27 Şubat 2010 Cumartesi

Ölçü Muğlaklığı ve Faşizmin Yanılsama Girişimleri

Adeta milli mutabakat ruhuyla geliştirilen özel ve psikolojik savaş hiçbir ahlaki kural ve insani erdem tanımadan geçen her an biraz daha kapsamlılaştırılarak sürdürülüyor.

Türk devleti tarafından Kürtlere karşı geliştirilen özel ve psikolojik savaş son günlerde iyice tırmandırılmaya başlandı. Adeta milli mutabakat ruhuyla geliştirilen özel ve psikolojik savaş hiçbir ahlaki kural ve insani erdem tanımadan geçen her an biraz daha kapsamlılaştırılarak sürdürülüyor.

Gerilların Tokat’ta gerçekleştirdiği eylemden sonra psikolojik hareket konseptinin acımasız ve bir o kadar kirli politikalarla yürütülmeye başlanması, Kürt halkına karşı hazırlanan katliam tezgahının fotoğrafını göstermeye yetiyor. Tokat eylemi ardından AKP ve Ergenekon medyasının ağız birliği edercesine Kürt halkını hedef gösteren açıklamaları, Kürtlere karşı yürütülen konseptin tek elden yürütüldüğünü kanıtlamıştır.

Sözkonusu özel ve psikolojik savaş yeni yürütülmüyor, cumhuriyetin kuruluş sürecinden beri Kürtlere karşı uygulanan tek politikadır. Hiç kuşkusuz bu politika farklı süreçlerde farklı biçimlerde uygulanmıştır ama özüne dair olanlar hiç değişmemiştir.

PKK hareketinin ortaya çıktığı koşullardan günümüze kadar psikolojik savaş yöntemlerinin uygulanmasına hiç ara verilmemiştir. Türk devleti önemli gördüğü zaman aralıkları ve süreçlerde kendince keşf ettiği ‘yumuşak karın’dan darbe vurup devirmek için farklı yöntemlere başvurmuştur. Bu yolla Kürt özgürlük hareketini dağıtmayı amaçlamıştır. Adına açılım denilen ama özünde bir tasfiye politikası olarak geliştirilen süreç de bunun bir sonucu olarak geliştirildi.



Ortak Nokta Kürt Düşmanlığı

NATO’nun sivil kanadı Kuzey Atlantik Konseyi tarafından geliştirildiği artık bir sır olmayan ve açılım adı altında kavramlaştırılan tasfiye konseptinden istediğini elde edemeyen AKP ve Türk devleti bu sefer aydın, akademisyen, yazar mertebesine yükselttiği rejimin sadık bekçilerini devreye koymaya başladı. İttihatçı, Ergenkoncu, sağcı, solcu, liberal ve siyasal islamcı anlayışlara sahip herkesi aynı potada görev başına getirdi. İçte yönetim anlayışı ve rantı paylaşamamadan kaynaklı birbirlerini adeta yamyamlar gibi yemek isteyen çevrelerin tümünün Kürt halkına karşı tek ağızdan konuşmaya başlaması bunun kanıtıdır.



Tokat Eylemi Yeni Bir Sürecin Başlangıcıdır

Anlaşılan o ki, Tokat eylemi korku ve inkar cumhuriyetini paniğe sevk etmiştir. Bundan olsa gerek, eylemin HPG tarafından üstlenilmemesi için akla gelebilecek her türlü yönlendirme faaliyetlerini uygulamak istediler. Kürt hareketi, oynanmak istenen oyuna gelmeyip eylemi üstlenince tüm hesapları alt üst oldu. Kaldı ki bu durum Kürt hareketinin sahip olduğu anlayışın bir gereğidir, yani yaptığı her eylemi hiç çekinmeden üstlenir. Eğer HPG eylemi üstlenmeseydi, kamuoyuna “PKK’nin oralarda eylem yapma gücü yok, paniğe kapılmaya gerek yok” mesajları verilecekti.

Birçok kesim anlamasa da AKP ve Türk devleti Tokat eyleminin nasıl bir anlama sahip olduğunu, ne tür mesajlar verdiğini iyi bilir. Verdikleri tepki bu açıdan anlaşılırdır. Yoksa sorun yedi askerin ölümüyle ilgili bir durum değildir. Kürdistan’da ısrarla sürdürülen operasyonlarda ölen onca askeri kamuoyu gündemine getirmeyen anlayışın, Tokat eylemini bu kadar önemsemesi kapıldıkları paniğin ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Tam da bu süreçte aydın-akademisyen-yazar çevrelerinin devreye girip Kürt hareketi ve halkını karalayan yazılar yazması tesadüf değildir. Bu kesime yazdırılan yazılarla toplum yönderilmeye çalışılıyor, Türk halkında Kürt düşmanlığı geliştirilmek isteniyor. Böylece Kürt halkına geri adım attırılmak hedefleniyor. Eğer bu planlamada başarılı olamazlarsa da en azından geliştirdikleri akıl-mantık dışı maniple yazılarla bilgi kirliliği yaratılarak, gerçekler karartılmak amaçlanıyor. Çünkü aşırı kirli bilgilerin dolaştığı ortamlarda gerçek bilgiye ulaşmak zor oluyor. Böylece toplumun bilinçaltına ulaşıp, toplum denetim altına alınmaya çalışılıyor. İşte Türk aydın profili budur. Osmanlıdan beri çok şey değişti, ama uyduruk aydın anlayışı bir türlü değişmedi.



Ateşe Körükle Giden Aydın, Neyin Aydınıdır?

Diğer bir önemli nokta da çatışmalarda yaşamlarını yitiren Kürt gerillalarına ilişkin aynı çevrelerin oldukça duyarsız yaklaşmasıdır. Eylemsizlik sürecinin yürütüldüğü dönemde Türk ordusunun geliştirdiği operasyonlarda 88 Kürt gerillası yaşamını yitirdi. Hep insan hayatından, anne-baba acısından sözeden aydınlar nedense bu gerçekliği görmek istemiyorlar. Diyarbakır’da üniversite 3. sınırf öğrencisinin polis tarafından katledilmesiyle başlayan, İstanbul Dolapdere’de provası yapılan ve en son Muş’un Bulanık ilçesinde polis-jitem örgütlenmesiyle bir esnafa yaptıralan katliam girişiminde iki Kürdün öldürülmesine karşı sessiz kalan, sessiz kalmanın ötesinde vurulan gençleri ve onların şahsında Kürtleri provokasyonla suçlayan yazılar yazanlar acaba tarih ve halk nazarında nasıl yargılanacaklar? Bunu hiç düşündüler mi acaba?

Türkiye’de Kürt sorununun inkar-imha yöntemleriyle bastırılmak istendiği bu dönemde aydınların hak ihlallerini yerinde incelemeleri ve buna karşı tavır göstermeleri gerekirdi. Ne yazık ki, belirttiğimiz çevreler gelişen olaylara sürekli ama ısrarla tek açıdan bakmaya devam ettiler. Eğer bu aydın-yazar takımında varsa vicdan adına bir insanlık yargısı Kürt gençlerinin ölümlerine de aynı duyarlılığı ve aynı acıyı göstereceklerdir. Kürdün ölümüne sevinip askerin ölümüne ağlayan kişinin bir aydın olarak topluma yol göstermesi, toplum için bir mum yakması ve insanlık vicdanı olması mümkün mü?

Halbuki aydının evrensel bir tanımı vardır. Vicdan, ahlak, hukuk, adalet ve değer yargılarına sahip olan, bunu etnik kimlik gözetmeden uygulayan kişi aydındır. Haksızlıklara, anti demokratik uygulamalara, insan hakları ihlallerine karşı tutum takınan kişi aydın mertebesine ulaşmayı hak etmiştir. Bunun dışında kalan her tutum sahtekarlıktan öte anlam ifade etmiyor.

Acaba Türk medyasında aydın sıfatını kullanan kişilerin kaçta kaçı gerçek aydındır? Bu tipler anlayışta, düşüncede, zihniyette kendilerini ne kadar şovenist sistemden kurtarmışlardır? Egemen ulus kişiliği, anlayışı ve bilinci bu kişilerde ne kadar mevcuttur, ne kadarını atmayı başarmışlardır?

Aydın geçinen kişi kendine bu soruları sorup doğru yanıtlamadığı sürece, Kürt halkına anlatabileceği bir şeyi olamaz. Ne halk dinler, ne de toplumda bir saygı elde edebilir.

Son günlerde Taha Akyol, Mehmet Altan, Ahmet Altan, M. Ali Birand, Ruşen Çakır, Yasemin Çongar vb köşe yazarlarının yazdıkları maniple yazılar, işin iç yüzünü tüm çıplaklığıyla gösteriyor. İsimlerini yazdığımız yazarlar bu döneme kadar Kürt halkı arasında nispeten tutarlı olarak tanınıyorlar. Ancak son dönemde yazdıkları yazılarla bir düzeyde sahip oldukları tutarlıkları yitirdikleri ve belli bir merkez tarafından yönlendirildikleri kuşkusu giderek yerleşmeye başlamıştır. Hem yaşları, hem Türkiye’nin yakın dönem tarihine olan tanıklıkları, tarihi bilgileriyle birleştirilince, söz konusu yazarların içerisine girdikleri tutarsızlığı affetmek pek mümkün olmuyor. Aklı başında olarak olarak değerlenlendirilen bu şahsiyetlerin bilinçli bir şekilde bilgi kirliliği yaratarak, Kürt inkarı ve katliamında rol oynamak istemelerini tarih ve Kürt halkı affetmeyecektir. Sözümüz bunlaradır. Yoksa AKP tayfasının sadık hizmetkarları olan Şamil Tayyar, Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Fehmi Koru gibi kişileri ve yapmaya çalıştıklarını muhatap almak bile yersizdir. Bunlar kendilerine verilen özel görevi yerine getirmekten başka bir amaca sahip değillerdir.

Görüldüğü gibi dünyanın hemen her yerinde keskin hatlarla birbirlerinden ayrışan demokrat ve faşist tanımları maalesef Türkiye’de iç içe geçmiştir. Demokratı bile faşist sistem ve zihniyetle şerbetlendiği için, yeri geldiğinde en değme faşiste taş çıkartacak kadar gerçeklerden uzaklaşabilmektedir. Bu açıdan Taha Akyol gibilerinin Kürt hareketini ve Önderini “faşistlikle” ve narsizmle suçlaması kadar daha traji komik bir durum olabilir mi? Taha Akyol gibileri bu tarifle kendi gerçek kimliklerini ortaya koymuşlardır.

Maalesef faşizmin kişilik yapılanması olan narsizm bugün tüm Türk devlet sistemini ve onun kurumlarını esir almış durumdadır. Bu sistem içerisinde yetişen kişi eğer kendini yeterli sorgulamadan geçirmezse ve ciddi, tutarlı özeleştiri vermezse, bu konumdan uzaklaşamıyor. Taha Akyol bunun tipik ifadesidir.

Narsisit kişilik bilindiği gibi kendini herşeyden ve herkesten üstün, büyük gören bir ruh hastalığıdır. Hep kendini, dolayısıyla mensubu olduğu etnik kimliği herkesten ve diğer etnik kimliklerden ayrıcalıklı ve üstün gören anlayış faşizmin dik alasıdır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bu tipler Türk toplum yapısı içerisinde önemli bir yer tutuyorlar.

En tehlikeli yaklaşım budur, çünkü sonuçta ruhsal bozulmaya uğramış bir toplumsal gerçeklik yaratılmıştır. Egemen ulus anlayışı, (narsizmi) eğer Kürt halkına karşı bu şekilde devam ederse, doğal olarak buna karşı büyük bir direnişte gerçekleşecektir. İç savaşı doğuracak tek etken budur. Aydın olarak geçinenler biraz da bunun üzerinde kafa yorar mı bilinmez ama bunun dışında başka bir seçenek yok gibidir.

Şahan Dicle

Hiç yorum yok: