14 Mart 2010 Pazar

Demokratik Toplum Kongresi; Demokrasi Çatısıdır

Yüksel Genç eşbaşkanlığını yaptığı Demokratik Toplum Kongresi'ni anlattı: DTK bir demokrasi platformudur


Yüksel Genç eşbaşkanlığını yaptığı Demokratik Toplum Kongresi'ni anlattı: DTK bir demokrasi platformudur

Hedef demokrsiyi geliştirmek

'DTK çok açık anlamıyla bir demokrasi platformu. Bölge'de örgütlü olan sivil toplum örgütleri, sosyal örgütlenmeler, ekonomik yapılar neyse, bu tür örgütlerin birleştiği bir platformdur DTK. Bölge'nin demokratikleşmesini hedefliyor.'

Siyasal gücümüz bastırılıyor

'Bölge halkının genel kanaati şu: 29 Mart seçim başarımızı devlet ve hükümet hazmedemedi; mümkünse siyasal gücümüzü bastırmak istiyor. Böyle mümkün değilse yok etmek istiyor. Yapamıyorsa güçsüzleştirmek istiyor.'

DTK demokrasi çatısıdır

Gazetemizin yazarlarından, bundan birkaç ay öncesine kadar yayın koordinatörümüz olan ve en son Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanlığı'nı yürüten Yüksel Genç'le kamuoyunun merak ettiği Demokratik Toplum Kongresi örgütlenmesini, haftasonu düzenleyecekleri 'Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konfaransı'nı, Kürt toplumunun önde gelenlerine karşı yürütülen tutuklama furyasını, baskıları ve KCK'nin açıkladığı 'Barış ve çözüm deklarasyonu'nu konuştuk...

Haftasonu Diyarbakır'da 'Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri' başlığı altında çok önemli bir konferans düzenliyorsunuz. Nedir bu toplantının amacı?

Her şeyden önce bu konferansı çok önemsediğimizi belirteyim. Konferans aslında bir ilk. Ama devamı gelecek. Kürt meselesini dünyadaki benzer örnekleriyle bir defa tartışmak yetmeyecek. Konferansımızla öncelikle şunu yapmak istiyoruz. Kürt sorununa benzer sorunlar yaşamış ülkeler, devletler bu problemlerine nasıl yaklaştılar? Çözmüş olanları nasıl çözdüler? Ne tür bir süreç izlediler? Müzakere süreçleri nasıl işledi? Kimlerle nasıl bir muhataplık ilişkisine girdiler? Bu ortamların yaratılması için neler yaptılar? gibi soruların ele alındığı, sorunun ve çözümün tarafı olanların kendilerinin anlatılacağı bir konferans bu.

Hangi örnekler konferansta enine boyuna konuşulacak?

Yani İngiltere'yle İrlanda ve İskoçya sorunu bir gündemimiz. Bu oturumda İrlanda ve İskoçya problemlerinin öznelerinin yanı sıra, İngiltere'den çözüm sürecine dahil olmuş taraflar da konferansımızda yer alacak. Konferansımızın ekseri oturumları bu tür bir bileşimle olacağı için çok önemli. Dünya Kürt sorununa benzer sorunlar yaşamış ülkelerle dolu ve bu ülkelerin büyük bir kısmı esasında eski ve köklü devletler. Bu devletler benzer sorunları yaşayıp çözmüşler ya da bir şekilde çözmek durumunda kalmışlar. Neredeyse tamamı tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi ciddi çatışmalar yaşamış, çok ciddi can kayıpları, mali kayıplar, toplumsal erozyonlar yaşamışlar. Ama hepsinin geldiği nokta barışçıl çözüm. Dönüp dolaşıp geldikleri nokta bu sorunun özneleriyle, devletin, devletin aktörlerinin bir araya gelip, çözüm konusunda kafa yorması ve bir süreç başlatmasıyla ilgili oluşmuş. Örneğin İngiltere'nin İrlanda, İskoçya örneğinde göreceğiz. Bunu konferansımız masaya yatıracak. İngilizler ne yaptılar, İrlandalılar, İskoçyalılar buna nasıl yaklaştılar? Hatırlarsanız İngiliz eski Başbakanı Blair İRA'yı kasdederek, 'Şeytan'la bile olsa masaya otururuz demişti.' Konferansımız İspanya örneğini de ele alacak. Yine İspanya'dan İspanya tarafını temsilen ve Basklıları, Katalanları temsilen kişiler katılacak. Bu isimler bu soruna Basklıların ve Katalanların nasıl yaklaştığını, İspanya devletinin nasıl yaklaştığını, nasıl bir çözüm yolu müzakere edildiğine dair süreci bize anlatacak.

Kürtler ne bekliyor konferanstan?

Basklılar, Katalanlar, İrlandalılar, İskoçyalılar, Güney Afrikalılar nasıl çözdüler sorunlarını, nasıl bir rasyonalite paydasında buluştular Kürtler de bunu görecek. Ve biz Kürt sorununun çözümüyle ilgili dünya deneyimlerinin Kürt sorunuyla birlikte karşılaştırmalı olarak ele alınmasını Türkiye'deki çözüm sürecine en büyük katkıyı sunacak şekilde yapılan bir çalışma olduğunu düşünüyoruz.

Hükümet de dünyadaki bu tür örnekleri incelediğini söyledi...

İçişleri Bakanı'nın böyle bir demeci oldu. Hatta Cemil Çiçek de hükümet sözcüsü olduğu dönemde böyle bir şeyden bahsetti. Türkiye dünyadaki örneklerin çözümsüzlüğü derinleştiren yöntemlerini örnek alıyor. Türkiye açılım denen sürece geldiği noktada ya tasfiye ya da yok sayarak kendince yaptım oldu anlayışının doğru olmadığını yetkili ağızlardan itiraf ediyor. Yanlış hatırlamıyorsam hükümet yetkilileri de Kürt sorununda çözüm için bazı şeyleri yeniden masaya yatırmaktan bahsetti. Samimiyetle yeniden masaya yatıracak ve dünyanın tecrübe ettiği çözümsüzlüğü tekrarlamamak üzere kendilerine samimi yaklaşacaklarsa konferansımız zaten çok ciddi bir ön açıcı işlev görecektir.

Buna da katkı olsun diye mi düzenleniyor bu toplantı?

Kesinlikle çözüme taraftar ise AKP şimdiye kadarki pratiğinin tahlili ile yüzleşmesiyle yeni bir süreç başlatacaksa konferansımızın verilerinin en çok da hükümete katkısı olacağına inanıyorum.

Açılım sürecinde hükümetin izlediği çizgi nereye geldi?

Açılıma biz başından beri kimi tedirginliklere ve güvensizliklere rağmen 'acaba çözüme dönük bir psikolojik ortam bir çözüm zemini ve temeli olur mu' beklentisi ile yaklaştık. Kürt toplumunda da bir beklenti oluşturdu ve öyle çok oluşturdu ki bir dönem sonra iş çözüme doğru evrilmeyince, İçişleri Bakanlığı nezdinde yapılmış kimi toplantılar ve hükümetin yer yer Başbakan'ın barışın gerekliliğine ve anaların gözyaşına dair sözleri de somut bir adıma dönüşmeyince güvensizlik tırmandı. Aynı zamanda açılıma paralel olarak, açılım adı altında operasyonların yürüyor olması Kürt toplumunda bu güvensizliği iyice derinleştirdi.

Evet. Kürt halkının zihninde açılım böyle bir yer etti. Ancak son dönemde tutuklamaların ve gözaltıların artması hükümetin Kürt tarafından gelen diyalog çağrılarını yanıtsız bırakması, operasyonların sürüyor olması gibi nedenlerden dolayı işler daha kötüye gidiyor, sert bir çatışma ortamına doğru sürükleniyor Türkiye diye düşünüyorken PKK'den bir açıklama geldi. Bizim gazetede '4 adımda barış' önerisi diye anılıyor. Beklenenin aksine PKK 'çatışmasızlık süreci'ni bozmadı. Bu açıklamaya siz nasıl bakıyorsunuz?

Ben KCK'nin açıklama yapacağım diye duyuru yaptığında, Kürtlere yönelik tutuklamalar, baskılar ve sindirme hareketleri karşısında şiddetin tırmanacağı, ateşkes sürecinin sonlanacağı gibi bir kaygı duyuyordum. Türkiye'deki şiddet sarmalını tırmandırabilecek çok ciddi kaygı içindeydim. Ama açıkçası KCK fırsatçılık yapmadı. Yaşanan olumsuzluklara bakıp 'Ben vazgeçiyorum ateşkesten sen ha bire saldırı halindesin' demedi. Bunu demediği gibi barış ve demokrasi deklarasyonu diye bir metin yayınladı. Açıkçası benim yüreğime su serpti, onu da belirteyim. Daha olumsuz sonuçların doğmasını bekliyordum. Bunun olmaması beni oldukça umutlandırdı. Peki deklarasyonda olan maddeler çok ağır maddeler mi? Bilakis belki de şimdiye kadarki KCK deklarasyonları arasında en minimum, demokrasi ve barış koşullarına içerlenmiş deklarasyon biçiminde duruyor. Bir de siyasal alanda Kürt siyasetçilerine dönük tutuklanma furyasının durmasını istiyor. Deklarasyonun bir koşulu bu. Ve bu, çok yapılmayacak bir şey değil sonuçta 14 Nisan operasyonları yanlış operasyonlar, çözüme hiçbir şekilde sığmayan operasyonlar.

AKP, 29 Mart seçim kampanyasını tutuklamalar yoluyla devam mı ettiriyor hâlâ?

Halkın genel kanaati şu; 'Bizim seçim başarımızı devlet ve hükümet hazmedemedi korktu ve mümkünse bizim siyasal gücümüzü bastırmak istiyor. Böyle mümkün değilse yok etmek istiyor. Yapamıyorsa güçsüzleştirmek istiyor.' Yaşanan operasyonları 'seçimlerde elde edilmiş başarıya devlet tepkisi olarak' görüyor.

Deklarasyon ile devam edelim. Deklarasyonda ifade edilen taleplerin minimum makul talepler olduğunu söylediniz. Şu ana kadar hükümetten, parlamentodan BDP dışında muhalefetten Cumhurbaşkanı'ndan hiç ses çıkmadı. Hatta yeni tutuklamalar devam ediyor. Medyada da tam bir sessizlik hakim. Zira demokratik ve barışçıl güçlerden de pek ses seda çıkmadı. Nedir bu sessizliğin manası?

Yani KCK'nin '4 adımda barış önerisi' 14 Nisan'dan beri sürdürülen operasyonların durdurulması ve tutuklanan Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılması, Öcalan'a ev hapsi, diğeri sorunun aktörleriyle diyalog ve müzakere.

Önemli buluyorum, diyalogtan bahsederken KCK benimle yapacaksın dememiş. Muhataplarla demiş. Müzakere süreci için ucu açık o kadar çok alan bırakmış ki... Bunları elbette sadece ben söylemiyorum. Bütün bu ileri sürdüklerimi '4 madde'ye bakan her barış ve demokrasi yanlıları da söylüyor. Deklarasyon açıklandığı sırada bu kesimlerin tümü deklarasyonu çok makul buldular. Zaten devletin gelmesi gereken en asgari pozisyonlar bunlar. Dolayısıyla KCK'nin bu yaklaşımını barış ve çözüm aşamasına sunulmuş çok büyük bir katkı olarak düşüyorum.

Buna rağmen hükümet ve medya neden sessiz? Açıklamayı görmezden gelerek bir tür KCK'yi aktör dışı tutmayı düşünüyorlar. Elbette bütün bunları diyaloğa girmemek müzakere sürecinden kaçınmak için yapıyorlar. Diyalog nasıl olursa olsun başladığı andan itibaren örneğin 'operasyonları durdurun' diyecekler, buna karşın hükümet durdurmayacağını söyleyecek. O zaman işin gerçek iç yüzü kamuoyu nezdinde açığa çıkmış olacak. Asıl diyalogtan kaçmalarının sebebi de budur.

Gelelim Demokratik Toplum Kongresi'ne. Üzerine çok konuşuldu ama herkes tuttuğu yerden tarif etti. Nedir DTK? Amacı ne? Bileşimi kimlerden oluşuyor? Sizden dinleyelim...

Şimdi esasında Demokratik Toplum Kongresi bir demokrasi platformudur. Çok açık anlamıyla bir demokrasi platformu. Bölge'de örgütlü olan sivil toplum örgütleri, sosyal örgütlenmeler, ekonomik yapılar neyse, bu tür örgütlerin birleştiği bir platformdur DTK.

Bölge'nin daha demokratikleşmesi. Bölge'nin ortak algısının oluşturulabilmesi için hedefleri var. Aslında buna benzer demokrasi platformları birçok yerde yapıldı. Türkiye'nin batısında da demokrasi platformları var. Fakat her ne hikmetse Bölge'deki demokrasi platformundan bazıları rahatsızlık duyuyor. Yani ben DTK'ye yönelimi demokrasiden korku olarak yorumluyorum.

DTK'yi herkesin farklı yorumlamasını bir açıdan olumlu buluyorum. Çünkü DTK bir platform olarak henüz kendini yapılandırabilmiş, kimliğini genel hatlarıyla ortaya koymuş olsa bile pratikte tümüyle açığa çıkmış bir yapı değil henüz. Oluşum aşamasında bir yapı. Oluşum aşamasındaki bir yapıyı herkes kendince yorumlar. Biz bunları anlayabiliyoruz, herkes belki kendi beklentisine göre bir başkası da kendi korkusuna göre bir anlam yüklüyor. Ama DTK ne kişilerin kendi beklentisine ne başkalarının korkularına göre şekillenmiş bir platform değildir. Bölge'nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümü başta olmak üzere sosyal sorunların ve sosyal barışının ve sosyal rönesansın oluşabilmesi için bir tür platform. Sosyal yanı daha ağır olan bir platformdur. Örneğin bir ekonomi çalıştayı yaptık. Bu çalıştayda şu soruya yanıt aradık. Bir, Bölge'deki kaynaklar en adil nasıl paylaşılır? İki, Kürt halkının ihtiyaçlarına ve istihdamına en uygun en fazla nasıl sunulabilir? Üç, bu biçimde elde edilecek zenginlik Türkiye'yi nasıl etkiler. Bu sorulara yanıt aramaya çalışan bir platform nasıl korkutur? Anayasa çalıştayı yaptık. Anayasa çalıştayı insanların sandığı gibi baştan sona bir anayasa formatı bile çıkarmadı. Anayasa çalıştayında Türkiye toplumunun bütün hassassiyet ve korkularının esas alınarak demokratik bir anayasa nasıl yapılırın cevabını aradı. Böyle bir şey nasıl olur da korkutabilir? Akıl almaz bir şey. Örneğin biz inanç çalıştayı yaptık. Toplumsal barışın ve en önemli dinamiği ve unsurudur inançlar. Türkiye çok inançlı bir memleket ve ülke bunu kabul etmek durumunda. Türkiye'nin çok inançlı olmasının en önemli temsil alanı da Bölge. İnançlar kendi inançlarındaki birleştirici buluşturucu ve ortaklaştırıcı unsurları öne çıkararak toplumsal barışa, Türkiye demokrasisine nasıl katkı sunarızı tartıştı. Bunları yapmış bir DTK hangi korkuya karşılık gelebilir? Sadece demokrasi korkusuna karşılık gelebilir. Türkiye'de DTK'ye dönük önyargıları beslenerek, hatta devletin haksız ithamlarıyla sindirme yaklaşımı, tutuklama yaklaşımı içinde olundu. İşte Eşbaşkanınımız Hatip Bey haksız yere tutuklandı. Bunlar hep esasında demokratikleşme korkusunun dışarıya yansımasıdır. Bu korkulardan dolayı kriminalize etmeye çalışıyorlar DTK'yi?

DTK'nin bileşenleri kimler somut olarak?

DTK'nin bileşenleri az önce de söyledim; henüz kendini tamamlamamış ama kadın örgütleri var, yaklaşık 800 delegasyonu var, farklı inanç düşüncesinde olanlar da var. Sendikalar var. İşverenler var. İslami örgütlenmeden olup da gelenler de var. æzidîlerden de var. Süryani gruplar da var. Aleviler de var. Bölge'nin en büyük bileşkesi durumunda. DTK bütün unsurların, farklı unsurların bir araya gelip herkes eşit herkes farklı anlayışıyla yola çıkarak kuracakları karşılıklı ilişkiler bütünüdür. Türkmenler de var, Alevi Türkmenler de var. Örgütlü yapılardan aydınlardan kurulmuş bir bileşimiz. Bu bileşenlerin toplumun ihtiyaçlarına ulaşabildiği oranda bileşenleri ile var olan bir oluşum bu.

Kendi iç hukukumuzu düzenlemek için bir tüzük tartışması başlattık. Bu tartışmaları 5-6 ay içerisinde tüketip. bileşenlerin de bu anlamda bütün görüşlerini alıp en azından hukuki olarak, yasal olarak bitirmeyi düşünüyoruz.



Evet evet. Bir tür çatı platformu, dediğimiz bileşenlerden oluşuyor.

YÜKSEL GENÇ

90'lı yıllarda İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun olduktan sonra PKK'ye katıldı. 1999 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 'Barış Grupları'nın gelmesi' çağrısı üzerine sırtında silahıyla Türkiye'ye döndü. Ama hemen tutuklandı. 5 yıl hapis yattı. Çıktıktan sonra barış faaliyetlerinin içine girdi. Gündem ve Günlük gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 'Barış Umudu' adında bir kitabı yayınlandı. Şu an tutuklu bulunan eski DEP Milletvekili Hatip Dicle ile birlikte DTK Eşbaşkanlığı'nı yürütüyor.

Hükümeti davet ettik umarız gelirler

Konferansa hükümetten kimseyi çağırdınız mı?

İçişleri Bakanlığı'nı davet ettik. Beşir Atalay'ın gelmesini umuyorduk. İşleri dolayısıyla katılamıyorsa bile kendilerinin belirleyeceği birisinin gelip sunum yapabileceğini bildirdik. Bakanı çağırdığımıza göre hükümeti çağırmış oluyoruz. Bakan bu çağrımıza yoğunluk gerekçesi ile olumlu yanıt vermedi. Katılamayacaklarını bildirdiler. Ancak yerine birini gönderip göndermeyecekleri konusunu yanıtlamadılar. Umarız gelirler. Çünkü biz bu çalışmaya devleti temsilen birilerinin gelmesini isteriz. Gönül isterdi ki Bakan ya da Bakanlık veya hükümet artık bu tip sivil organizasyonların çözüm amaçlı yaklaşımlarına birebir dahil olabilse, dinleyebilse. Yani 'ben düzenlerim onlar katılır' anlayışından koparak bazen de onların, sivil örgütlerin faaliyetlerine katılmaları daha fazla fayda sağlayabilir. O anlamda hükümetimiz bir eşiği geçebilmiş değil. Sivil organizasyonların bu tip çözüm perspektifli yaklaşımlarına dahil olabilmeliler. Anlaşılan o ki bunla ilgili de bir sürece ihtiyaç var.

RAMAZAN PEKGÖZ – gunlukgazetesi

Hiç yorum yok: