7 Mart 2010 Pazar

Bir İktidar Geleneği Olarak Komplo Gerçeği Ve 9 Ekim


Laşer Rodi
İktidar geleneğinin varoluşsal dayanağı olarak komplo(culuk), alçaklığın evrensel tarihi boyunca iktidar sahiplerinin gözde aracı olma konumundan bir şey kaybetmeden, trendi gittikçe yükselen bir siyasal töreye dönüştürüldü. Günümüz insanlığının muhayyilesinde halen diri olan ve esasında toplumsal gözeneklerde kendini var kılmaya devam eden, insansal gerçekleşmenin ilk ve en uzun tarihli toplumsal seçeneği olan doğal yaşam formunun bastırılarak geriye itilmesi ve yerine iktidar geleneğinin geçirilmesi, özü itibarıyla komplo ile gerçekleştirilen bir kölelik makro sürecidir. İnsanı insan yapan temel toplumsal değerlerin ortadan kaldırılması, her zaman için iktidar sahiplerinin başat hedefi olageldi. Uygarlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar, bu hedefe ulaşmak için kullanılan en önemli araç, komplo oldu.
          Doğal toplumun yaratıcı gücü kadının düşürülerek köleleştirilmesi, komploculuk gerçeğiyle yakından bağlantılıdır. Güçlü ve kurnaz erkek, avcılık kültüründen edindiği tecrübelere dayanarak, komplolarla kadının evcil düzenine karşı yeni bir ev düzeni geliştirerek, emeğe ve paylaşıma dayalı yaşam düzeneğini ortadan kaldırarak bir sömürü ‘toplumsallığı’nı geliştirdi. Böylece, toplumsallığın on binlerce yıla dayanan tarihsel akışında sapma olarak değerlendirilecek süreç başlamış oldu. Doğal toplumda başat olan eşitlik, adalet, özgürlük ve paylaşım gibi ahlaki değerler, uzun bir sürece yayılan komplolar dizini ile bastırılarak yerine zor, şiddet, baskı, sömürü ve kölelik gibi uygarlık değerleri yerleştirildi. Böylece insan gerçeğinden kopuş da başlatılmış oldu. Bu durum aynı zamanda doğal topluma dayalı yaşam formunun ortadan kaldırılması ve yerine devletçi-iktidarcı uygarlık sisteminin geçirilmesi süreci oluyor.
Komplo ve komploculuk uygarlık tarihinin başlangıcından günümüzün dehşet uygarlığı olan kapitalizme kadar iktidar erkinin elinde başköşeye oturtulan iktidarı süreklileştirme aracı oldu. Her tanrı kral, kral, hanedan, padişah, imparator, kayser, vezir veya devlet başkanı bunu vazgeçilmez bir tanrı nimeti olarak gördü ve öyle değerlendirdi. Büyük imparatorlukların saraylarında gizli kapıların ardında oynanan tek oyun bu oldu. Ayakta kalmaları, ancak bu oyunla mümkündü. Ve bu komploculuk oyunu binlerce yıldan bu yana değerinden hiçbir şey yitirmeden, hızını ve işlevselliğini arttırarak günümüze kadar geldi. İktidar oyunları, tarihi kan deryasına çevirdi, dünyayı yaşanılmaz hale getirdi ve insanlığın büyük felaketlerin batağında boğulmasına yol açtı.
Komplo ve komploculuk, analitik aklın bir ürünü olarak egemen kesimler tarafından bulundu, kullanıldı ve geliştirildi. Kendilerine ve iktidarlarına karşı çıkan her ses komplolarla kesildi, her soluk boğuldu, her özgürlük arayışı bastırıldı. Devletçi iktidarcı sistemin baskısına, zulmüne, zorbalığına, tahakkümüne, talanına ve sömürüsüne karşı duran, bunun karşısında direnen, mücadele eden ve özgürlükte ısrar eden bütün toplumsal kesimlere karşı her çeşit şiddet, işkence ve zor aracı kullanılarak bunlar ortadan kaldırılmaya ve tarihten silinmeye çalışıldı. Amaç, iktidarı ezel-ebed kılmaktı.
 Bir iktidar geleneği olarak komploculuğun her zaman için iki temel amacı olmuştur. Birincisi, bir tarihsel akış olarak ahlaki ve politik değerleri barındıran toplumu köleleştirerek sömürüye açık hale getirmektir. İkincisi ise birincisinin gerçekleşmemesi durumunda, özgürlük ahlakını temsil eden bu toplumsal gerçekliği imha ederek ortadan kaldırmaktır.
Böylece komplolarla bir yandan ihanet ve işbirlikçilik geliştirilirken diğer yandan katliamlarla fiziki olarak ortadan kaldırma eylemleri gerçekleştiriliyordu. Uygarlık güçleri ahlaki ve politik toplumun çıkış yaptığı bütün önemli tarihsel kesitlerde komploculuğu devreye sokmuşlardır. Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi, Hz. Ali’nin katledilmesi, Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesi, Mani’nin Sasani rahiplerinin yönlendirilmesiyle öldürülmesi, Hallac-ı Mansur’un diri diri yakılması,  Nesimi’nin derisinin yüzülmesi ve Pir Sultan Abdal’ın idam sehpasına götürülüşü, ilk elden insanın aklına gelen en büyük komplo örnekleridir.
Tarihte komplolara en fazla maruz kalan haklardan biri de Kürt halkıdır. Somut örnek anlamında tarihteki en önemli komplolardan biri Kiros’un ihanetçi Harpagos’la Med kralı Astiyag’a karşı gerçekleştirdikleri komplodur. Bu örneklerin hepsi bize gösteriyor ki beş bin yıllık uygarlık tarihini, aynı zamanda komplolar tarihi olarak tanımlamak zor olmayacaktır. Ancak, bu beş bin yıllık süre zarfında yok etmeye dayalı bütün saldırılara rağmen doğal toplumun ahlaki ve politik özellikleri kendilerini dağ başlarında, çöllerin derinliklerinde ve orman kuytuluklarında var kılmayı başardılar. Kürt halkı bu toplumların başında gelmektedir. Neolitik devrimin yaratıcı ve devindirici gücü olan Kürt toplumu uygarlık tarihi boyunca da devletçi-iktidarcı uygarlık sisteminden uzak kalmayı tercih etmiştir. Uzun bir tarihi dönem boyunca iktidara karşı öz savunmaya dayalı olarak kendilerini korumayı başarmışlardır. Kürtlerin uygun coğrafi koşulları, doğal topluma dayalı yerleşik yaşam değerlerini bugüne kadar taşırmalarında belirleyici bir rol oynamıştır. Doğal toplumun ahlaki ve politik değerleri Kürt toplumundaki içselleşmenin derinliğiyle bağlantılı olarak kendini önemli oranda koruyabilmiştir. Kürtler Ortadoğu’da devlet lanetine, en az bulaşmış halkların başında gelmektedir. Dolayısıyla ahlaki ve politik toplumun öz değerlerini en fazla koruyan ve bugüne taşıran halk konumundadırlar. Sümerlerden Asurlulara, Perslerden Osmanlılara kadar devletçi sisteme karşı her zaman bir direniş halinde olmuşlardır.
Tarihsel örneklerinde de görülmüştür ki bütün komplolarda her zaman iki güç rol oynamıştır. Birincisi egemen sistem güçleri, ikincisi ise bunların işbirlikçisi ihanetçi kesimler. Bu durum özellikle de Kürtler açısından daha fazla geçerlidir. Kürt tarihinde baş aşağıya gidiş, daha çok on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren başlayan süreçtir. Bu dönem Kürdistan tarihinde komploların en fazla yoğunlaştığı dönemdir. Aynı zamanda iç ihanetlerin de çok yoğun olarak devreye girdiği bir dönem olmaktadır. Kürdistan üzerinde işgal, istila, komplo, ihanet, işbirlikçilik, baskı, sömürü, zorbalık ve katliamlar en fazla tarihin bu kesitinde yaşandı. Kürt egemen kesimleri halkın iktidara karşı olan tarihsel direnişini isyanlara dönüştürerek kendi iktidarlarını kurmak ve olanı da korumak için kullandılar. İsyanlar bastırılınca da hızla işbirlikçiliğe yöneldiler. İsyanlarda halkın payına düşen istila, talan, şiddet, katliam ve kara terör oldu. İhanetçi ve işbirlikçi Kürt egemen kesimlerinin bizzat komploların içinde yer almaları bu durumu daha da ağırlaştırmıştır. İsyanlar gerçeği ve burada yaşanan ihanet ve işbirlikçilik, Kürt toplumunun baş aşağı  gidişine neden olmuştur.
İngilizlerin başını çektiği emperyalist komploculuk ve işbirlikçilik, isyanlar döneminde uygulanan şiddet ve terörle, Kürt halkını yok olmayla yüz yüze getirdi. Ortadoğu’da oluşturulan bütün ulus-devletleşmelerde Kürt halkı kurban olarak seçildi. Aynı iktidarcı ve devletçi geleneğin farklı yüzleri olan emperyalist sömürgecilik, ulus devlet oluşumları ve Kürt egemen kesimlerinin ilişki, çelişki ve çatışmaları Kürt halkı üzerinde komploculuğa dönüşerek Kürt halkının tarihsel kaybedişine neden olmuştur. Aynı uygarlık sisteminin birer sacayağı olarak bir yandan kendi aralarındaki çelişki ve çatışmalarda geniş toplumsal kesimleri kullanarak bunları kırımdan geçirmişler, diğer yandan biraraya gelerek, ittifaklar kurup komplolarla direniş geleneğini tasfiye etmişlerdir. Böylece kimi dönemler çelişkili ve çatışmalı görünseler de özü itibarıyla birbirlerini besleyerek büyütmüşlerdir.
“Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Kürdistan’ın daha da parçalanması ve şiddet ortamına çekilmesi gelişti. Yeni emperyalist ve sömürgeci güç olarak yükselen İngiltere ve Fransa’nın çizdiği Ortadoğu haritasında Kürdistan üzerinde Türkiye Cumhuriyeti, İran Şahlığı, Irak monarşisi ve Suriye-Fransız yönetiminin egemenliği geçerli kılındı. Daha doğrusu dayatıldı. Yeni rejimler altında çıkarları daha da daraltılan Kürt işbirlikçi üst tabakasının sınırlı ve eski otonom heveslerinden kaynaklanan ve çoğu tahriklere dayanan isyan hareketleri terörün yoğunlaşmasına yol açtı. Ayaklanmalar ulusal ve demokratik talepleri geliştirmiş olmaktan uzaktı. Eski ayrıcalıklı günlerini arayan Kürt işbirlikçi feodalitesinin yeni rejimlerden pay isteme kavgasıydı. Kapitalizme dayalı ve milliyetçi ideolojiden etkilenen yeni rejimlerin tek ulus, tek dil, üniter devlet fanatizminden Kürtlerin payına düşen, eskisinden beter inkâr edilmek, baskı altına alınmak, isyan halinde katliam ve zoraki asimilasyonla ortaçağ karanlığına terk edilmekti. Tam anlamıyla cendereye alınma söz konusuydu. Denebilir ki, dünyada Yahudilerden sonra bölgesel çapta şoven milliyetçiliğin en yoğun terörünü yaşayan halk, etnik ve olgusal varlık olarak Kürtlerdi. Kürtlerin kendi işbirlikçi hainleri tarafından feodal geriliğe terk edilmeleri, çağdaş milli demokratik hareketlere bile anlam verememeleri yüzünden yaşadıkları durum, 20. yüzyılın en çirkin yüzlerinden biridir.”

İsyanlar döneminin sonunda Kürt halkı derin bir sessizliğe gömülmüştür. Bundan sonrası inkar ve imha sisteminin devreye konularak Kürt halkını yok etme politikasının geliştirilmesi olmuştur. İnkar ve imha sistemi bir komplo sistemidir. Kürt halkına karşı geliştirilen komplolar toplamından oluşuyor. İnkar ve imha sistemi reel politika olarak katliam, sürgün, işgal, istila, sömürü, asimilasyon ve bunların toplamı olarak kara terör biçiminde hayat bulmuştur. Bunlar emperyalizm, sömürgeci bölge devletleri ve işbirlikçi Kürt egemen kesimlerinin birleşik egemenlik erki olarak devletçi-iktidarcı uygarlık sisteminin 20. yüzyılda Kürt halkına biçtikleri paye olmuştur.
Ahlaki ve politik geleneği güçlü yaşayan Kürt halkının ortadan kaldırılması, aynı zamanda on binlerce yıla dayanan bu toplumsal geleneğin de ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Uygarlık sisteminin yaklaşımı böyleydi. Uygarlık, Kürt halkı şahsında, temel toplumsal form olan ve bir gelenek olarak toplumsal gözeneklerde varlığını koruyan ahlaki-politik toplumdan adeta intikam alıyordu. Bu yüzden, Kürt halkının imha ve inkâr sistemiyle ortadan kaldırılması onlar için önemliydi. Bunu ebedi zafer olarak görüyorlardı.
Uluslar arası komployu tartışırken ve bilince çıkarmaya çalışırken en çok sorduğumuz sorulardan biri de “neden Önder Apo ve Kürt halkı?” sorusudur. Neden Önderliğe karşı bu kadar öfke ve kin? Neden hiçbir ahlaki ve insani kural tanınmadan böylesi bir komplo gerçekleştirildi? Kuşkusuz bu sorular çoğaltılabilir. Bütün bu soruların cevabı önderlik gerçeğinde ve temsil ettiği değerlerde yatmaktadır. Önderlik bir değerler sistemini temsil ediyordu ve bu değerler ahlaki politik topluma ait değerlerdi. Yani uygarlık sisteminin tümden ortadan kaldırmaya çalıştığı değerler. Önder Apo uygarlık güçleri karşısında durumunu şöyle tanımlıyordu:
“Adım Abdullah, yani Allah’ın Kulu’; ama kul olmayı tam yüreğime oturtmamakla kendime saygılı olmanın, dolayısıyla o tanrısal güçler ne kadar üzerime gelirlerse gelsinler, özgür insanı savunmanın büyük erdem olduğuna kendimi inandırmıştım.”

Her şey bitti denilen yerde tarih bir kez daha gerçek yüzünü göstererek iyilik ile kötülüğün, güzellik ile çirkinliğin, özgürlük ile köleliğin, yaşam ile ölümün, doğruluk ile sahteliğin arasındaki kavgada mücadelenin bitmediğini, halen devam ettiğini ortaya koyacaktı. Ahlaki politik toplum geleneğinin insana ve toplumsal ahlaka dair bütün öz değerleri Önder Apo şahsında yeni doğuşunu gerçekleştirecekti. Bu öylesine bir doğuş olacaktı ki, tarihin saklanmış, bastırılmış ve varlığı inkar edilmiş yüzü, bütün değerleriyle kendini yeniden yaratacaktı. Kaybedilen, kaybedildiği yerde aranacak ve bulunacaktı. Önder Apo, kendi şahsında insanlığa ait değerleri bir bir açığa çıkaracak, bunları örgütleyecek ve gittikçe başta Kürt halkına ve Ortadoğu halklarına sonra da bütün insanlığa mal edecekti. Bu aynı zamanda tarihin gidişatını yeniden rotasına sokmaktı.
Önder Apo, devletçi iktidarcı uygarlık sisteminin, özellikle de kapitalist modernite sürecinde yok etmenin eşiğine getirdiği insanı, toplumu, kadını ve doğayı yeniden öz değerleriyle buluşturacaktı. Kapitalist modernite insan kırım, toplum kırım, kadın kırım, doğa kırım ve en önemlisi de bunların mükemmel ahengini oluşturan ahlak kırım olarak vücut bulmuştu. Bunların mükemmel ahengi ile gerçekleşecek olan, dünyanın yeniden yaşanılır hale gelmesi mücadelesi, Önder Apo şahsında kendini ifadeye kavuşturacaktı. Bu mücadele, Önder Apo şahsında ahlaki-politik toplumun bütün değerleri ile uygarlığın son tanrıları şahsında, sömürü, talan, istila, baskı, gasp, fetih, şiddet, işgal ve kölelik değerleri arasındaki mücadeleydi. Bir anlamda tarihin her iki akışı arasındaki mücadeleydi, hesaplaşmaydı. İnsan ve toplum gerçekliği, Önder Apo şahsında kendi hakikatini yeniden yaratacak ve bu hakikati uygarlık tanrılarına dayatacaktı. Bu anlamda Önder Apo’nun doğuşu ve kendini gerçekleştirmesi, insanın ve toplumun yeni doğuşu ve gerçekleşmesi oluyordu.
 Özellikle, kapitalist modernitenin insanı doğadaki değerinden soyutlayarak hayvanlaşmanın eşiğine getirdiği bilinmektedir. Birey ve bireycilik adı altında toplumdan soyutlanarak yaratılan insan gerçeği bir canavar gibi çevresindeki her şeyi tüketebilecek bir konuma getirilmiştir. Bedeni de dahil, insana ait bütün maddi ve manevi değerler bir sektör haline getirilerek pazarlanmakta ve kapitalist tanrıların hizmetine koşturulmaktadır. Önderlik bu gerçekliği değiştirerek insanı düşünce, emek ve yaratıcılık gerçeğiyle buluşturdu.
Egemen erkek aklının ürünü olan ve kadın köleliği üzerine kurulmuş uygarlık sistemi, kadın köleliğini bütün köleliklerin merkezine yerleştirerek kadını tam bir cendereye aldı. Önderlik şahsında ortaya çıkan bir gerçeklik de kadının tarihi hesaplaşmasıydı.
“Sümerli rahiplerin tanrıça anamı ve aşk kadını İştar’ı tapınağa, oradan kral sarayına, tanrı-kralların yanına götürüşünü, öldüklerinde kendileriyle birlikte canlı canlı mezara konuluşunu iliklerime kadar anlamıştım. Tanrı-krallar bile olsalar, kadını ziyafet sofralarında zevklerinin bir parçası kılmalarını hiç kabullenemedim. Ama tanrıça anamı ve aşk kadınını günümüze kadar dirhem dirhem büyük bir incelikle sömürüp yediklerini, posasını iki-başlı evlilik diye kullarının önüne, erkek kölelerine sus payı olarak bıraktıklarını da anlamıştım. Bu hediyelerini erkek olarak yüreğime kabul ettirmemekle tanrıça anamın ve aşk kadınının iyi bir oğlu olabileceğime inandıkça, daha çok sevinç ve gururla doluyordum. Ana topraklarını böylece ilk defa tarihin derinliklerinde anlamaya başlıyor, binlerce yıllık kördüğümler atılmış çelişkileri çözümlüyor, bu seferki doğuşun anlamlı olduğunu fark ediyordum. Ölümü dayatanlar, tüm 20. yüzyıl, tüm komplocular, kimler olurlarsa olsunlar hepsine dayanabileceğimi, bunu halen bana inanan bazı dostlara mesaj olarak sunmamın değerli olduğunu, onların da bunu hak ettiklerini kabul etmiştim. Dayattıkları Hiroşima’lardan bile tehlikeli paket bomba kılınmamın ve halklarımızın üzerine böyle atılmamın tüm inceliklerini çözebiliyor; pimlerini söküp tüm malzemeyi bombacıların suratına fırlatıp rahatlıyordum. İnsandan yanaydım, zorba tanrılar bir kez daha yenilmişlerdi.”

Bütün toplumsal değerlerin yaratıcısı olan kadının köleleştirilmesi üzerine kurulmuş bir sistemin toplumsal doğayı felaketlere götüreceği kuşku götürmez. Özellikle kapitalist çağ uygarlığı toplumu tam bir kırımdan geçirmiştir. Bütün toplumsal gözeneklere sızarak özgürlük bilinci olan ahlakı ortadan kaldırmış ve toplumsal dokuyu dumura uğratmıştır. Önderlik, ahlakı “toplumu bir arada tutan harç” olarak tanımladı. Kapitalizm toplumsuz bir sistemdir, dolayısıyla ahlaksız bir sistemdir. Bu, bireyciliğin geliştirilmesiyle gerçekleştirilen bir durumdur. Bütün bunlar karşısında Önder Apo’da gerçekleşen ise, özgürlüğe, eşitliğe, adalete ve paylaşıma dayalı yeni toplumsal ahlak kimliğidir. Özgürlük bilincini yitirmiş toplumların her çeşit ahlaksızlık içerisinde debelenmekten ve sömürüye maruz kalmaktan kurtulamayacakları aşikârdır. Önderlik Kürt halkına yeni bir özgürlük bilinci kazandırdı.
Önder Apo bütün bunlarla birlikte yeni bir doğa felsefesi geliştirerek doğayı yaşanılır kılmanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur. İnsan-doğa ve toplum-doğa ilişkilerini yeniden düzenleyecek bir felsefik anlayış ortaya koymuştur.
Sistem güçlerini uluslar arası komploya götüren temel neden Önderlik gerçeğinde ifadesini bulan bu ideolojik ve felsefi formasyondur. Önder Apo aynı zamanda hakikat arayışçısı bütün tarihsel kişiliklerin bir bileşkesi olma misyonunu da kendinde açığa çıkartmıştı. Bu da bir kişide kendini ifadeye kavuşturan tarihin yeniden canlanışı, ayağa kalkışı ve uygarlık tanrılarından hesap soruşuydu.
“…Komplocu Zeus’un Promete’ye ve Hektor’a yaptıklarıyla onun günümüzdeki Atinalı çocuklarının yaptıklarının aynı olduğunu gördükçe, arkadaşlarımı daha iyi tanıyordum. Promete ve Hektor’la arkadaşlık çok onurlu oluyordu. Bunu hak etmiş olmam bana gurur veriyordu.

…Başka kimseleri olmadığı için, İsa tavrının daha zor olanını 2000 yıl sonra üstlenmek durumunda kaldım. Demirci Kawa rolünü de üstlendim. Hz. İbrahim’in kutsallığını da çağdaşlaştırdım. Bütün Zin’ler ve Adule’lerin, Mem’i ve Dervişe Avdê’si de oldum. Mani’lerin, Mazdek’lerin, Babek’lerin son ahından tutalım, Hüseyin’in Kerbela yalnızlığını, Hallacı Mansur’un hakikat aşkını, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin arkadaşıydım. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat’ların intikam savaşçısıydım. Böylesi her çağdan, her milletten binlercesinin birleşen ve bilince kavuşan son örnekleriydim. Bu insanlık abidelerinin sadece direniş ve savaşları değil, bir de fırsat bulamadıkları barış davaları vardı.”        

Önderlik gerçeği böylesi tarihsel, felsefi ve ideolojik yanları olan bir gerçekliktir. Hele bu önderlik Kürdistan koşullarında ortaya çıkıyor ve Kürt halkının makûs talihini değiştirecek gelişmeler açığa çıkartıyorsa, daha fazla önem arz etmektedir. Böylece uygarlık tanrılarının öfkeleri de anlam kazanmaktadır. Kürt halkının ortadan kaldırılması üzerine kurgulanmış 20. yüzyıl Ortadoğu politikası, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte bir hezimet durumunu yaşadı. Başkan APO önderliğinde Özgürlük Hareketi, Kürt halkının yok oluşa doğru gerçekleşen gidişatını durdurmuş, Kürt halkının Ortadoğu’da temel bir özne haline gelmesini sağlamıştır. Özgürlük Hareketi’nin, ortaya çıkışıyla vaat ettiği özgürlük umutlarını erkenden fark eden güçlerin başında ABD gelmektedir. ABD onayıyla gerçekleştirilen 12 Eylül Darbesi’ni, Özgürlük Hareketi’nin önünün alınması için yapılan bir darbe olarak görmek gerekir.  Başka faktörler olsa da belirleyici olan bu durumdur. Büyük zindan direnişi ve ardından gelen 15 Ağustos Atılımı Özgürlük Hareketi’nin önünün alınamayacağının ispatı oldular. 1985’e gelindiğinde Almanya’nın öncülüğünde ‘’yargısız infaz konsepti’’ devreye konularak imha ve tasfiye planları en üst boyuta tırmandırıldı. ’90’lı yıllarla birlikte yurtsever halkımıza karşı gerçekleştirilen katliamlarla bu konsept zirveleştirildi. 85’ten sonra başlayan süreç, NATO’nun Türkiye örgütü olarak ERGENEKON’un aktifleştirilerek devreye sokulduğu süreç oldu. Önder Apo bu süreci ‘NATO ile doğrudan savaştığımız yıllar’ olarak tanımladı. Özgürlük Hareketi, geliştiği ilk andan şimdiye kadar sürekli komplolara maruz kaldı. Kaldı ki, yirminci yüzyıl boyunca geliştirilen inkar ve imha sistemi özünde bir komplo sistemiydi. Uluslar arası komplo ise, bu sistemin en yoğunlaştırılmış ve zirveleştirilmiş durumunu ifade ediyordu.
17 Eylül 1998’de imzalanan Ankara-Washington Antlaşması’yla uluslar arası komplonun startı verildi. Bu antlaşma ABD, Türkiye, KDP ve YNK arasında yapıldı. Çok değişik güçler değişik amaçlarla komplo içerisinde yer aldı. ABD, İngiltere ve İsrail, Önderliği ve Özgürlük Hareketi’ni, geliştirmek istedikleri Büyük Ortadoğu Projesi önünde engel olmaktan çıkarmak istiyorlardı. KDP ve YNK bu proje çerçevesinde kurmak istedikleri küçük devletçikleri için Kürt halkını ve Kürdistan’ı pazarlamaya çıkmışlardı. Yunanistan alçakça ihanetinin karşılığında Ege ve Kıbrıs sorunlarında taviz koparmak istiyordu. Rusya çoktandır, enerji anlaşmaları ve sekiz milyon dolar karşılığında sosyalizmin bütün değerlerini satabilecek kadar onursuzlaşmıştı. Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın geri kalan devletleri ile İran ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’nun geri kalan devletlerinin her biri değişik çıkarlar karşılığında bu komplonun içinde yer aldılar. Yine ilkel milliyetçi reformist Kürt grupçukları, dağılmasını bekledikleri PKK’den arta kalan mirasın derdine düşmüşlerdi.
Komplonun en önemli boyutlarından biri bölgesel bir savaşın göze alınmış olmasıydı. Önderlik, Suriye’den çıkışı sağlanarak imha sürecine alınmak istendi. Yapılan planlama gereğince Avrupa’nın bütün kapıları kapatılacak, böylece denetime girdikten sonra geri dönüşü sağlanacak ve havadayken içinde bulunduğu uçak, Akdeniz’de bulunan NATO’ya bağlı savaş gemilerinden fırlatılacak bir füzeyle imha edilecek ve kim vurduya gidecekti. Önderlik, Suriye’ye geri dönmeyerek bu planlamayı boşa çıkardı.
9 Ekim 1998’de Atina Havaalanı’nda başlayan ve 15 Şubat 1999’da Önderliğimizin Türkiye’ye teslim edilmesiyle tamamlanan süreç, her gününe, her saatine, her dakikasına ve her saniyesine büyük bir mücadelenin sığdırıldığı bir süreç oldu. Atina, Moskova, Roma, Moskova, Atina ve en son Nairobi; bütün bu mekanların her biri, insanlık değerlerinin, alçaklığın evrensel tarihine karşı bütün dünyanın gözleri önünde verdiği direniş mücadelesine sahne oldu. Yücelik ile alçaklığın, onur ile onursuzluğun, güzellik ile çirkinliğin, sevgi ile nefretin, iyilik ile kötülüğün, özgürlük ile köleliğin, doğru ile yalanın ve hakikat ile sahteliğin arasında akıllara durgunluk veren bir savaştı yaşanan. İnsanım diyen hiçbir yüreğin duyarsız kalamayacağı bir savaş. Tarihin hiçbir döneminde rastlanmayan bir güç dengesizliğiyle yürütülen bir savaş. Bir tarafta insanlığın bütün değerlerinin bileşkesi bir yürek vardı. Diğer tarafta ise teknolojisi, bilimi, son model silahları, tam donanımlı ordu güçleri, istihbarat ve emniyet teşkilatları, kullanabilecekleri bolca ihanetçileri ve dünyanın bütün ekonomisini elinde bulunduran mali kurumları olan, insanlığın hiçbir değerini tanımayan ve kar hesaplarından başka hiçbir şey düşünemeyen analitik beyinlere sahip uygarlık tanrıları. Sonuç, tarihte eşi benzeri bulunmayan alçakça bir komplo.
Komplo, bir taraftan Önderliğe karşı geliştirilirken, diğer taraftan halka karşı gerçekleştirilecek katliamlar da pratik planlamaya kavuşturulmuştu. Aslında 1998’in başından itibaren bunun hazırlıkları yapılmaktaydı. Cumhuriyetin 75. kuruluş yıldönümü bahane edilerek bir sene boyunca bunun hazırlıkları yapıldı. Bir yıl boyunca, toplumun günlük yaşamının her saniyesini işgal eden ırkçı propagandalar, insanların damarlarına enjekte edildi. Siyasetten ekonomiye, sanattan spora ve medyaya kadar yaşamın bütün alanlarında milliyetçi şovenist bir dalga yaratılarak, toplum, planlanan katliam için hazırlandı. Hedefte Kürt halkı vardı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 9 Ekim’den birkaç gün öncesine denk gelen Bulgaristan ziyareti sırasında sarf ettiği “Bir devlet çok zorlandığında, gerekirse soykırıma da gider” sözleri, katliam planlamasının açık kanıtıydı.
Peki, bu planlama uygulamaya nasıl konulacaktı? Önderliğin imha edilmesiyle nasıl bir bağı vardı? Açık ki, 9 Ekim öncesinde kimi provaları yapılmış olsa da (genel merkez yöneticileri de dahil HADEP’li yöneticilere dönük yoğun tutuklamalar, dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal’a karşı gerçekleştirilen suikast girişimi, metropollerde HADEP il ve ilçe örgütlerine yönelik hem bombalı hem de kitlesel saldırılar) katliam, 9 Ekim’de Önderliğin imha edilmesi üzerine kurgulanmıştı. Buna göre; Önderliğin imha edilmesine karşı Kürt halkının göstereceği refleks bir yandan şiddet ve terörle bastırılacak, diğer yandan bu refleks bahane edilerek Türk toplumundaki şovenist dalgalanma zirveleştirilecekti. 20 günlük iç çatışma ortamından sonra 29 Ekim cumhuriyet bayramı yüz binlerce kişilik kitlelerle kutlanacak ve bu kitleler -özellikle metropollerde- yönlendirilerek Kürt halkının yaşadığı mahallelere saldırılacaktı. Böylece Kürt halkı tam bir toplu katliamdan geçirilecekti. Bunun sonucunda özgürlük arayışları yeniden derin bir sessizliğe gömülecekti. Türkiye’nin soykırım ve katliamlar konusundaki tecrübeleri hayli çoktu. Bu konudaki sabıka kaydı hayli kabarıktı. Ermeni katliamı, Kürt isyanları, 6-7 Eylül olayları, Çorum, Maraş, Sivas katliamları bunlardan sadece birkaç tanesidir.  Önder Apo, büyük bir soğukkanlılıkla yürüttüğü mücadele sonucunda, aynı zamanda bu katliamın da önüne geçebildi.             
Önder Apo, hem Avrupa’da bulunduğu süreç içerisinde hem de İmralı’da tek kişilik hücre koşullarında yürüttüğü insanüstü bir mücadele ile uluslar arası komplonun yaratmak istediği sonuçları boşa çıkarabildi. Ancak uluslar arası komplo değişik boyutlarda ve farklı yöntemlerle son on bir yıllık süreç içerisinde de devam ettirildi. Önce 2000 yılının sonbaharında başlayan YNK ve İran’ın ortak askeri saldırısı gerçekleşti. Bu saldırı gerilla güçlerimizin direnişiyle boşa çıkarıldı. Sonra tasfiyeci provakatif kesimlerin eliyle Önderliğimiz devre dışı bırakılarak değişim adı altında Özgürlük Hareketi tasfiye edilmek istendi. Bu tasfiyecilik saldırısı da, Önderliğimizin ve hareketimizin yürüttüğü yoğun bir mücadele ile tasfiye edilebildi. Daha sonra Önderliğimizin zehirlenmesi ve fiziki işkenceye tabi tutulması, yine G. Kürdistan’a yönelik yapılan askeri operasyon, bunların hepsi uluslar arası komplonun bir devamı olarak devreye konuldu. Komplonun devamı olan bütün bu girişimler Önderliğimizin, halkımızın ve hareketimizin yürütmüş olduğu yoğun mücadelelerle boşa çıkarıldı.
 Uluslar arası komplo şimdiye kadar boşa çıkarılabilmişse de henüz bütünüyle yenilgiye uğratılamamış ve zemini kurutulamamıştır. Bugün ‘Kürt açılımı’ adı altında yapılan tartışmaları, uluslar arası komplonun devamı olan politikalardan bağımsız olarak ele almamak gerekiyor.   
Yukarıda uluslar arası komplonun tarihsel, felsefi, ideolojik ve politik nedenlerini Önderlik gerçeğiyle bağlantılı olarak izah etmeye çalıştık. Önder Apo, komplonun engellenememesini iki temel nedene bağladı. Bunlardan birincisi sahte dostluk, ikincisi ise yetersiz yoldaşlıktır. Başta Yunanlılar olmak üzere, dost olarak geçinenlerin komploda oynadıkları rol bilinmektedir. Ancak burada sorgulanmasının derinleştirilmesi gereken husus, bizim yaşadığımız yetersiz yoldaşlık gerçeğidir. Her gün komplo bilinciyle yaşayarak ve ona karşı mücadele ederek tarihsel günahımızın vebalinden kurtulabiliriz. Halkımızın her gün katliam tehdidi altında yaşadığını unutmadan, yüksek bir duyarlılık ve bilinç düzeyiyle mücadeleye yüklenmek ve pratikleşmek en başta gelen sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluk bilinciyle yaklaşmak, ancak günahlı geçmişimizi affettirebilir. Böyle yaklaşarak komplo gerçeğini ortadan kaldırabilir, Önderliğimizi ve halkımızı özgürleştirebiliriz. Önder Apo; “ülkemiz halen askeri işgal, siyasi ve ekonomik sömürü ve kültürel soykırım altındadır” hatırlatmasında bulunarak hepimizi bunun bilincini taşımaya davet etti. Bu bilinci taşımak komployu unutmamak ve o bilinçle yaşamaktır. Bu bilinç halkımızı, Ortadoğu halklarını ve giderek tüm insanlığı özgür yarınlara taşıracaktır.   
         

Hiç yorum yok: