7 Mart 2010 Pazar

Gladyo'dan Ergenekon'a

Şoreş ŞANKAN
Dünya üzerinde birçok terörist devlet var. Ancak uluslararası terörizmle resmi olarak her boyutta ilişki içerisinde olması nedeniyle ABD, bu konuda apayrı bir yer tutar. Bazı devletler sınır ötesi şiddet operasyonları için bireysel teröristleri kullanırdı. Ancak ABD daha ileriye giderek sadece yarı özel bir uluslararası terörist ağı kurmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası terörist operasyonları finanse edecek ve uygulayacak bir yandaş ülkeler paktı oluşturdu. ABD’nin uluslararası terörizmle olan bağlantısı oldukça ayrıntılıdır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist ülkelerden gelebilecek “sosyalist tehlikeye” karşı NATO’yu kurdu. Ama ortaya başka bir sorun çıkıyordu. Ulusal ve sınıfsal mücadele yürüten devrimci demokrat örgütlere ve gerillalara karşı nasıl bir savaşım yürüteceklerdi? Emperyalistler ABD öncülüğünde bunun da çaresini buldular. NATO’ya bağlı tüm devletlerde GLADIO, kontr-gerilla, özel istihbarat şirketleri, özel güvenlik şirketleri gibi paravan şirketler ile, özel istihbarat timleri, özel sınırötesi operasyon timleri vb. hukuk dışı gizli örgütlenmelere gitti.

Panama Kanalı’nda 1946 yılında kurulan Anti-gerilla Okulu, NATO  üyesi ve diğer ülkelerde her türlü devrimci mücadeleyi ezmek için kontr-gerillacı subaylar eğitti. Bu okuldan mezun olan subayları, NATO üyesi ülkelerde görevlendirilerek, NATO’ya bağlı gizli istihbarat ve kontr-gerilla örgütleri kurdu.
Pentagon generallerinin ve CIA yetkililerinin yönetimindeki Panama Kanalı Anti-gerilla Okulu’nun Türkiye’deki şubesi olan kontr-gerilla gladyo örgütlenmesi, TÜRK İNTİKAM TUGAYI(TİT), KOMANDOLAR, BOZKURTLAR vb adlarla Türkiye devrimini ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini denetimi altına almak ve ezmek için 50’lerden beri yasadışı faaliyetlerini yürütmektedir. Olağanüstü dönemlerde devreye giren Panama Kanalı’nda ki anti-gerilla okulu Washington’daki uluslararası polis akademisi ve Türkiye devletinin bazı önemli kuruluşları içinde karargâh kuran kontr-gerilla örgütü arasında koordineli bir ilişki vardır.
50’li yılların başında kurulan NATO gizli birliği, Federal Almanya’da savaştan sonra ilk askeri militarist örgüt olan STAY BEHİND’i (sessiz şebeke) kurdu. Bu milirist örgüt Amerikan gizli servis ajanlarınca oluşturuldu, eğitildi ve finanse edildi. Elemanlar, eski SS (Naziler) mensuplarının saflarında gizlice örgütlenerek oluşturuluyordu. Ardından Fransa, Danimarka, Norveç, İsviçre, İtalya, Belçika, İspanya, Hollanda, Yunanistan, Türkiye ve birçok ülkede yasadışı militarist terör örgütlenmesine gidildi.
İtalya’da GLADIO adıyla oluşturulan yasadışı örgüt, denetimlerden uzak, hükümetin çoğu üyelerinin bile haberinin bulunmadığı, bizzat gizli servis komuta kademesinin bilerek gizlediği bir örgüttü ve tepeden tırnağa silahla donatılmıştı. Gladıo, İtalya’da bazen hükümetle birlikte çalışmaktaydı. Hükümet sözcüsü ve şefi Gladıo’yu kullanırdı. NATO, girişi onaylar ve sonra olayları kapatırdı. Gladıo’nun, Papa’ya düzenlediği saldırıdan dolayı Mehmet Ali Ağca’yı İstanbul Kartal-Maltepe Cezaevi’nde CIA görevlileri olan Frank Teopil ve Edward Wilson’un kaçırdığı ortaya çıkmıştır. Türkiye mafyasıyla birlikte çalışan Türk gladyosunun tetikçi üyeleri hiçbir zaman uzun süreli cezaevlerinde kalmamıştır. Ya kısa süre sonra uluslararası gizli NATO örgütlenmeleri tarafından kaçırılır, ya da işi bitince ortadan kaldırılırdı. Mehmet Ali Ağca ve diğer bazı mafya üyelerinin cezaevlerinden kaçırılması ya da JİTEM üyesi Binbaşı Cem Ersever ve ekibinin öldürülerek ortadan kaldırılması bu gizli örgütlenmenin işleyiş biçimine en güzel örnektir.
Türkiye ve Kürdistan’daki tüm faili meçhul (belli)  kontr-gerilla eylemleri Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı Özel Harp Dairesi’nde planlanıp yürütülmektedir. 
Türk Gladıo Şubesi, Türkiye’nin NATO’ya girişinden bir yıl sonra kuruldu. Amerikan askeri misyonunda yuvalanan Türk Gladıo’su, 50 yılı aşkın bir süredir Türkiye ve Kürdistan’da terör uygulamakta, katliam, faili meçhul cinayet ve işkencelere katılmaktadır. Türk Gladıo’su olan kontr-gerilla örgütü, NATO görevi içinde faaliyet gösteren en vahşi, en kanlı birliklerden biridir. Türk Gladıo örgütü, 70’li yıllarda “Bozkurtlar”ın saflarında toplanmıştı. Türkeş, HBB televizyonunda yaptığı bir konuşmada, 27 Mayıs’tan önce bir grup kurmay subayın Amerika’ya götürüldüğünü ve NATO karargâhında eğitildiğini, bu subaylar arasında kendisinin de bulunduğunu söylüyordu. Türkeş’in de içinde bulunduğu bu subaylar ABD’den döndükten sonra 27 Mayıs askeri darbesi gerçekleşti. Türkeş’in talimatıyla birçok yerde “komando kampları” kuruldu. Türkeş kısa bir süre sonra Alman Nasyonal Sosyalist Partisi’ni örnek alarak MHP’yi kurdu. Bunu takiben de KOMANDO saldırıları yaygınlaştı.
CIA tarafından yönlendirilen bu militarist güçler, Türkiye’de istikrarsızlığa neden olarak cuntalara (askeri darbelere) zemin hazırladılar. 12 Mart sonrası büyük kentlerde karargah kuran bu gizli örgütlenme bir işkence, yıldırma ve sindirme merkezi olarak faaliyet göstermiştir. Ziverbey Köşkü, Genel Kurmay Başkanlığına bağlı Özel Harp Dairesi’nde görev yapan subaylara tahsis edilerek bir işkence merkezi olarak kullanıldı. ÖHD’ye bağlı bu oluşum 1980 öncesi birçok terör eylemini gerçekleştirerek(en önemlisi Maraş Katliamıdır) 12 Eylül cuntasının zeminini oluşturdu.
Çeteleşen ve mafyalaşan derin devletin oluşturduğu devlet terörüne emperyalistlerin çıkarı gereğince dışarıdan destek verilmiştir. KCK önderi Abdullah Öcalan’ın kaçırılmasında NSA (National Security Agency) kanalıyla yapılan söz konusu yardım buna en son ve en bariz bir örnektir.
Globalleşen sermaye, çıkarı gereği beraberinde global siyaseti ve globalleşen devlet terörünü getirmiştir.
10 Aralık 1993 tarihli bir Türk gazetesi, ÖHD’nin en uzman elemanlarından oluşan dört ayrı timin KCK önderi Abdullah Öcalan’ı vurmak üzere harekete geçtiğini yazmaktaydı. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş bu konuda Başbakan Çiller’e güvence vererek, “gününü bekliyoruz” diyerek bilgilendirmiştir. Bu süreçte KCK önderi Öcalan’ın tek taraflı ateşkes ilan ettiği bilinmektedir. Ama ne yazık ki diyalog yolları, içte ve dışta sabote edilmeye çalışılmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Özal şaibeli bir biçimde öldürülmüş, Özal yanlısı Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağı NATO’nun bu gizli örgütlenmesi tarafından düşürülmüştür. İçte ise bu gizli örgütlenme tarafından Şemdin Sakık’a dolaylı yoldan verilen istihbarat doğrultusunda, Bingöl’de 33 silahsız askerin Şemdin Sakık’ın emriyle öldürülmesi sonucu KCK Önderi Öcalan’ın geliştirmek istediği barış girişimi daha başlatılamadan bitirilmiştir.
Yine ERGENEKONA kadar uzanan bir ilişki ağının oluşturduğu bir sınır ötesi operasyon timi, 6 Mayıs 1996’da KCK Önderi ÖCALAN’a yönelik 1 tonluk bir bomba ile Şam’da suikast girişiminde bulunmuş ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu terörist eyleminin Suriye istihbaratı, MOSSAD, MİT, İngiliz gizli servisi ve İngiliz güvenlik şirketi ile CIA’nin birlikte planlayıp bazı Kürt işbirlikçileriyle birlikte pratiğe konulduğu ortaya çıkmış ve BBC Arapça Servisinde yayınlanmıştır. Bu eylemin planlanmasında başta dönemin Başbakanı Çiller olmak üzere, GKB Doğan Güreş ve Emn. Gn. Mdr. Mehmet Ağar bizzat yer almışlardır.
KCK Önderi Öcalan’ın imha edilmesi görevi, Türk Gladyosu olan Ergenekon’a verilmişti. Bunun başını  Emekli general Veli Küçük çekiyordu. Bunların büyük maddi ve istihbari imkanlar dahilinde yürüttükleri KCK Önderi Öcalan’ı imha girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca devreye bizzat NATO’ya bağlı devletlerarası istihbarat örgütleri ve özel sınır ötesi operasyonlarına göre eğitilmiş olan kaçırma timleri devreye sokulmuştur.
15 Şubat 1999 komplosuyla KCK önderi Öcalan’ın kaçırılmasında MOSSAD ve CIA’nın önemli rol oynadığı bilinmektedir. ABD Başkanı Clinton’un sözcüsü de bu konuda açıklama yaparak oynadıkları rolü kısmen ortaya koymuştur. KCK önderi Öcalan’ın yerini telefon görüşmeleriyle (ECHELON sistemiyle) saptadıklarını açıklamışlardır. ABD, KCK önderi Öcalan’ın kaçırılmasında NSA’yı (National Security Agency) devreye sokmuştur. Uluslararası hukuk ihlal edilmiş ve yasadışı bir şekilde kaçırarak Türkiye’ye getirme sürecini başlatmıştır. NATO üyesi olan tüm devletlere ültimatom gönderilerek, KCK Önderi Öcalan’ın kabul edilmemesi yönünde uyarılmış ve Öcalan’ı kabul etmek isteyen ülkelere baskı yapılmıştır.
NATO, Panama Kanalı’nda kurduğu anti-gerilla Polis Okulu’nda eğitim gören subaylardan oluşturulan bir A Timini de (bir komutan, 11 subaydan oluşan) görevlendirerek bizzat KCK önderi Öcalan adım adım takibe alınmış ve Kenya’dan kaçırılarak Türk özel timlerine teslim edilmiştir. Yasadışı bu kaçırma olayında yer alan devletler, kendilerini hukuki olarak temize çıkarmak için “sadece istihbarat düzeyinde” yardımcı olduklarını açıklamaktadırlar. Çünkü kaçırılma uluslararası hukuk çiğnenerek yapılmış ve bunun içinde NATO’nun çekirdek örgütlenmesi kullanılmıştır.
     
NATO -MHP İLİŞKİSİ VE KAOS

Türkiye’yi 50 yılı aşkın bir süredir kaos girdabına iten ve oradan çıkmasını engelleyen güçler kimlerdir acaba?
Albay Türkeş, 1960 darbesi öncesi neden Florida’ya çağrıldı?
MHP’yi, sadece Türkiye’deki fanatik milliyetçi ve şovenistlerin örgütlendiği bir parti olarak ele almak bir yanılgıya götürür. Onun için MHP’nin ortaya çıkışını ve uluslar arası ilişkisini doğru irdelersek ancak, perde arkasındaki gerçek yüzünü ortaya çıkarabiliriz.
Türkeş’in de HBB televizyonunda yaptığı bir konuşmada belirttiği gibi, 27 Mayıs 1960 darbesinden önce bir grup kurmay subayla birlikte ABD ye giderek Florida’daki NATO gizli kampında eğitim aldıktan sonra Türkiye’ye geri dönerler. Kısa bir süre sonra gerçekleştirilen 27 Mayıs darbesinin bir kanadını da bunlar oluştururlar. Diğer kanat karşısında zayıf kalan Türkeş, 21 Mayıs 1963’te yeniden bir darbe girişiminde bulunur ama başarısız kalır. Türkiye’nin parlamenter sisteme geçişini engellemek için yapılan bu başarısız darbe girişimi sonrasında Türkeş ve yandaşları tasfiye edilerek yurtdışına sürgün edilirler. “14’ler” adı da verilen bu subaylar, bir süre sonra Türkiye’ye dönerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne üye olurlar, partiyi kısa süre içinde ele geçirirler ve Genel Başkanlığına da Türkeş’i getirirler. Nazizmi örnek alan Türkeş, CKMP ismini değiştirerek MHP yapar.
Türkeş,  ardından emekli subay yandaşlarının denetiminde “komando kampları”,”Bozkurtlar”, Türk İntikam Tugayı (TİT) ve daha sonra ise “Ülkü Ocakları” adı altında militarist bir örgütlenmeyi yaygınlaştırarak Türkiye’de terör estirdi. MHP, bu temelde ortaya çıktı ve şekillendi.
MHP kurulduğu yıldan itibaren iktidarı hedeflemekten çok, devletin canalıcı kurum ve kuruluşlarına kendi kadrolarını yerleştirerek, derin devletin çekirdeğini oluşturmaya koyuldu ve bunu yaparken de NATO’nun ABD ve Avrupa’daki gizli ve yasadışı militarist-istihbarat örgütlenmeleriyle de sürekli ilişki içinde oldu.
Bilindiği gibi 60’lardan sonra her on yılda bir, Türkiye’de bir askeri darbe gerçekleştirildi. MHP, militarist gücüyle gerçekleştirdiği birçok provakatif eylemleriyle bu darbelere zemin hazırlamada önemli rol oynadı. Bu provakatif eylemler, faili meçhul (belli) cinayetler ve katliamlar ülkeyi bir kaosa sürüklemişti. Bugün de buna benzer provakatif eylemler geliştirerek süreci sabote etme olasılığı, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin televizyonlarda yaptığı açıklamalardan çıkarsanabilmektedir.
MHP, tüm bu kaos ortamını ABD güdümünde gerçekleştiriyordu. Çünkü ABD,   ulusal kurtuluş hareketlere, devrimci mücadelelere ve seçimlerle iktidara gelen solculara karşı, CIA aracılığıyla çok iyi bilinen bir planı uygulamaya koyuyordu.
Nedir bu plan?
Bu plan; kendi politikalarına ters düşecek hükümetleri devirmek yada devrimci yükselişi parçalayıp kontrol altına almak için o ülkelerde yerel işbirlikçi, gerici, militarist güçlerle birlikte bir dizi provakatif eylemler geliştirerek halkı sindirmek ve ülkeyi bir kaos ortamına sürüklemek. Bu kaos içerisinde gerek gördüğü devlet adamlarını ya da parti liderlerini tasfiye ederek kendisine bağlı bir uydu hükümet oluşturmak. Bunu yaparken de cumhurbaşkanlarını ya da başbakanları bile öldürmekten çekinmezler.
İtalya’da Aldo Moro, İsveç’te Olof Palme, Türkiye’de Turgut Özal ve daha birçok örnek verilebilir.
MHP’nin, Türkiye’de oynadığı rolün bir de bu yönü var ve bunun çok iyi görülmesi gerekir.
Kaldı ki, muhacir bir göçmen olan MHP’nin mimarı Türkeş, gerçek bir Türk milliyetçisi de değildi ve olamazdı da. O, NATO’nun çekirdek örgütlenmesi ile sürekli ilişki içinde olarak Türkiye’yi bir kaos ortamına sürükleyen, sağcı-solcu çatışmasını körükleyen, faili meçhul cinayetleri araştırmak isteyen Kemalist Türk Aydını Savcı Doğan Öz’ü ve birçok Türk aydınını, demokratını, devrimcisini katlettiren, Alevi-Sünni çelişkisini körükleyen gerçek bir Türk düşmanıdır.

TÜRKİYE NEREYE SÜRÜKLENMEK İSTENİYOR?
Türkiye’de yeni faili meçhul cinayetler gündemde.
Oligarşik Cumhuriyet döneminden günümüze kadar ne zaman ki Türkiye’de demokrasi yönünde bir adım atılmak istendiyse, devleti fiilen işgal eden gizli ve kirli eller ortamı muğlaklaştırarak, Türkiye’yi bir kaosa sürüklemiş, kendi çıkarları ve politikaları doğrultusunda yön vermeye çalışmışlardır.

Türkiye’nin NATO’ ya girişinden sonra, özellikle de 50’lerden sonra bu gizli ve kirli ellerin kontrolüne giren devlet, fiilen işgal edilmiş oldu. Bu işgal kendini devletin içinde derin devlet olarak örgütledi ve yüzlerce kanlı eylemi, faili meçhul cinayeti gerçekleştirdi.

60’ların sonlarına doğru Türkiye’de gelişen devrimci demokratik muhalefete karşı, bu gizli eller yürüttükleri faili meçhul cinayetler, bombalama, sabotaj ve suikast gibi terör eylemlerini gerçekleştirerek toplumu bir kaosa sürüklemiş, iktidarı zayıf düşürerek, güvensizliğe iterek bir askeri darbeye gerekli zemini hazırlamışlardır. Böylece cılız da olsa Türkiye’de gelişen demokrasi süreci 12 Mart 1971 askeri darbesiyle kesintiye uğratılmıştır.

Daha sonra kendisini toparlayan demokratik hareket, Türkiye’de kesintiye uğratılan demokratik süreci yeniden başlatmaya çalışmışlardır. Ama aynı gizli ve kirli eller bir kez daha devreye girerek askeri darbeye zemin hazırlamış ve Türkiye’nin demokratik gelişimini sekteye uğratmışlardır.

Bu yolla, örnekleri birçok devlette görüldüğü gibi başbakanları, devlet başkanlarını devirebilen hatta öldürebilen, kendi politikaları ve çıkarları doğrultusunda yeni yöneticileri iktidara getiren bu gizli eller, Türkiye’de de 50’lerden beri aktif bir faaliyet yürütmektedirler. Yani devlet fiilen bu güçler tarafından işgal edilmiştir. Bu gizli ellerin yan kuruluşları, devlet içinde, mecliste, istihbarat örgütlerinde daire başkanlıklarında, orduda, basın alanında, üniversitelerde, şirket, vakıf ve holdinglerde ve daha birçok alanda örgütlü olarak bulunmaktadır. Bu gizli eller, Türk Gladyosundan günümüzde ERGENEKON’a evrilerek Türkiye’yi bir kaosa sürüklemeye çalışmaktadırlar.

Aynı tehlikeli durum bu süreçte de devam etmektedir. KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı ve Türkiye’ye devrimsel denebilecek nitelikte gelişmelere zemin yarattığı demokrasi sürecini kesintiye uğratmak için bu gizli eller yeniden arenaya çıkmış durumdalar. Irak’a müdahalenin her gün konuşulup tartışıldığı bu günlerde bu gizli eller yeniden Türkiye’yi istikrarsızlığa, kaosa sürüklemek için devreye girmiş bulunmaktalar. Bununla birlikte ERGENEKON’nun da gittikçe devletin ve ordunun en üst düzey isimlerine kadar bağlantısının olduğu ortaya çıkmaktadır. Ama devletin ve ordunun en üst düzeydeki isimlerine kadar gidildiği, uzandığı için de soruşturma bir noktadan sonra durdurulmakta ve sonuca gidilmemekte, ERGENEKON örgütlenmesi çökertilmekten çok uzak kalınmakta, devletin gizli güçleri bu oluşumun üzerine gidilmesini açık bir biçimde engellemekte ve genel kurmay temsilcileri Genel Kurmaylık adına cezaevlerine giderek bu çete üyelerini ziyaret etmekte ve sahiplenmektedir.

Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında örgütlenmesini neredeyse her alanda tamamlayan ERGENEKON, adeta bir devlet gibi hareket etmeye başladı. Devlet başkanlarını veya başbakanlarını uyarmaktan veya istifaya zorlamaktan tutalım, cumhurbaşkanını öldürmeye, kendilerinin karşısında olan generalleri ortadan kaldırmaya kadar gözü kara bir biçimde faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Örgütlenmeleri giderek bir gölge devlet örgütlenmesine dönüşmüştür. Nasıl? Şöyle ki; bir devleti oluşturan dört temel olguyu kendi organizasyonları içinde sistemli bir biçimde oturtmuşlardır. Bu olgular;
1-    Askeri Örgütlenme: Özellikle ordudan emekli olan subay veya astsubaylar veya Kürdistan dağlarında yaralanan askerlerin bir araya getirildiği vakıf, dernek (Kuvayı Milliye Derneği, Vatanseverler Güç Birliği) vb gibi oluşumlarda, askeri bir güç biçiminde örgütlenmek. Silah ihtiyacını ordu içinde karşıladıkları gibi, yasadışı örgütlenmeler olan paravan silah ve istihbarat şirketlerinden de karşılamaktadırlar. Örneğin İstanbul Ümraniye’de aramada ele geçen ordu malı bombalar ve silahlar, yine Türkiye kamuoyunda KAYIP SİLAHLAR olarak bilinen silahların Hizbi-Kontra örgütünün hücre evlerinden çıkması. Bu silahlar ordunun denetimindeki silahlardır ve bu örgütlere verilmiştir. Askeri oluşumunu bir başka biçimde de karşılamaktadırlar. Özellikle Türk Mafyası içindeki bazı tetikçilerin yasadışı kanlı eylemlerini göz ardı ederek ve bunlara diplomatik pasaport sağlayarak bu mafya üyelerini birer tetikçi olarak kullanmak ta askeri oluşumun bir diğer yöntemidir. Bunlara örnek, mafya tetikçileri Abdullah Çatlı, Sedat Peker, Mehmet Ali Ağca vb. Bunun dışında karargah gibi kullandıkları evler vardır ve bu evlerde yapılacak olan eylemlerin planlaması ve uygulaması tartışılmakta ve karara bağlanmaktadır.
2-    İdeolojik Örgütlenme; Kurdukları derneklerde veya vakıflarda ideolojik eğitim verilerek, bu örgütün üyelerinde adeta kutsal bir amaca hizmet ediliyormuş gibi bir mantalite şekillendirilmesine gidilmekte ve bu şekilde bu vakıflarda ideolojik eğitim sonraları silahlar masa üstündeki bir Türk bayrağı üzerine konularak ölme ve öldürme üstüne yeminler ettirilmektedir. Öyle ki ideolojik örgütlenme bu örgütü adeta yasal bir statüye büründürmekte bu nedenle de milliyetçi ve şoven Türk aydınları, siyasetçileri, akademisyenleri içinde de büyük bir destek görmektedir. Örneğin bu örgütün, yani ERGENEKON örgütlenmesinin ideologluğunu yani fikir babalığını İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek gibi isimler yapmaktadırlar. Ki, bunlar kamuoyunda Türk solcuları olarak tanınmaktadır. İdeolojik propagandalarında adeta ABD ve dünya emperyalizmi karşısındaymışlar gibi bir görüntü yansıtırlar. Ama pratikte ise ABD’ nin çıkarlarına hizmet etmektedirler. Zaman zaman babaları ABD’yi veya NATO’yu dinlemedikleri ve aşırı gittikleri de oluyor. İşte o zaman da karşılarında bugün olduğu gibi bir tutuklama ve daraltma furyasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Ama bu tutuklama engellemek ve daha iyi bir biçimde denetlemek içindir. Ki bugün üzerine gidilen, tutuklanan veya gözaltına alınan kesim JİTEM’in kurucu babalarından VELİ KÜÇÜK ve adamlarıdır, gerçek ERGENEKON organizasyonu değildir.
3-    Ekonomik Örgütlenme: Finansman kaynaklarını dolaylı bir biçimde NATO örgütlenmelerinden karşıladıkları gibi, devletin birçok imkanlarını da kullanmaktadırlar. Vakıflar ve Dayanışma ve Yardımlaşma dernekleri adı altında bağış toplanmakta, şirketler, holdingler kurulmakta, ayrıca ordunun araçları kullanılarak (helikopter, kara taşıtları) uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapılarak örgüt finanse edilmektedir. Bunun dışında arazi mafyası, ihale mafyası, inşaat mafyası vb gibi mafya oluşumlarıyla büyük oranda kendilerini finanse etmektedirler. Özellikle Afganistan-İran-Türkiye, Afganistan-İran-Irak-Türkiye üzerinden Avrupa ve Amerika’ya transfer edilen uyuşturucu yolu, bu örgütün denetimindedir ve büyük bir kar oranını ellerinde tutmaktadırlar. Bu uyuşturucu örgütlenmesinin güzergahı yani yol akışı, özellikle JİTEM’in Güney Kürdistan’daki bürolarında başlamakta, karayoluyla Türkiye ve oradan da Avrupa ya da deniz yoluyla Amerika’ya aktarılmaktadır. Bunun örnekleri, birçok kez basında çıkmıştır. Buna birkaç örnek; Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Kıbrıs’ta bir yemekli toplantıda yaptıkları iş görüşmeleri ve bu görüşmelerin basına yansıyan fotoğrafları. Fotoğrafta Süleyman Demirel’in yanında duran kişi Türkiye Uyuşturucu mafyasının en büyük ve en tanınan isimlerinden biri olan Örfi Çetinkaya’dır. Demirel o toplantının bir iş toplantısı olduğunu ve bu şahsı tanımadığını söylese de birlikte iş yaptıkları bilinen bir gerçekliktir. Ayrıca o süreçte İNTERPOL tarafından takibe alınan KISMETİM 1 gemisi Kıbrıs açıklarında Türk askeri yetkililerince batırılmış ve daha sonra içindeki uyuşturucu askeri araçlarla çıkarılarak kayıplara karıştırılmıştır. KISMETİM 1 gemisi Bingöl’lü, uyuşturucu ticareti babası Baybaşin’lere aittir. Gemi batırılmıştır, çünkü içinde tonlarca uyuşturucu vardır ve bu uyuşturucu devletin gözetiminde ve devletin güvenliğinde nakledilmektedir. Eğer İNTERPOL’un eline geçseydi bu uyuşturucu trafiğini organize edenlerin ve bu organize içinde yer alan devlet büyüklerinin kimler olduğu açığa çıkacak ve bir skandal yaşanacaktı. Ayrıca paravan şirketler kurarak vergi kaçakçılığı, petrol kaçakçılığı yapılmaktadır.
4-    Medya Örgütlenmesi: Radyo, Tv, gazete ve dergi gibi iletişim araçlarıyla siyasal, ideolojik ve örgütsel propagandalarını yapmakta, kendileri için kitlesel bir taban oluşturmaktadırlar. Bu oluşum tv, radyo, gazete ve dergilerin yanısıra örgüt üyesi akademisyenlerin de çeşitli gazete ve dergilerde yazılarını yayınlayarak ideolojilerini yaymaya çalışmaktadırlar. Bunun yanında yani medya örgütlenmesinin yanında Hukuk Örgütlenmesi de vardır ki, yaptıkları tüm çalışmaları bir hukuk çerçevesinde yansıtmaya çalışırlar, ya da kendilerini savunacak bir hukukçu ordusu oluşturmaktadırlar.

Uzun bir süredir Türkiye gündemini ve basınını işgal eden ERGENEKON operasyonları veya ERGENEKON duruşmaları henüz herhangi somut bir sonuca ulaşmış değil. Somut bir sonuca ulaşmadığı gibi gerçek ERGENEKON’un da ne olduğu bir muammaya dönüştürülmektedir. Ergenekon operasyonlarıyla birlikte Kürt Sorununun çözüm tartışmalarının basında yoğunca işlenmesi ve devletin de böyle bir tartışmaya izin vermesi dikkat çekicidir.

KCK Önderi Öcalan’ın başlatmış olduğu demokratik çözüm süreci hem devletin derinliklerindeki gizli ve kirli ellerin deşifre edilmesine zemin hazırlamış ve hem de Kürt sorununun çözülmesi yönünde tartışmalar başlatmıştır. KCK Önderi Öcalan’ın başlattığı demokratik çözüm süreci sonrasında basında yapılan tartışmalar ve aydınların çözüm önerileri de göstermektedir ki ÖCALAN’sız ve PKK’siz bu sorunun çözülmesi bir hayal olmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Ama bu süreçte kaygı verici gelişmelerin de her zaman ortaya çıkması olasılığı oldukça yüksektir. Derin devletin kirli ve gizli elleri yine halkın üzerinde bir kara gölge gibi dolaşmakta, faili belli cinayetler gerçekleştirmekte, adeta süreci provake etmek için yeniden bir çaba içinde olduğu gözlenmektedir.

KCK Önderi Öcalan’ın geliştirdiği demokratik çözüm sürecinin sabote edilmemesi, bu son barışçıl çözüm şansının kaybedilmemesi için, hem Türk ve Kürt halkı hem de sorunun çözümünü isteyen taraflar oldukça duyarlı olmak durumundadırlar. Eğer bu şans da kaçırılırsa yeniden karanlık ve çatışmalı uzun bir sürecin başlaması, hem de otuz yıllık süreçten daha şiddetli çatışmalara gebe bir sürecin başlaması büyük olasılık dahilindedir.

Hiç yorum yok: