmesi konusunda medreseler tarihi bir öneme sahiptir. Elbette her kurumsal yapının kendine özgü eksikleri olabileceği gibi zaman içinde yozlaşması da söz konusudur. İlk dönem İslam düşünce ekolünün kendi içinde yürüttüğü tartışmalar bugün hayal edemeyeceğimiz düzeyde özgürlükçüdür.

İslam düşüncesinin sivil düşünce platformlarında tartışılmasından çok saray endeksli eğitim kurumlarına hapsolması aslında sonun da başlangıcı olmuştur.

Yüzyıllar boyunca ortaya çıkan her yenilenme hareketi kendine özgü ve iktidarlardan bağımsız düşünce kurumları kurabildiği ölçüde ayakta kalmıştır. Geçtiğimiz yüzyıl orta doğusuna damgasını vuran ihvan hareketi, Türkiye İslam düşüncesine büyük tesiri olan Risale-i Nur hareketi özünde, alternatif eğitim programı kurma çabalarıdır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında din eğitiminin devlet tekeline alınması bu açıdan stratejik bir anlam ifade etmektedir. Bu sürece direnen medreseler aynı zamanda muhalif İslam düşüncesinin de yeşerdiği ortamlar olmuştur. Elbette yasaklar ve tepkiselliğin verdiği daralma bu kurumların kendi içinde önemli hastalıkları barındırmasına neden olmuştur. Daha çok sosyal ve siyasal düşünce tartışmalarına kapısını kapatarak, ilahiyatı en dar bağlamda ele alma eğilimi hala aşılamamış önemli çıkmazlardan birisidir. Kürtler açısından hiç olmazsa anadilin korunmasına katkı sunan medreseler, büyük şehirlerde çok daha içe kapanmacı yaklaşımlara zemin oluşturmuştur.

Bugün ilahiyat fakülteleri ve imam hatip liseleri üzerinden yapılan tartışmalara dikkat edildiğinde en temel eksikliğin devlete bağımlılık olduğu görülecektir. Din eğitimi ve ilahiyat tartışmalarının kendi özgün ve özgür mecrasında seyredebilmeleri için mutlaka medrese geleneğine dönülmesi doğru bir arayış değildir. Tarihi yeniden tekrarlamak eski sorunlarında yeniden kendisini üretmesine fırsat oluşturmaktır.

Geçmişin özeleştirisi ve birikimi üzerinden yeni bir yapılanmaya gitmek ise çok daha sağlıklı bir altyapı oluşturacaktır.

Özgür ve sivil ilahiyat akademilerinin kurulması bu nedenle önemli bir dönüm noktası olabilir. İnsanlığın yaşadığı bunalım ve arayışları kendi durduğu yerden tartışabilen bir platform hem dini düşüncenin kendini yenilemesi hem de iktidar merkezli din algısının aşılması açısından ciddi kazanımlar ortaya çıkaracaktır.

Farklı inançların birbirini inkarı ya da yok saymasını aşan bir yaklaşım aslında dinler ve mezhepler eksenli çatışma denkleminin de bozulmasına imkan sağlayacaktır. Batıda gün geçtikçe yayılan İslamafobia ve Ortadoğu'da bir türlü aşılamayan mezhep kavgaları için en etkin çözüm özgür ilahiyat akademileridir. Bu yönde atılacak sembolik adımlar bile insanlık için önemli bir nefes alma vesilesi olabilir.

Peygamber'de adalet endişeşi!

Muhammed Mustafa'nın (sas) vefatından iki gün önce halka yaptığı hitaplardan alınmıştır.

-Ey insanlar! Yönetiminizde bulunduğum ilk günden bugüne gelinceye kadar kimin sırtına bir kamçı vurmuşsam işte sırtım gelsin o da bana vursun!.. Kimin kalbini kıracak bir söz söylemişsem işte kalbim, gelsin o da bana aynı sözü söylesin!.. Kimin bir dirhem hakkını almışsam işte malım, gelsin o da benden hakkını alsın!..

Sakın içinizden biriniz demesin ki, hakkımı isteyecektim; ama Resulullah'ın darılacağından korktum da isteyemedim. Şunu kimse unutmasın ki, benim inancımda hakkını isteyene darılmak yoktur. Hatta benim en çok sevdiğim kimse, benden hakkını alan yahut da helal eden kimsedir. Ancak bu suretle Rabb'imin huzuruna üzerimde kul hakkı olmadan çıkabilirim!

Bu sırada dinleyenlerden biri ayağa kalkarak:

-Ya Resulallah, der, öyle ise benim zatınızda üç dirhem alacağım var, onu istiyorum!..

-'Borcum nereden kaldı hatırlatır mısın?' sorusuna adam şu cevabı veriyor:

-Size çölden gelen bir fakir yardım istemişti de, sizde bulunmadığından emriniz üzerine ben vermiştim üç dirhemi. İşte onu talep ediyorum.

Bu hatırlatmadan sonra Efendimiz'in (sas) cevabı aynen şöyle olur:

-...evet, amcamınoğlu FADIL! Borcum sabit olmuştur, hemen öde, beni kul hakkından kurtar!..

gazetekurd sitesinden alınmıştır

Ayhan BİLGEN

* * *

[B)NAYASA

Şu 1982 darbe anayasasını savunan ne bir şahıs ne de kurum kaldı. Yargıçlar, yazarlar, bilim insanları, akademisyenler... Her kim demokrasiden ve laiklikten söz edecek olsa '1982 Darbe anayasası değişmeden Türkiye demokratikleşmez.' diyor.

AKP, laiklik değil ama kendi demokrasisinden dem vururken bu mealde kelam ediyor.

Ama iş pratiğe gelince, sorunun etrafında, yanında, yöresinde dolaşıp kem küm etmek de adetten oldu.

Siyaset bilimciler 1982 anayasası için 'ama yasa' diyorlar. Çünkü darbe anayasası bir maddenin birinci fıkrasında hak olarak tanıdığı bir durumu, bir sonraki fıkrada; '...ama...' diyerek geri alıyor.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1921, 1924, 1961, 1982 yıllarında anayasa yapılmış. Ancak bu anayasaların hiç birini toplum yapmamış. Oysa anayasanın en yalın tanımı, toplumun nasıl yaşamak istediği konusunda kendi içinde bir sözleşme yapmasıdır. Yapılış sürecine toplumun ve toplum adına demokrasilerde var olan sivil toplum örgütlerinin katılmadığı bir anayasa; demokratik devleti değil, olsa olsa totaliter rejimi oluşturur. Böylesi bir anaysa 1982 darbe anayasası gibi 'ama yasa' olur.

İyi de herkesin 'değişmesi gerekir' dediği 1982 anayasası neden değiştirilmiyor veya değiştirilemiyor??

Nedeni basit. AKP Hükümeti kendisini var eden bir zihniyeti niye yok etsin ki?

1982 Darbe anayasasının temel mantığı 'Türk, İslam sentezi' ve buna bağlı tekçi zihniyettir. 'Değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez' maddelerinden 'Din Derslerini zorunlu' yapan maddesine, 'Diyanet işleri Başkanlığından' diğer tüm maddelerine kadar adeta ilmik ilmik örülen darbe anayasası 'Tekleştirmeyi esas alan tekin bir anayasa'dır.

'Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.' Cümlesi de darbe anayasasında yazan temel cümlelerden biridir.

Evet, Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir ama 'laik, demokratik' değildir.

Laik devlette 'Diyanet İşleri Başkanlığı' gibi sadece bir dini, onunda bir mezhebin kendine göre yorumunu finanse eden bir kurum olmaz/olamaz!

Laik devletin anayasasında 'Din dersleri zorunludur' diye emredici bir hüküm olmaz/olamaz.

Demokratik bir devlet yıllarca kendi topraklarında var olan kadim bir halkın dilini ve kültürünü 'Böyle bir halk yoktur, dolayısıyla dili de yoktur.' diyerek insanlık tarihinin yüz karası bir hak ihlalini yapmaz.

AKP'yi doğuran 'devlet anadır.' 'Devlet ananın' zihniyeti tekçilik ve tüm hakların kontrol altında tutulması zihniyetidir. Peki, AKP nasıl çoğulcu olabilir?

AKP'nin anaysa değişikliğinden neyi murat ettiğini anlamak için 'Açılımlara' bakmak yeterli.

'Alevi açılımı'... Sonsuza kadar Sünnileştirme, 'Benim Alevim.'

'Kürt açılımı'... Parti kapatma, siyaset yasağı, belediye başkanı ve siyasetçilere kelepçe. 'Benim Kürdüm.'

'Ermeni açılımı.' 'Yüz bin Ermeni'yi sınır dışı ederiz!' Tehtidi ve Hırant Dink cinayeti davasını zamana yayıp unutturmak. Göstermelik çoğulculuk.

'Roman açılımı'... Gariban, kültür deryası bir halkı birkaç göz boyayıcı vaatle uyutmaya çalışmak. 'Benim Romanım'

Ergenekon davası ile 'Benim Ergenekonum, benim derin devletim.'

... Veee tüm bunların külliyatı olarak 'Benim anayasam'

AKP, anayasa demiyor, (b)anayasa diyor.

AKP'nin projesi 'Milli birlik projesi'dir. 'Projenin' kaynağı 'Türk, İslam sentezi' ve 'tekçilik'tir.

Kemal BÜLBÜL

Hiç yorum yok: