28 Şubat 2010 Pazar

Dersim'in ömrü sürgün kızları

Anası katliamdan önce kızlarının kahküllerinden birer tutam kesip göğsünde saklamış. Çeşme başında askerlere yakalanınca kızlarını, merhamet eder öldürmezler diye bırakıp kaçmış. O iki tutam saçı koklamakla geçmiş ömrü. Vasiyet etmiş, ölünce mezarıma koyun diye.

Dersim'in ömrü sürgün kızları

Yıldırım Türker/radikal

Şimdi yüreklerimizi kanatmanın zamanıdır. Bu topraklarda yaşayagelen bütün kayıp edilmişler, unutulmuşlar, tarihi hoyrat bir kanlı süngerle silinmişler, dili lâl edilmişler, derinden sızlayanlar; şimdi hepimizin ayağa kalkıp kendini tanıtmasının zamanıdır.
Bu hazan bahçesinde toplanıp tanışacaksak, birbirimizin acısına korkmadan bakmayı öğrenmemiz gerek.
Yönetmen Nezahat Gündoğan, üç yıllık bir araştırma sonucu çektiği belgeselde 80 yıldır aramızda yaşayan iki kadınla tanıştırıyor bizi. Huriye ve Fatma’yla.
Belgesel, İnönü’nün 1925 tarihli Şark Islahat Planı’ndaki sözleriyle açılıyor: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.” Bu sözleri 1931’de Fevzi Çakmak’ın, 1936’da Mustafa Kemal’in Dersim’i ‘korkunç çıban’ olarak adlandıran sözleri takip ediyor.
Ta o günlerde yazılmış bu toprakların kaderi. Belki bunca on yıldır hayatımızın korkunç kördüğümünü çözemememizin nedeni budur.
Belgeselin adı, ‘İki Tutam Saç—-Dersim’in Kayıp Kızları.’
Dersim Katliamında ailelerinden koparılıp rütbeli subaylara evlatlık verilmiş küçük kız çocuklarının hikâyesini anlatıyor. Huriye ve Fatma’nın ağzından. Bir de de kayıp olan iki ablasının birer tutam saçını önüne koyup katliamdan kurtulmayı başarmış anasından dinlediklerini anlatan Şemşi Karakoç’un.
Anası katliamdan önce kızlarının kahküllerinden birer tutam kesip göğsünde saklamış. Çeşme başında askerlere yakalanınca kızlarını, merhamet eder öldürmezler diye bırakıp kaçmış. O iki tutam saçı koklamakla geçmiş ömrü. Vasiyet etmiş, ölünce mezarıma koyun diye. Hayatta kalan küçük kızı kıyamamış, saklamış.
Biri sarı biri kara iki tutam saç, 70 yıldır kayıp kızlardan aileye yegâne yadigâr.
Nezahat Gündoğan, Sevilay Yükselir’e anlatmıştı: “Köken olarak Dersimliyim. Hep 1938 ve sonrasına dair trajik hikâyeleri dinleyerek büyüdüm. Yaşadığımız ülkede insanların yazılmayan tarihlerine karşı bir duyarlılığım var. Dersim tarihi üzerine bir çalışma yapıyorum yaklaşık üç senedir. Ancak benim filmimde esas üzerinde durduğum bu tarihsel süreci başlı başına ortaya kurmak değil, bir arka planı anlatmak. Üzerinde asıl durduğum konu 1938’de katledilenler, sürgüne gönderilenlerin yaşadıkları dramları dışında bir de o dönem çocukların yaşadığı dramlar. O dönem aileleri öldürülen ya da ailelerinden zorla alınan çocuklar. Özellikle de kız çocukları. Bunları anlatmak istiyorum.”
Belgeselde hayat hikâyeleri anlatılan Huriye ve Fatma, amca torunları. Aynı köyde dünyaya gelmişler. Çocukluklarının ilk yılları birlikte geçmiş. 1938 harekâtıyla ailelerinden ve köklerinden koparılmışlar. Harekâtı yönetenler tarafından Huriye, Samsun’da, Fatma ise Malatya’da rütbeli askerlere ‘evlatlık’ verilmiş.
İkisinin de ilk anıları kafalarının kazınması. Önlerine dökülen saçlar. Huriye 10 yıl, Fatma ise 65 yıl sonra ailesine kavuşabilmiş.
Huriye, geçkin yaşına rağmen hâlâ öfkeyle yâd ediyor, evlatlık verildiği evin hanımını. Yanında çalışan adama, “Kürt kızını bizim bulaşıkların orda yedirme” diye bağıran.
Her ikisinin de anılarında uzun yalnızlıklar, bitmek tükenmek bilmeyen bir yetimlik var. İkisi de devşirildiklerinde kesilen saçlarıyla birlikte ayak ölçülerinin alınışını hatırlıyor. Kel kafalı Kürt kızları. Şu dünyanın kimsesiz kılıç artıkları.
Aşağılanmadan, yalnızlıktan ve hasretten içi kararan, hep ölümü düşünen Huriye, “Taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım!” diyor.
Ama Samsun’a üç gün üç gece süren tren yolculuğunda kendisine su veren, iyi davranan askerleri de unutmamış.
Fatma ve Huriye gibi yüzlerce kız çocuğu, topraklarından, ana babalarından koparılıp ‘medenileştirilmiş’. Kel beslemeler olarak.
Kimileri kaybolan küçük kızlarını on yıllar sonra yüzlerindeki yaraları tarif ederek bulabilmiş. Kimileri hâlâ arıyor.
Şevval Sam’ın unutulmayacak bir bestesiyle katkıda bulunduğu belgeselin metnini de Sema Kaygusuz yazmış. Son sözü de, “Yanınıza yörenize iyi bakın. Tanıdığınız ihtiyar bir kadın, asimile edilen Dersim’li bir kızın son hali olabilir.”

Hiç yorum yok: