22 Şubat 2010 Pazartesi

Sömürgeci Molalar Rejimi; İran -7-

Yada beklenen bir Mesih gibi kahramanının ortaya çıkıp kötü adamları, kötü sistemi tüm kötülükleri ile birlikte yerle bir ederek kurtuluşunu sağlamasını hayal eder. Bazen de kendisi kendi hayalindeki o efsane kahramanı olur. Bu kişilik analiz ve sentez yapamaz. Hep hayal aleminde dolaşır. Toplumsal konularda cahil, siyaset biliminden uzaktır. Bu tür sorunların ağır düşünsel ve pratik çözümleri ona göre değildir. Cehaleti öyle bir düzeydedir ki siyasetle, toplumsal sorunlarla uğraşmadan rahat edeceğini sanır. Siyasetin ve ağır toplumsal sorunların kendisini bir pres gibi sıktığının, aldığı nefese kadar bütün yaşamını etkilediğinin farkında bile olmadan “yaşadığını sanır”.
Bireyimiz diğer önemli bir sorunu da yetiştiği toplum, yaşadığı ülke ile kapitalizmin modernite anlayışı arasında yaşar. Dış dünyadan bazı olumlulukları alıp kendi toplumsal-kültürel özgünlükleri ile yeni bir sentez oluşturma gücü gösteremeyen bireyimiz kendisinin olmayan bu kültürü olduğu gibi kopyalamaktadır. Birey çok farkında olmazsa da ortaya çıkan tip tam bir hilkat garibesidir. O, ne kendisidir nede ötekisi olabiliyor. Egemen rejim bir yere kadar buna müsamaha göstererek kendi kişiliğini yeni bir sentezle oluşturmuş bireylerin gelişme yolunu kapatmak istemektedir. Çünkü molla rejimi de başkasının kötü bir kopyası olan, kendi toplumundan ilham almayan ve ondan beslenmeyen bir kişiliğin topluma öncülük yapamayacağını ve dolayısı ile kendi sistemi için risk oluşturamayacağını iyi biliyor. Bu nedenle özentili, yapay, kendi köklerinden kopuk kişiliğin önünü rejimin kendisi de açmaktadır. Bu yolla hem yeni arayışları engellemekte hem de “bakın çağdaş yaşam tarzı ve kişiliği dedikleri bu ucubeliktir” diye toplumu kendi uygulamalarının en doğrusu olduğuna ikna etmeye çalışarak bir taşla iki kuş vurmak istiyor.
Molla rejiminin ekonomik olarak toplumumuzu açlığa mahkûm etme ve açlıkla terbiye siyaseti sonucu gelişen kaçakçılık ve gelecek umutlarının kırılması sonucu özel bir siyaset olarak geliştirdiği uyuşturucu kullanımı hem toplumsal ölçekte ciddi bir sorun oluşturmakta hem de bireyler bazında ciddi kışlık zaafları ortaya çıkartmaktadır.
Kaçakçılıkta aşırı maddiyatçı, kendi bireysel veya dar aile çıkarları için her şeyi yapabilen, güven vermeyen, kaypak ve emeksiz kazanç sağlamanın peşinde koşan bir kişilik oluşur. Üretime dayalı olmadığı gibi resmi de olmayan kaçakçılık, kurnaz ve işbirlikçi bir kişilik karakterini yaratma potansiyeline sahiptir. Onun için yükünü sınırın diğer tarafına aktarması en büyük başarıdır. Yaşamı Sünni sınır çizgisinin ülkemizi ayırması gibi parçalanmış durumdadır.
Uyuşturucuya bağımlı kişiliğin yaratılması, İran rejiminin son yıllarda en çok üzerinde durduğu husus olmakta ve birçok Kürt genci sadece uyuşturucuya alıştırılmak amacıyla sıradan gerekçelerle zindanlara kapatılmaktadır. Molla rejimi ömrünü uzatmak için doğru düşünemez, doğru karar veremez ve doğru iş yapamaz bağımlı-hasta bireyler yaratmayı uyuşturucu ile sağalamaya çalışmaktadır. Birçoğu rejim ile doğrudan bağlantılı uyuşturucu şebekeleri yolu ile halkımıza uyuşturucu dağıtarak hem elindeki üç-beş kuruş sermayesini almakta, onu aile fertleri ile birlikte açlığa ve sefalete sürüklemekte hem de hasta kişilikler yaratmaktadır. Gelişmiş toplumlar uyuşturucu kullanımını kendi toplumları içerisinde önlemek veya sınırlamak için özel fonlar ve örgütlenmeler geliştirirken, sigara gibi bağımlılık yapan maddeleri bile kapalı çalışma ve aile ortamlarında yasaklamaktadır. İran rejiminin ise uyuşturucuyu halkımıza peşkeş çekmesi, Kürt bireyinin de bir nimetmiş gibi buna sarılarak kendisi ile birlikte gelecek nesillerimizi tehdit etmesi kadar çirkin ve tehlikeli bir durum olamaz. Uyuşturucunun pençesine düşen bir bağımlı ailesinin günlük zorunlu ihtiyaçlarından halkının kutsal ulusal değerlerine kadar her şeyi satacak düzeyde bir kişiliksizliği yaşamaktadır. Bazı yörelerimizde misafire bile ikram edilen bir ihtiyaç gibi yaygınca kullanılan bu zehir daha önce değindiğimiz gibi kişiyi gerçeklerden kopararak hayallerin alemine götürmektedir. Uyuşturucu bağımlısı birey için hiç bir değer kendi hayal alemi kadar önemli değildir. Para bulamadı mı çokça üzerinde hak iddia ederek namusum-mahremim dediği ve parayla satın alarak dört duvar arasına kapattığı eşini bile satabilecek kadar bir düşürülmüşlüğü yaşayabilmektedir. Dünyanın hiç bir yerinde kendilerine güvenilmeyen uyuşturucu bağımlıları normal kişilik sorunlarından farklı, hastalıklı bir kategorik gurup oluştururlar. Özel tedavi ve müdahalelerle rehabilitasyona tabi tutularak iyileşebilen bu hastalık asıl etkisini zihinsel düzeyde gösterdiği için kişilik değerlendirmelerinin içinde yer almaktadır. Bu tür bağımlı kişiliklerin araç kullanımından çocuk bakımına kadar birçok hassas işi yapmalarına izin verilmemektedir. Uyuşturucu bağımlıları bazen merak ve özenti olarak bu işe başlasalar da asıl bağımlılaşma nedenleri rejimin özel uygulamaları ve yaşamdaki sorunlara çözüm bulamayan zayıf, yetersiz kişiliğin uyuşturucuya sığınarak hayal alemine geçmesi ve geçici bir süre için de olsa gerçeklerden kurtulma, uzaklaşma psikolojisidir. Kişilikte ki eski sorunlara ek yeni sorunlar yükleyen ve bireyde tam bir ruhsal-fiziksel çöküş yaratan uyuşturucu kullanımı ile mücadelenin en etkili yolu bağımlının içerisinde yer aldığı aile ve sosyal çevrenin ortak mücadele stratejileri geliştirmeleridir. Hem bağımlı kişi hem de çevresi ortak bir çaba ile bu hastalıkla mücadeleyi başarabilirler.
Molla rejimi eğitim kurumlarında da Kürt bireyinden ideolojisiz, günü birlik yaşayan bir tip yaratmaktadır. Bu tip şekilsiz, ölçüsüz ve kaypaktır. Rejim Fars tarihi ve Fars kültürünü yücelterek bizim tarihimizi karanlıkta tutmak koşuluyla insanımızdan kendi geçmişinden kopuk, kendi tarihsel-toplumsal geçmişine yabancı ve öz güvenden yoksun bir kişilik yaratmaktadır. Bu birey hem kendisine hem de kendi halkından olanlara karşı güvensizdir. Toplumunu geri görür, egemen toplumdan bireylere tapar. Bu nedenle bu kişilik örgüte, örgütlenmeye gelmez. Egemenlerin yanında el-pençe duran bu kişilik demokratik ortamlarda sorumsuzlaşır, kimseyi dinlemez.
Buraya kadar bazı başlıklar halinde toplumumuzdaki kişiliğin şekillenmesi üzerinde etkili olan ve bazıları yaşanılan sorunlardan kaynaklı, bazıları da egemen rejimin özel politikaları ile planlı bir şekilde gerçekleşen hususlara değinmeye çalıştık. Birer Kürt bireyi olarak her birimiz farklı dozajlarda bu politikalara maruz kalarak yaşamımızın farklı dönemlerinde kişiliğimizde farklı çelişkiler ve çatışmalar yaşamışız, yaşıyoruzdur. Asıl mesele bize hazır olarak sunulan bu dayatma rol ve görevleri kabul edip etmeyeceğimizdir. En nihayetinde fabrikadan çıkan bir araç değil de her birimiz adeta farklı bir fabrika gibi yeni ürünler verecek nitelikte birer beyin ve kişilik sahibi isek hiç bir şey kader ve zorunluluk değildir. Demek ki burada farklı iki gücün çatışması söz konusu olacak. Bu çatışma çok eşitsiz koşullarda ve eşitsiz güç dengelerine dayanmaktadır. Bir tarafta yukarıda belirtiğimiz ve bir birinden çok farklı olsalar da aslında hastalıklı olmaları nedeniyle benzerlik arzeden geçmiş geleneklere, egemen rejimlerin siyasetlerine veya dünyadaki egemen emperyalist güçlerin kültür emperyalizmine endeksli kişilikler, diğer tarafta özgürlükçü-ilerici devrimci kişiliktir. Başkan APO bu konuda PKK yi ve devrimci militanını Doğu-Batı sentezi olarak belirtir ve şöyle devam eder “PKK nin Doğu-Batı sentezinde en ciddi yönü, özgünlüğü ve inançlı yaklaşımıdır. Herhangi dogmatik bir merkeze bağlılığı yoktur. Ucuz hayaller beslememektedir. Dürüst ve cesur insanları esas almaktadır. Hiçbir mensubuna kişisel çıkar, prestij vaat etmemektedir. Doğruya adalete, güzelliğe kapıları açık ve özgür bırakan bir tutum içindedir. Yaşamda eşitliği ve emeğe saygıyı esas almaktadır. İlerledikçe, toplum asıl bu özelikleri gözleriyle gördükten sonra, örgütlenmeyi sahiplenecektir. Ne dediklerinden çok, nasıl yaşadıkları çok çekici bulunacaktır. İlk gelişme hızını veren bu özeliklerdir.” Yani devrimci kişilik halkımızın kutsal manevi değerlerini ve kültürel zenginliğini sahiplenirken toplumumuzu gerileten, parçalayan ve kadını köle, çocukları mal gibi gören geri özeliklerine karşı savaşarak halkımızı özgürleştirmeyi hedefler. Ne geçmişe körü körüne bağlı kalarak nede tümden red etmeden zenginliklerimizi, erdemlerimizi çağdaş düşünce, bilim ve teknoloji ile buluşturmayı hedef edinir. Başta kendisinden başlamak üzere iradesini geri ve köleleştirici etkilerden arındırarak özgürlükçü, eşitlikçi ve bağımsızlıkçı bir felsefeyi benimser. Bilimsel bir bakış açısı ve yorumlama gücü ile yaşanılan geçmişimiz ile moderniteyi toplumsal özgünlüklerimizi ve zenginliklerimizi red etmeden, kopyacılığa kaçmadan bir senteze tabi tutarak yeni ve bize ait olan özgünlükler yaratmayı hedefler. Devrimci, arayış içerisinde olan, hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyen, sorgulayan, bilimsel mantık çerçevesinde dönüştürüp geliştirendir. Büyük hayalleri olmasına rağmen o gerçekçidir. Toplumun bireyde tecelli ettiğinin bilincindedir. Bu nedenle bireyin yetişmesine, doğru kişilik ve sağlam karakter kazanmasına büyük önem verir. O, Başkan APO’nun dediği gibi “bireyin şahsında toplumu, yaşanılan günümüzün sorunlarından tarihi çözümlemeye” çalışır. Hiçbir zaman “dolap beygiri” gibi önüne çizilen yolla sınırlı kalmaz, kendi yolunu kendisi çizer. Onun için tarih, “zorunlulukların yaşanılması değil yaşayanların yaratımıdır.” Devrimci, iyi gören, iyi düşünen, doğru çözümleyen ve kendisinden başlayarak uygulayandır. O zorluklarla savaşan, bu gününün tümünü yada önemli bir bölümünü yarınki nesillere adama özverisinde bulunacak kadar erdemli ve sorumluluk sahibidir. O, toplumlar üzerinde karanlıkların çökertildiği ve tüm aydınlık umutlarının kırıldığı koşullarda karanlık artıkça daha çok parlayan bir yıldız gibidir. O, düşüncelerini, kazanımlarını içinde yaşadığı toplumla paylaşandır. Hiç kimseden beklemeden bildiği kadar yapan, kendisini abartma gereği duymadan yaptığı kadar da konuşandır. Kısacası o ucuz hayallerin büyük kahramanı olmak yerine zorlu yaşam gerçeklerinin fedakâr dönüştürücüsü bir militandır.
Hali hazırda toplumumuza gelenekler ve egemen devler sistemi tarafından empoze edilen kişiliğe alternatif olarak bugün halkımızın özgürlüğü için mücadele eden devrimcilerin bir kaç özeliğini bazı başlıklar halinde vermeye çalıştık. Dikkat edilirse bu iki kategori bir birine tam zıt özelikler taşımaktadır. Kürdistan halkının özgürlüğü için bireysel yaşamının rahatlıklarını terk ederek bütün enerjisini ve yaşamını kurtuluş çalışmalarına adayan insanlarımız ebetteki yeni yaşamı yakalamaya en yatkın ve en yakın kesimi oluşturmaktadır. Kendi evinde yaşayan halkımız içerisinde de birçok kişi kendisine reva görülen ve rejimin teşvik ettiği yaşama karşı savaşım vermektedir. Her Kürdistanlı klişeleşmiş toplumsal kalıplar ve Mollaların reva gördüğü kişilik özeliklerini aştıkça devrimci nitelikleri kendi kişiliği ile buluşturdukça hem kendisinin hem de toplumumuzun özgürleşmesine hizmet etmiş olacaktır. Demek ki egem sistemin bizde yaratmak istediği kişiliği red etmek ve kendi kişiliğimizi yaratmak bizim elimizdedir. Düşürülmüş küçük kişilik bir kader değil egemen sistem tarafından bize empoze edilen esaretimizin kölelik zincirleridir. Bu zincirleri bileğimize takmak yada çıkarıp rejimin suratına fırlatmak bizim elimizdedir. Çok zor da olsa insanın kendi iradesine dayanarak kendi kişiliğine hükmetmesi kendi elindedir. Belki kişinin başka insanları yönlendirmesi, toplumu yönlendirmesi yada bazı şeylere ikna etmesi hem büyük yetenek hem de karşısındakinin yaşadığı duruma bağlıdır ama kendisini ikna edip harekete geçirmek ağırlıkla kendisine bağlıdır. Yani bir insanın eline kelepçelerde vurulsa, zindanlara da koyulsa, aç-susuz da bırakılsa, insani bütün ihtiyaçları da sınırlandırılsa hiç bir güç onun düşüncesini sınırlandırma, iradesini kırma kudretinde olamaz. Bu nedenle önce hiç kimsenin bizden alma, onu esaret altına alma gücünün yetmeyeceği düşüncemizi özgür kılarak bağımsız, mücadeleci bir kişilik kazanmanın ilk ve en önemli adımlarını atabiliriz. Hedefe ulaşmak için bu ilk adım hem çok anlamlı hem de zorunludur.
Toplumumuz içinde biraz okul okumuş, bir miktar ansiklopedik bilgiye sahip ve ağzı birazda laf yapabilen kişilere genelde aydın deniyor. Ebetteki bu hususların hepsi aydın bir insanda bulunabilirler fakat bir başına bu özellikler çok yetersiz oldukları gibi aydın olmak için belirleyici olan özellikler de değildir. Öncelikle aydın bir insan düşünce ve analiz gücü ile yaşanmış geçmiş ve yaşanan günümüzden hareketle normal bir insanın göremeyeceği uzaklıkları görür, bunları yeni perspektiflere dönüştürerek toplumuna sunar. O, toplumunun yaşadığı sorunları farklı bakışlarla inceleyerek çıkmazların aşılmasında, karanlıkların aydınlatılmasında öncülük eden güçlü entelektüel birikime sahip liderdir. O, ilkeli, bilgili, erdemli ve diğer kişilik özelikleri ile topluma örnek olan, öncülük eden, toplumla bütünleşen ve geleceğin insan tipini kendisinde yaratan, yaşayandır. Çalıştığı alanlara göre daha farklı özelliklere sahip olabilen aydın insanlar eğer bir toplumda yetişmiyorsa o toplumun geleceği oldukça karanlıktır. Böyle bir toplum hatalara düşmeden, önceden yapılacak doğru analiz ve çözümlemelerden hareketle geleceğini planlayamayacağından her seferinde yanlışlara girdikten sonra bir çıkış bulmaya çalışacaktır. Bu da o toplumun hem çok değerli olan zamanının kaybı olacak hem de hatalardan sonra oluşan tahribatlardan dolayı topluma farklı birçok maliyet ödetecektir. Bu haliyle yaşayan bir toplum, adeta sağır, dilsiz ve zifiri karanlıkta el yordamı ile yönünü tespit etmeye çalışan bir halde her an büyük hatalara düşme potansiyeli taşıyan bir yapı oluşturacaktır.
Genelde İran özelde de Doğu Kürdistan’a baktığımızda hem aydın olarak isimlendirmede yanlış ve yetersiz özelikler esas alınmaktadır, hem de aydın olarak kendisini görenler çok yanlış ve yetersiz tutum sahibidirler. Genelde üniversiteye giden ve daha fazla eğitim görenler bizim toplumumuzda aydın kabul edilirler. Bu çok hatalı bir durumdur. Aydın ve okumuşlar farklı iki kategoridir. Sadece okumuş insanların aydın kabul edilmesi aydınlık açısından kabul edilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Okumuş kesim devlet kapısında iş arayıp devletle bütünleşmeye çalışırken aydın insan devleti sorgular ve uygulanmakta olan ile kendi arasına mesafe koyar. Okumuş kesim kendisini halka tanıtıp kabul ettirmede, halkla bütünleşmede, yaşanan sorunların aşılmasında halkı bilgilendirip ikna etmede tümü ile bir yetersizlik içerisindedir. Nasıl ki girilen yanlış bir yol kişiyi doğru adrese götüremiyorsa, bizim aydınımızın güçsüzlüğü de aydınlığa girişindeki yanlıştan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle aydınlarımız toplumsal-siyasal etkinliklerde öncülük görevlerini yerine getirmedikleri gibi kendilerinin istedikleri etkinliklere de toplumdan destek alamamaktadır. Hem okumuş insanlarımızın hem aydınlarımızın hem de halkımızın aydın ile okumuş kişi arasındaki ayrımı doğru yapması ve her kişiyi kendi bulunduğu kategori içerisine yerleştirmesi önemlidir. Bu gerçekleşmediği için okumuşluk ile aydınlık bir birine karışmakta ve toplumumuzda aydınlara karşı güvensizlik gelişmekte, aydınlar devletin bir memuru ve işbirlikçisi gibi algılanmaktadır.
Bizim toplumumuzda hali hazırdaki aydın; toplum ve toplumsal gerçeklikler ile aydınlığın temel kıstaslarından kopuk olduğu için hayalcidir. O, bir kaç kitap okuyarak bir iki makale ve kitapçık yazarak yada bazı eklektik bilgiler edinerek aydın olduğunu sanıyor. Nispeten okuma düzeyi zayıf ve dünyadaki gelişmeleri geriden seyreden halkımız içerisinde kendisini çok abartır, toplumu ise küçümser. O, ezberlediği bazı şeyleri tekrarlayarak işleri hal edeceğini, insanları eğiteceğini ve ikna edeceğini sanır. Bu özeliği ile tam bir cami imamı gibi vaaz vermekle yetinir. Toplumu tahlil etmez ve toplumsal gücün farkında değildir. Her zaman kendisini merkezde görür. Ona göre bütün dünya kendisinin eksen oluşturduğu bir merkezin etrafında döner. Aşırı bireycidir ve ortak çalışmalara gelmez. Bu özeliklerinden dolayı kendisini ve düşüncesini örgüte, örgütlü güce dönüştüremez ve yalnız kalır.
Aydınımız yalnız kaldığı için herkese karşı kuşkuludur. Kimseye güvenmez. Bu haliyle kendisini örgütleme çalışmaları hep hayal kırıklıklarıyla sonuçlanır. O, hep geri olan toplumun kendisini anlamadığını tekrarlar ve toplumdan kopar, yalnızlaşır. Yalnızlaştıkça korkuya kapılır. O, aydınlık sıfatına yanlış yaklaşımının bedelini geri adım atarak, saf değiştirerek ödeyecektir. Çünkü o, sözde büyük işler yapmak isteyen, toplum liderliğine soyunan megaloman bir cücedir. Hayalleri yıkıldıkça zayıflar zayıfladıkça bir güç odağına sığınmaya çalışır ki çoğu zaman bu güç odağı da kendisini en iyi örgütleyen devlettir. Kendisini aydın sanan bir çok insanın daha sonra devletin kapısında sadece bir maaşlı olmalarının kısa hikayesi böyledir. Bu nedenle kimlerin aydın olduğunun bilinmesi ve bu çerçevede kimin peşinden gideceğine doğru karar verilmesi açısından aydın ile okumuş arasındaki ayrımın iyi yapılması ve bir netleşmeye gidilmesi son derece önemlidir. Aksi halde sahte aydınlar bize daha birçok hayal kırıklıkları yaşatırken gerçek aydınları da kuşku altında bırakacaktır. Gerçek aydın; halkla bütünleşerek birey ve toplumu dönüştüren, örgütleyen ve geleceğin pratik öncülük görevlerini derin tarihsel-toplumsal entelektüel birikimi ile buluşturan ve yaşamını düşünceleri ile birleştiren halk önderidir.
j- Rejimin Halkları Birbirine Karşı Kullanma Siyaseti
Bilinen tarihi boyunca İran coğrafyasının hiçbir dönemde bir tek ırkın yaşam alanı olmadığı, günümüzdekine benzer şekilde birçok etnisitenin kimi yerde içiçe kimi yerde de yan yana ama ortak çıkarlar çerçevesinde birlikte yaşadıkları gerçeğidir. Burada bazen İrani olan halklardan hanedanlar devlet iktidarını ele geçirmiş bazen de İrani olmayan yabancı işgalciler bu coğrafyayı ele geçirerek hüküm sürdürmüştür. Uzun tarihsel süreç boyunca süregelen ortak yaşam anlayışı ve alışkanlığı bazı dönemlerde iktidardaki egemenler tarafından istismar edilmeye çalışılsa da halkların karşılıklı hoşgörüye dayalı birlikte yaşam, birbirine saygılı duruşları devam etmiştir. Bu anlamda İran’da yaşayan halklar gibi tarihi geçmişleri binlerce yıla varan ve belli coğrafya parçaları üzerinde çoğunluk olmalarına rağmen aynı devletin bünyesinde yaşanılan başka bir ülke yoktur. Bazı ülkelerde iki veya en fazla üç köklü kültüre ait halk bir devlet çatısı altında yaşamasına rağmen İran’da Kürtler, Azeriler, Farslar, Beluciler, Araplar ve Türkmenler ile diğer küçük etnisiteler aynı devletin yönetimi altında bulunmaktadırlar. Ebetteki bu özgünlük bir yönüyle bu halkların yaşadığı İran coğrafyasının kısmi bütünselliğinden kaynaklansa da asıl neden ortak çıkarlar ve karşılıklı hoşgörüdür. Bu halkların eski yönetimlerce iç işlerinde nispeten özgür bırakılmaları ve onların ulusal kimliklerine saygılı davranılması bu sonucu yaratmıştır. Bu yaklaşım olmadan bu kadar geniş coğrafyada bu kadar farklı etnik yapıya sahip halkları sadece zor aygıtı ile binlerce yıl boyunca aynı yönetimler altında barındırmak mümkün değildir. Dikkat edilirse bu binlerce yıl boyunca onlarca farklı etnik yapıya ait onlarca farklı hanedan egemenlik sürmüş, işgalci konumda bulunanlar ya eritilerek içselleştirilmiş yada kovulmuş, yerli etnisitelerden olanlar ise el değiştirmiştir. Yani bunların hiç birisi iktidarda kalıcı olamamıştır. Kalıcı olan tek şey İran’da yaşayan halkların kendileri olmuştur. Bu nedenle kimi hanedanlıklar İrani halkları bir birine karşı kışkırtmış, Horasana göç ettirilen yoğun Kürt nüfus gibi halkların yerleşimlerini değiştirmiştir. Egemenlerin siyasal amaçlı bu girişimlerine rağmen halklar sağduyulu yaklaşımlarını elden bırakmamış ve çatışma içine girmemişler. Demek ki sorunun bir tarafında İrani halklar ve onların bir birine hoşgörülü ve saygılı yaklaşımları diğer tarafında devlet yönetimini ellerinde tutan egemenlerin siyasal çıkar amaçlı yaklaşımları bulunmaktadır. İran’daki demografik yapıya biraz dikkatle bakıldığında devlet yönetimini en çok ellerinde bulunduran Farsların orta kesimde ve nispeten daha derli toplu bir yerleşime sahip oldukları görülür. Yani Fars halkına zorunlu nüfus hareketleri yaptırılmamıştır. Fakat Kürtler, Azeriler, Arap ve Beucilere bakıldığında özelikle ilk iki halkın ciddi anlamda dağıtıldıkları, bazı yerlerde özenle karşı karşıya getirildikleri görülecektir. Yine Kürt halkından önemli bir potansiyeli Horasana göç ettirilerek burada Türkmenlerin dengelenmeye çalışılması ve Farsların dış saldırıya açık bu cephesinin de Kürt bariyeri ile kapatılıp egemen elitin bağlı bulunduğu Fars halkının etrafının çepe çevre diğer halklar tarafından korunmaya alınması dikkat çekicidir. Demek ki egemen iktidar erki çok ciddi anlamda halklar arasına fesat karıştırma uğraşı içinde olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
İran genelinde merkezi otoritenin bulunmadığı dönemlerde her halkın kendi içinden çıkan ulusal hareketler de bir birlerine karşı hoş görüyü esas almıştır. Bazı münferit olaylar yaşansa da genel yaklaşım karşılıklı saygı ve dayanışma olmuştur. Bunun en son örneği 2. dünya savaşı sonrası ortaya çıkan Tebriz merkezli Azerbaycan cumhuriyeti ile Mahabad merkezi Kürt Cumhuriyetleri arasındaki diplomatik ve siyasal ilişkilenmedir.
Tarihleri boyunca isyankâr bir karakterde olan Kürt halkı çok yakın akraba olmasına rağmen egemenler tarafından Farslardan uzak tutulmaya ve Kürtlerle Farslar arasına Azeri halkı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Buradaki amaç Kürtlerle Azerileri bir birine düşürerek enerjilerini tüketmek ve her iki halkı da egemen rejimlere muhtaç hale getirmek olmuştur. Bunun için Azerileri de akraba olan bu iki halk arasında güvensizliğe iterek rejime teslimiyete zorlamaktadır. Bu siyaset günümüz Molla rejimi tarafından çok daha etkili kulanılmaya çalışılmaktadır. Çünkü geçmişteki egemenler halkaları ağırlıkla ulusal kimliklerinden hareketle bir birilerine karşı kulanmak isterken Molla rejimi bu konuda farklı mezhepten olmaları nedeniyle bu hususta dini inancı da kullanma gayretindedir. Bu yaklaşım çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek ve halklardan hiçbirisine zafer getirmeyecek bir politikadır. Biraz yakın dönem dünya tarihine baktığımızda eskisi gibi bazı halkların etnik temizlik yaparak diğer halkaları tümden yok etme yada topraklarından sürme döneminin kapandığı görülecektir. Belki 1900’lü yılardan önce ve başlarında bu uygulamalar mümkündü fakat gerçekleşen dünya savaşlarında ve bu savaşlardan sonra kalabilen kalabalık etnik yapılar sonraki süreçlerde şiddet ile yok edilemediler. Bütün gücüne rağmen ne Hitler Yahudileri yok edebildi nede Afrika’daki Hutu-Tutsi boğazlaşmalarından Balkanlardaki eski Yugoslavya halklarının çatışmalarına kadar hiç bir yerde etnik temizlik gerçekleştirilemedi. Çok büyük kıyımlara, insanlığa karşı suçların işlenmesine rağmen uluslararası toplum etnik temizliğe dayalı işgalleri kabul etmedi ve sonunda onca dökülen kana, çekilen acıya rağmen herkes eskiden sahip oldukları ile yetinmek zorunda kaldı. Biz bir kaç örnek versek de buna benzer yüzlerce çatışma ve etnik temizlik girişimi olmasına rağmen nihayetinde halkların çatıştığı bütün coğrafyalar ve özelikle de iki dünya savaşının başladığı yer olan Avrupa her seferinde daha fazla parçalanarak yeni devletlere bölünmüştür. Yani modern çağımızdaki hiç bir çatışma dünya coğrafyası üzerindeki devlet sayısını azaltmadığı gibi tam tersine artırmıştır.
O halde önemli bir sonuca varmış oluyoruz. Birinci husus coğrafik yerleşimde çoğunluk oluşturan birçok farklı etnisiteyi egemenliğinde bulunduran devletler geçmişin baskıcı, katliamcı uygulamaları ile devletin bütünlüğünü sağlayamazlar. Eski tarihlerde devletler vatandaşlarına “mal muamelesi” yaptıkları için istedikleri katliamlara girişiyorlardı ve uluslararası kamuoyu da buna sessiz kalıyordu. Ama günümüzde böyle durumlara müdahale edilmektedir. O halde İran molla rejiminin yapması gereken ve aynı zamanda en akıllıca olan iş halkların kendi iradelerini oluşturmalarının önündeki engelleri kaldırarak onların meşru temsilcilerine saygılı davranması olacaktır. Ancak bu yaklaşım ortak çıkarlar dahilinde halkların birlikte yaşam imkânlarını ve arzularını artırabilir. Halklara saygılı davranılmazsa kısa veya uzun vadede çatışmalar, huzursuzluk ve parçalanma kaçınılmazdır. Bunu dış güçlerin oyununa bağlamakta ancak egemen siyasi erkin sahtekârlığı olabilir. Eğer hem ekonomik hem de teknolojik açıdan çok gelişkin olan Avrupa gibi alanlarda kasaba büyüklüğündeki bazı yerler bile devlet olabiliyor yine bütün etnisiteler ile dini inançların temsilcileri muhatap kabul ediliyorsa neden on milyonlarca kitleye sahip bizim halkların kendilerinin belirleyecekleri temsilcileri kabul edilmiyor ve adeta bu halklara hayvan muamelesi yapılıyor. Bu çok çağdışı bir zihniyettir ve bu zihniyettir ki Ortadoğu toplumlarını muazzam petrol servetlerine rağmen çok fakir ve adeta bütün dünyaya sorun ihraç eder duruma getirmiştir. Eğer sen kendi ülkenin içini demokratikleştirmezsen, zulüm ve fesat yuvasına dönüştürürsen ebetteki başkaları bundan istifade edecektir. İşte İran’da yaşanan realite budur. Rejim geçmiş köhne zihniyet ve uygulamalarla bugünü kurtarmaya çalışıyor. Birinci Dünya savaşından beri Avrupa’dan Asya’ya kadar çok etnisiteli olan bütün önemli coğrafyalarda ya onlarca yeni devlet oluşmuş yada devletler kendilerini demokratikleştirerek egemenliklerinde bulundurdukları halklara özerklik, federasyon vb. kendilerini ifade imkânlarını vermişler. En yakınımızda bulunan Rusya Federasyonunda yetersiz de olsa bu uygulama mevcuttur. Dünyadaki bütün gelişme ve değişimlere karşın İran’daki Molla rejimi hala klasik inkârcı, asimilasyoncu mantığını dayatmaya devam etmektedir. Dogmatizmin yarattığı bu zihinsel körlüğün aşılmaması halinde gelecek, rejim için hiç de kolay olmayacak.
İkinci husus komşu olan halkların durumudur. Yukarıda örneklendirdiğimiz rejimlerin, ideolojilerin, hanedanların geçici olması fakat halkaların kalıcılığıdır. Kürt halkı ile Azeri halkı binlerce yıldır yan yana, iç içe yaşamıştır ve bundan sonra da yaşamaya devam edecek. Biz bu gerçekliği değiştiremeyiz. Biz dünya görüşümüzü, egemen olan hanedanları, yöneticilerimizi değiştirme imkânına sahibiz fakat üzerinde yan yana yaşadığımız coğrafyalarımızı değiştirme imkânımız yoktur. Çünkü coğrafyalar halklara ait değil halklar coğrafyalara aittir. Mademki bu halklar isteseler de istemezseler de yan yana yaşamak zorundadırlar o zaman niye kuşaklar boyu sürecek boğazlaşmalar içine girsinler. Neden geçici egemenliği için fesat üreten Molla rejiminin oyununa gelerek bir birleri ile çatışsınlar. İster bilinçsizlik ve cehaletten kaynaklansın yada bireysel çıkarlardan hareketle olsun halkların çatışmalarına neden olabilecek kişilere karşı halklarımız son derece duyarlı ve sorumlu davranmalıdır. Egemen rejimin hizmetinde ve halkalarımızın düşmanı olan bazı kişiler milliyetçilik söylemleriyle provokasyonlar yaratarak bu halkaları birbirine kırdırmanın mühendisliğini yapmaktadırlar. İran molla rejimi halkların artan özgürlük ve demokrasi talepleri karşısında sıkıştıkça bu provokatörler aracılığı ile bu siyasetlerine ağırlık verecektir. Bu hususlar bugün yaşayan nesli ilgilendirdiği gibi gelecek nesilleri de ilgilendirmektedir. Bu nedenle konu sadece kendi günlük çıkarlarımız için yada duygusal yaklaşımlarla yaklaşım gösterilmeyecek kadar önemlidir. Geçmişte yaşanan bazı olaylar yada halklar adına ortaya çıkmış bazı hareketlerin yanlış ve öngörüden yoksun tutmaları olmuştur. Egemen rejimler de bu hatalı tutumları kulana gelmiştir. Bugünkü rejim özellikle mezhepsel ve ulusal farklılığı kışkırtarak halkımızı komşu halklarla çatıştırma çabası içindedir.
Egemen rejim Kürt halkına uyguladığı şiddet politikasında ağırlıklı olarak Azeri kökenli memurları kullandığı için Kürt halkının tepkisi çoğu zaman rejim yerine Azeri halka yönelmeye meyil göstermektedir. Burada halkımız kendisine tokat atan elin peşine düşerek beyni görmezden gelmektedir. Böyle bir yaklaşım rejimin oyununa gelmek olur. Eğer sistem adaletli olursa memuru adaletsizlik yapamaz. İran’ın en etkili ve kalabalık iki unsuru olan Kürt ve Azerilerin ne ulusal anlamda nede mezhepsel olarak bir birlerini eritme imkân ve potansiyelleri yoktur. Bu nedenle rejimin çatıştırma politikaları sadece ve sadece yaraları derinleştirecek ve bu halkların kendi geleceklerini kurmalarını geciktirecektir. İran molla rejimi Kürt halkını geri dağlılar, kültürsüz, eşkıya, katil, dinsiz ve asi olarak görmekte ve yeni nesil Fars halkına da böyle tanıtarak sürekli aşağılamaktadır. Bu yaklaşımı Azerilerin yanında da sürdürerek Kürtlerin farklı bir mezhepten olduklarını ve dolayısıyla egemen rejimle mezhepdaş olan Azerileri rejime sadık kalarak ortak düşman gösterilen Kürtlere karşı birlikte davranmaya davet etmektedir. Bunun için Azerilere bazı memuriyetler vererek, ekonomik bazı avantajlar sağlayarak onları kendi politikalarının hizmetinde çalıştırmak istemektedir. Halkları birbirine düşmanlığa sevk eden bu politika çıkarcı bazı kişiliklerin ağzını sulandırmakta ve geçmiş bazı örneklerdeki gibi devletin kapısında maaşlı köpek gibi bekleyen bu şahıslar Kürt halkının makul ölçülerdeki demokratik gösterilerine “kefen giyerek” saldırmakta ve silahsız kadın-erkek onlarca insanımızı katletmektedirler. Silahlı güçlerin çatışması ve birbirini vurmasının bir mantığı olabilir fakat silahsız insanlara silahla saldırmanın ve bu savunmasız insanları katletmenin ne ahlaki nede felsefik hiçbir mantığı olamaz. Bu tür olaylara karışan yada karışma potansiyeli taşıyan psikopat-çıkarcı kişilikler mutlaka kendi yakın çevreleri tarafından uyarılmalıdır. Kürtlerin bütün hak talepleri ve başkaldırılarına karşı egemen rejimin daima Azeri halkından olan bazı hizmetçilerini çıkartması tesadüf değildir. Mako-Tebriz hatından Kırmanşan-Hemedan hattına kadar uzayan ve birçok kent ile metropolde de iç içe yaşayan Kürt-Azeri komşuluğunun bozulması ve ırklar arası çatışmaların başlaması her iki halka da kaybettirecektir.
Egemen sistemin yaratıcıları Kürt halkının yanında da Azeriler için “Turké xer” diyerek bu halkı aşağılamaktadır. Kürt halkı ile egemen Farsların tarihsel akraba olduğunu, her iki halkında Aryen kökenli ortak medeniyetler yarattığını Azerilerin ise farklı bir ırktan olduğunu ve coğrafyamıza daha sonra gelen bu zorbaların kültürümüze yabancı ve geri bir halk olduğunu söyleyerek bu halkı karalamaktadır. Yani Azerilerin yanında dini inancı kullanarak Kürtleri, Kürtlerin yanında ise etnik akrabalığı kullanarak Azerileri bir birine düşman ve her birisini kendisine dost kılmaya çalışmaktadır. Geçmiş tarihlerde bazı Kürt hareket ve şahsiyetleri Azerilere yönelerek halklarımız arasında güven sarsılmasına neden olmuş olabilir. Sorun geçmişin hatalarına saplanıp kalmadan aklın yolunu seçerek ortak geleceğin bu halkların dostluğunda olduğunu görmek ve ortak geleceği güç birliği ile yaratmaktır. Bu iki halk tarihlerinden çıkaracakları dersler ışığında bu günün provokasyoncularına karşı ortak tedbirler alarak kendilerini gözden geçirmeli ve yapılan her hatayı önceden önleyemedikleri için kendilerini sorgulamalıdır. Buna rağmen bazı olay ve provokasyonların gelişmesi durumunda toplumlar sükûnete davet edilmeli ve provokatörler, mensubu oldukları halk tarafından cezalandırılarak teşhir edilmelidir. Halklarımızın aydınları ve aksakallıları kendi çıkarlarını savunacak mekanizmaları kendileri yaratarak tedbir geliştirmelidir.
Azeri halkının Kürt halkıyla çatışmasını belki de İran rejiminden daha fazla isteyen diğer bir güç de Türkiye devletidir. En büyük korkusu Kürt halkının özgürleşmesi olan Türkiye devleti geçmiş tarihinde defalarca Azeri halkına saldırmasına rağmen günümüzde sözde yakın akrabalık gerekçesiyle Azeri halkı özgürlük mücadelesi veren Kürt halkına karşı kullanma gayretindedir. Nasıl ki Mollalar mezhepsel yakınlığı kullanıyor ise Türklerde etnik akrabalığı kullanarak Azeri halkını kullanmak istemektedir. Güney ve Doğu Kürdistan’daki halkımızın özgürleşme mücadelelerinin Kuzeyi de etkileyeceğinden korkan Türkler herhangi bir yerdeki Kürtlerin hak taleplerine karşı çeşitli senaryolara başvurmaktadır.
Birbirlerine karşı şimdiye kadar en çok kullanılan ve bundan sonra da kullanılma potansiyeli yüksek olan Kürt ve Azeri halklarından her birisinin geçmişteki hatası ne olursa olsun bundan sonra gelecek çıkarlarının ortak değerlerin yaratılmasında olduğunu görerek ortak mücadele arayışında olmalıdır. Yüksek çatışma potansiyeli taşıdığından Azeri ve Kürt halkı için verdiğimiz örnek diğer bütün İrani halklar için de geçerlidir. Fars, Beluci, Arap ve Türkmenler ile bütün etnik yapılar için aynı sorun mevcuttur ve bu halkların hepsinin özgürlük, eşitlik, adil bir sosyo-ekonomik yaşamın ortak mücadelesi bu riski önlemeli ve bu halkları aynı rejim belasına karşı ortak mücadelede buluşturmalıdır.
İrani halklar olarak kendimizi geçmişte yapılmış hataların esaretinden kurtararak geleceğimizin çağdaş ortak yaşam değerlerini ve kültürünü yaratmalıyız. Bir avuç fanatiğin, çıkarcının geleceğimize ipotek koymasına engel olmalı, geleceğimizi doğru bilimsel veriler ile mantık üzerinde şekillendirmeliyiz. Bir birinin iradesini kırarak yada bastırarak gerçekleşirilen yöntemlerin hiç birisi çözüm olamaz. Basit mantığın ürünü olan bütün çözüm yöntemleri çözümsüzlüğe götürür. Bir birlerini asıp kesme zihniyeti kılıç-kalkan çağına ait en basit ve düz zihniyettir. Bu zihniyet hep bana olsun, başkasından bana ne varsın gebersinler zihniyetidir. Bu zihniyet günümüzün yükselen değerleri karşısında alçalan zihniyettir. Bu zihniyet cehenneme gömüldükçe insanlar daha hoşgörülü bir şekilde birlikte yaşama imkânlarını yaratacaktır.
EŞREF KARABAKAN

Hiç yorum yok: