13 Mart 2010 Cumartesi

Fetullah Gülen 2. Abdülhamid'in intikamını alıyor!

Ergenekon Davası'nda değil 12 operasyon yapmayı 100 dalga operasyon yapılsa da işin esasına dokunulmadığı bu operasyonların özünde başka şeylerin amaçlandığı anlaşılıyor.

Kamuoyuna çok büyük bir olaymış gibi yansıtılan ve gerçekleştirilen her operasyon dalgasıyla başta ülke kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyunun da ilgisine mazhar olabilen Ergenekon Davası sanıldığı gibi devlet içinde bir temizlik operasyonu falan değildir. Devlet içinde illegal çalışan yasadışı bir örgütlenmenin açığa çıkartılması ve bu çetenin tasfiye edilmesi olayı hiç değildir.

İddianamede suçlanan kişi ve kurumları biraraya getirdiğimizde sanılanın çok ilerisinde bir manzara ile karşı karşıya olduğumuzu göreceğiz. Burada suçlanan kişi ve kurumlar devletin en tepesinde yer almış çekirdek kadrolar ve kişilerdir.

Devletin Kurmay ve Koordinasyonunda en üst seviyede yer alan, temel ve stratejik 'Karar Vericiler' olduğu görülecektir. Böylesi hayati pozisyonları işgal eden kişi ve kuruluşları 'Çete' olarak adlandırıp operasyon kapsamına dahil etmek oldukça karmaşık bir sonuçtur.

Zira Jandarma Genel Komutanı, 1. Ordu Komutanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri, YÖK Başkanı vb. basından, iş dünyasına, akademik çevrelerden, sanat dünyasına, sendikalardan sivil toplum ve bilimsel kuruluşlarına dek uzanan bu operasyon dalgasının kapsamında bulunanları analiz ettiğimizde karşımızda devletin ta kendisinin olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.

O zaman durum farklı bir mecraya ister istemez kaymış olmaktadır. Esasta 'Çete' ile mücadele ediyoruz denilerek aslında kamuoyu manipüle edilmek istenmektedir. ,

Bizi enterese eden yanda işte tamda burada başlıyor. Bu operasyonlar silsilesi bir illegalite tasfiyesi mi? Yoksa devletin derinliğine yapılan bir uluslararası operasyon mu? Mevcut durumu anlamlandırabilmek için bir tarih projeksiyonu yapmak durumundayız. Aksi halde devlet yönetmiş ya da devlet olan bu kadar zatı muhteremin çete oluşturmak suçuyla derdest edildiklerine inanmamız zorlaşacaktır.

Olayın uygulanış biçimi zaten toplumun algılama sınırlarını oldukça zorlamaya başlamıştır. Jandarma Genel Komutanının silahlı örgüt kurup yönetmesi abesle iştigal bir durumdur. Zaten kendisi beşyüz binlik silahlı bir güce komuta etmektedir. İstihbarat ve diğer bir çok olanakla birlikte oldukça güçlü bir nüfuz alanına sahip bir Kurmay yöneticinin emekliliğinde silahlı teşekkül oluşturması akıllara ziyan bir durumdur. Hakeza aynı durumlar diğer suçlanan şahıslar içinde geçerlidir. Bu olayı ve kapsamı dahilinde gerçekleştirilen operasyonlar silsilesini daha küresel ve uluslar arası dizayn politikalarının kapsamında değerlendirmek durumundayız.

Osmanlı İmparatorluğu imparatorluk sisteminden 31 Mart 1908 de İttihat Ve Terakki kadrolarının 1. Ordu'yu Selanik'ten İstanbul'a yürütmeleriyle Ulus-devlet inşasına girişmişler ve 2. Abdulhamid'i uzaklaştırmışlardır. Akabinde Cumhuriyetin kuruluşu, Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasıyla Türkiye yepyeni bir sistem olarak ortaya çıkmıştır. Din ve Saltanat esaslı bir imparatorluktan Ulus-Devlet esaslı bir devlete evrilmiştir. Genel siyasal terminolojide buna Kemalist Sistem denilmektedir.

Ulusalcı devletin temelinde din ve ümmet kavramlarına yer yoktur. Ulus ve devlet başat güçtürler. Bu yeni sistem batı merkezli sistemle bütünleşince kendisini daha da örgütleyerek güçlendirmiştir. NATO'nun kurulmasıyla birlikte Sovyet sistemine karşı ve Soğuk Savaş stratejisi temelinde bütün üye ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de Gladio örgütlenmesine gidilmiştir.

Yukarıda da izah ettiğimiz gibi kökeni ta Osmanlıya dayanan İttihatçı klik yeni oluşumla(Gladio) kendisini Uluslararası güvenceye almış ve örgütlemiştir. NATO bu konseptinde Türkiye'yi 'Kanat Ülkesi' kategorisinde ele alıyor ve ona göre misyon yüklüyordu. İstenen misyon ise sürekli istikrarsızlık yaratan, çevresiyle kavga eden, kendi içinde daima darbe yapan militarist düzenle idare olunan ve iç sorunlarını sürekli çatışma ile çözen bir sistem olmalıydı.

Türkiye yıllarca bu misyonu yerine getirdi. Zira 'Kanat Ülkesi' olmanın rolünü hakkıyla yerine getiriyordu. Bu rol icra edilirken Kemalist Ulus-Devlet kendi içinde çok güçlü bir çekirdek oluşturmuş ve bu çekirdek bir bütüne Ordu etrafında öbeklenmiştir.

NATO 90'lı yılların sonunda kendisini stratejik olarak yeniden yapılandırdığında, -ki soğuk savaş bitmiş Sovyet Sistemi kendini lağvetmişti- Türkiye için yeni bir konsept belirlemiştir. Bu konsept temelinde Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edilmiş, Türkiye Avrupa Birliği Üyeliğine aday ülke olarak müzakerelere başlamış ve bir çok alanda yenilikler ortaya çıkmıştır. NATO yani konseptinde Türkiye için 'Kanat Ülkesi yerine Cephe Ülkesi' olmayı öngörmüş ve benimsemiştir.

Bu durumda Türkiye bölgede çatışma yerine uzlaşmacı, istikrarlı, sorunları barış ve diyalogla çözebilen Laik, Demokrat ve 'Müslüman' bir ülke olarak Model olmalıydı. Katı Ulus-Devlet yerine, kavga ve çatışan, iç sorunlarını bastırarak halleden, militarist yanı güçlü bir sistemden hızla uzaklaşarak daha mutedil, demokrat, dinlere ve diğer etnik kökenlere daha hoşgörülü bir devlet olmalı. Bunun için sistemin kendisini reorganize etmesi gerekiyordu.

İşte çatışma bu eksen değişikliği sürecinde ortaya çıkmış NATO'nun yeniden yapılanma projesine devletin derinliklerinde yer alan çekirdek direnç sergilemiştir. Bill Clinton 1999 yılında TBMM'de yaptığı konuşmayla Türkiye için öngördükleri hedefleri ve geleceği çok açık ortaya koymuştur. Bu temelde Türkiye her şeyiyle yeni ve stratejik bir yola girmişti. Lakin buna dirençlerde hemen ortaya çıkmıştı. İlk direnç DSP, MHP, ANAP koalisyonunda oldu ve akabinde Ecevit tasfiye edildi. AKP iktidarı işte tamda böylesi bir konjonktürde paraşütle yukarıdan indi. Ülkenin düşünen tüm beyinleri halen bu gelişin siyasal sosyolojisini çözmekten uzaktırlar.

AKP ve onların ABD'deki stratejik liderleri Fetullah Gülen'e yollar sonuna kadar açılmıştır. Fetullahçı hareket 1908'de 2. Abdülhamid ile aldıkları darbenin rövanşını yüz yıl sonra 31 Mart girişiminin temsilcilerine yaparak almışlardır. Şuan Ergenekon şemasında yer alan kadroların hepsi İttihatçı gelenekten gelen Kemalist Ulus-Devletçi kadrolardır. AKP ile NATO sistemi Kemalizmin direnç noktalarına vurmuş sistemi kendi içinde bunalıma sokmuştur.

Bu temelde AKP ile Fetullah Gülen'i de birbirinden iyi ayırmak gerekir. AKP sistemin mafsallarına vurmak için bir koçbaşı rolündedir. 2002'den bu yana Kemalist Ulus-Devletin tüm olmazsa olmazlarına darbe üstüne darbe vurmaktadır. Cumhuriyet giderek Ilımlı İslam devletine evrilmiş sisteme yerleştirilen kadrolarla defakto bir durum yaratılmıştır.

Başta türban ve din eğitimi olmak üzere her alanda bir yozlaştırmayı geliştiren AKP esasta sistemi yeniden dizayn edilebilir hale getirme görevini üstlenmiştir. Kürt ayağını da üstlenen AKP bu politikasında başarısız olmuştur, Kürtleri Cumhuriyetin tasfiyesinde yanlarına-yedeğine alamamıştır. Kürtleri kandırmak için Ergenekon Operasyonunu oldukça kullanmak istemiş, faili meçhul cinayetler ve kayıpların bulunması için girişimlerde bulunduğunu propaganda ederek kürtleri yanına çekmek istemiştir. Kürtlerin buna inanması mümkün değildir. Zira sistemden en çok zara görenler kürtler olmuştur. Kürtler ne Fetullahçı Ergenekon’a nede Kemalist Ergenekona taraf olmayacaklardır.

NATO'nun bu yeni yapılanmasına direnen çekirdek başta ABD ve AB ile çelişkiye düşmüş ve onların çıkarlarına aykırı ilişki ve ittifaklara girmişlerdir. Bu noktadan sonra bu çekirdeğin tasfiyesine karar kılınmıştır. Tasfiye süreci gelişirken Fetullahçı oluşum durumdan vazife çıkararak kendi Derin Devleti ve Ergenekon'unu kurmaya başlamıştır. Şimdi Türkiye'de yapılan Ergenekon Operasyonlarının temel hedefi budur. Onun için Fetullah cemaatinin yayın organları bu operasyonları bir kurtuluş ve yeniden doğuş olarak yansıtmakta, geleneksel devletçi medya ve çevreler ise 'cumhuriyetin tasfiyesi' olarak adlandırmaktadırlar. Cumhuriyet bu operasyonlarla ulus-devlet paradigmasından Türk-İslam paradigmasına kaymaktadır. Her geçen gün Fetullah Gülen çok sevdiği ve öykündüğü büyük üstadı 2. Abdülhamidin intikamını almaktadır. Artık Türkiye eski Türkiye değildir ve bu kavga henüz bitmiş de değildir.

Kürtler bu operasyonlar dalgasının neresinde yer almalıdırlar? Diye sorulmaktadır. Kanımızca Kürtler kendi yerlerinde ve pozisyonlarında kalmalıdırlar. İddianameyi bunun için en başa aldık. Zira Kürt coğrafyasında seksen yıldır acımasız bir kıyım sürdürülmektedir. Özellikle son otuz yılda yaşananlar hala belleklerde tazeliğini korumaktadır.

Ergenekon iddianamesinde bunların hiç birine değinilmemiştir. Kürt köylerini yakmak(4 bin köy yakılmıştır), Kürt yurtseverlerini katletmek(17 bin faili meçhul ve kayıp), gasp, talan, inkar, asimilasyon uygulamaları bir kaç devlet memurunun münferit uygulaması ve politikası olamaz. Burada uygulanan politikalar devlet politikasıydı. Eğer samimi bir operasyon yapılacaksa başta Kürt Halkına reva görülen bu politikalarından dolayı devlet Kürt Halkından özür dilemelidir. Geçmişte uyguladığı bu vahşetin açığa çıkarılabilmesi için Hakikatleri Araştırma komisyonu kurmalı ve halen yürürlükte olan inkar, imha, asimilasyon ve askeri zor politikalarını derhal durdurmalıdır. Bunları yapmadan ve birde bunlar yetmezmiş gibi Kürt Özgürlük Hareketini kendi kirli organizasyonlarının bir uzantısıymış gibi yansıtmaları Kürtlere hiç inandırıcı gelmemektedir.

Kürtler, Kemalist Ulus-devletçiler ve onların Ergenekon’uyla otuz yıl savaştılar, direndiler boyun eğmediler, Fetullahçı Ergenekona karşıda onurlarıyla ve başı dik durmasını bileceklerdir. Fetullahçı Ergenekon seçimlerde Kürt Halkını yanına alamamanın hıncını seçimde başarı sağlayan kadroları derdest ederek almak istemektedir. Ama Gülen cemaati şunu unutmamalıdır ki, Kürtler eski Kürtler değildir. Kemalistlere yaptığınızı Kürtlere yapamayacaksınız...

Hiç yorum yok: