29 Mart 2010 Pazartesi

Diyarbakırspor ve şiddetin kökeni




Yaklaşık yirmi gün önce Diyarbakır'daydım. Büyükşehir Belediye ve DİSKİ Spor'un düzenlemiş olduğu 'Sporda yeni bir başlangıç' sloganıyla yapılan spor konferansında ben de konuşmacılardan biriydim. Medyanın bilindik bütün simaları (Metin Kurt'u dışarıda tutarsak), sporun kardeşlik ve barış olduğundan dem vurdular. Sporun barış ve kardeşlik olduğuna dair söylemin, çok eski bir hikaye olduğunu ve günümüz gerçekliğinde bir karşılığının olmadığını söylemeye çalıştım.

Sporun endüstrileştiği bir dünyada, bütün yarışmaların, oyunların amacı sadece kazanmaktır. Kazanırken de bütün yolların denenmesi olağandır. Olimpiyat ruhu diye bir şey yoktur. Olimpiyatlar fikri, aristokratların bir düşüydü. Bunu ortaya atan da bir barondu. Pierre de Coubertin'in amacı barış ve kardeşlik değil, aristokrat sınıfın eğlendiği bir panayır düşüydü. Zaten ilk olimpiyatların içinde yer alan spor branşları, daha çok aristokrat zenginlerin yaptığı/oynadığı halat, jimnastik, tenis, yüzme gibi dalları içeriyordu. Kapitalizmin gelişim sürecine paralel olarak, sporun kitleler üzerindeki etkisinin genişlemesine denk gelen bir kucaklaşma yaşandı. Kapitalizm ürettiği arza bir talep yaratmak için sporu, 1950'lerden itibaren ciddi şekilde kullanmaya başladı. Büyük organizasyonlar, sporsal rekabetten öte kapitalist markaların yarıştığı bir arena haline geldi. Esasında, ilk başta işçi sınıfının sporu olan futbol da zamanla bu kuşatmanın içine düştü. Doğal olarak en çok izlenen spor dalı olduğu için, kapitalistlerin en gözde sporu olmaktan kutulamadı. Spor, hiçbir zaman barış ve kardeşliğe hizmet etmedi. Aksine, El Salvador ve Honduras arasında yaşanan bir savaşa sebep oldu. Sivas-Kayseri birbirine girdi, onlarca insan yaşamını yitirdi. Yazının konusu bu değil aslında. Diyarbakır-Bursa maçında yaşananlara girmeden önce bir girizgah yapmak istedim sadece.

Evet! Diyarbakır'da yaşananları onaylamak mümkün değil. Bu, spor barış ve kardeşliktir palavrasına gölge düşürdüğü için değil, futbol oynamaya çalışan insanlara şiddet uygulandığı içindir. Sahaya atılan taşlar, panzere atılan taşlarla bir tutulamaz. Hakemin maçı tatil etmesi de doğrudur. Federasyonun verdiği 3 maç ceza da verilecek hükmen mağlubiyet de doğru kararlardır. Ancak! Bursa'da yaşananlara bakarak tahliller yapmak da doğru değil. Şimdi baştan başlayalım. Diyarbakırspor, ilk kez Bursa'da ırkçılığa maruz kalmadı. Yaklaşık 10-15 yıldır gittiği her deplasmanda aynı ırkçılığı yaşadı. Sanki ilk kez dün olmuş gibi yaparak, gerçekçi bir analiz yapamaz kimse. Kürtlerin mücadelesine paralel olarak, Diyarbakırspor'a bir öfke geliştirildi. Diyarbakırspor maçlarında atılan 'PKK dışarı' sloganı, tam da maçlarda İstiklal Marşı'nın okunmaya başlandığı döneme denk düşer. Kürtlerin dışlanması, sırf isminin başında Diyarbakır olmasından dolayı, Diyarbakırspor da payına düşeni aldı. Hani derler ya Türk milliyetçiliği kucaklayıcıdır. İspanya'da A. Bilbao Basklılarla o kadar özdeş olmasına rağmen, Madrid'de oynadığı maçlarda bile hiçbir zaman ırkçı sloganlara maruz kalmadı. Türklerin milliyetçiliği böyle kucaklayıcı işte.

Hepimiz Hrant Dink'iz dövizine izin vermeyen Futbol Federasyonu, ilk kez atılan PKK dışarı sloganına ceza uygulasaydı, bugün bu sorunlar olmazdı. Ulusal liglerde, maçtan önce okunan İstiklal Marşı'na en küçük bir uyarı getiremeyen federasyon bugün köşeye sıkışmış durumdadır. Ulusal liglerde, ulusal marşın okunması yeryüzünde sadece Türkiye'de uygulanmaktadır. Bunun amacı, Kürtleri terörize etmektir. Çetin Altan'ın deyimiyle 'Türk'ün Türk'e propagandası'ndan öte bir şey değildir.

Diyarbakır'da yaşanan şiddeti görmemezlikten gelemeyiz. Ama sürekli dışlanan bir kentin, bir toplumun uzun zamandır biriken öfkesini de hesaba katmak gerekir. Bu kadar dışlanmaya ses çıkarmayanların, yaşanan şiddetten dolayı şoka girmeleri kara mizahtır. Diyarbakırspor amatörce, Bursaspor profesyonelce yönetiliyor. Bursa yöneticileri, bize Diyarbakır'da oteller yer vermiyor, can güvenliğimiz yok diyerek, ortamı hazır hale getirdiler. Diyarbakırspor yöneticileri karşı hamle geliştiremediler. Bursalı yöneticilerin tasarladığı şey, maçın yarıda kalmasıydı, bunu da gerçekleştirdiler. Spor barış kardeşlik mi dediniz? Palavraları geçelim.

Butün bu kaotik ortamda özeleştiri yapıp, aklıselim davranan biri de oldu. Trabzonspor Başkanı Sadri Şener'di bu kişi. Lig maçı için Diyarbakır'a gelen, orda Belediye Başkanı Osman Baydemir'i ziyaret eden, Trabzon'daki maçta da Diyarbakırspor'u güzel ağırlayan Sadri Şener'e teşekkür borçludur spor dünyası. Şener: 'Ben olsam bunu çok hafif cezalarla geçiştiririm. Bunlar kesinlikle tasvip edilen olaylar değil. Fakat Diyarbakırspor'un da bu ligde olması gerekiyor. Çünkü bu durum Türkiye'nin 50 yıldır kanayan yarası. Devamlı bu insanlar dışlanarak durum bu hale geldi. 'Bir özür borcunuz var' diye çok güzel bir pankart asılmıştı. Eğer bu yapılmış olsaydı bunların hiçbiri olmazdı. Ben başkanını ziyaret etmiştim. Hepsi Trabzon diye tezahürat yapmıştı' sözleriyle bir sağduyu sergilemiş oldu.

Diyarbakırspor küme düşebilir. Çok önemli de değil. Sonuçta, Kürtlerin dişi ve tırnağı ile yarattığı bir organizasyon değil Diyarbakırspor. Bu nedenle hem sportif, hem de temsiliyet anlamında uzun vadeli başarılı olması da mümkün değil. Bu yaşananları gördükten sonra, Diyarbakır'ın spor konferanslarını, spor çalıştaylarına çevirmesinin onlarca faydası olacağını düşünüyorum.

DOĞAN DURGUN
dogandurgun68@gmail.com

Hiç yorum yok: