21 Şubat 2010 Pazar

AKP:Kendine Müslüman Kendine Demokrat

Türkiye'de yargı bağımsızlığı tartışılıyor. Taraflar kendine uygun kararlar aldığında yargı iyidir; kendine uygun görmediğinde yargı kötüdür diyor.

Türkiye'de yargı bağımsızlığı tartışılıyor. Taraflar kendine uygun kararlar aldığında yargı iyidir; kendine uygun görmediğinde yargı kötüdür diyor. Kürtler bu tartışmaları hayretler içinde izliyor. Çünkü Kürtler söz konusu olduğunda hiçbirisi kılını kıpırdatmıyor. Kürt çocukları ve Kürt siyasetçileri üzerinde yargı terörü uygulanıyor. Ama hiçbirisi bu nedir demiyor. Bu gerçek bile Kürtlerin Türkiye'nin vatandaşı olarak görülmediğinin kanıtıdır. Kürtler boyun eğdirilmesi gereken bir toplum olarak görüldüğü için hiç birisi ses çıkarmıyor.

Bugün Kürt siyasetçileri ve çocukları üzerindeki yargı terörünün talimatı AKP tarafından veriliyor. Açılımın koordinatörü İçişleri bakanı da bunu uyguluyor. Kürtler üzerinde çok şiddetli bir yargı terörü uygulayan AKP'nin şimdi feryat etmesi karakterini ortaya koyuyor. Kendine Müslüman ve kendine demokrat olması budur.

Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcıyı da bu kurul meslekten atmıştı. Ne var ki AKP hiç sesini çıkarmamıştı. Şu anda meslekten atılma yok, sadece verilen bir özel görevin alınması söz konusudur. İşlerine gelmeyince Türkiye yargı devleti değildir diyenler, bu kadar siyasetçi ve çocuk tutuklandığında ise bizde bağımsız yargı var, mahkemelerin sonucunu beklemek gerekir diyor.

Şunu herkes biliyor ki Türkiye'de hiçbir zaman tarafsız yargı olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe yargı Kürtlerin üzerinde terör estirmeye devam edecektir. Yargı böyle bir karakterde şekillenecektir. Türkiye demokratikleşmediği müddetçe başkaları da hep bu yargıdan şikayet edecektir. Dün CHP şikayet ederken, bugün de AKP şikayet edecektir. Yargının tarafgir olmaması için Kürt sorununun çözümü şarttır. Yargı sorununda da görüldüğü gibi Türkiye'deki tüm sorunların demokratik çözümünün yolu Kürt sorununun çözümünden geçmektedir.

Kürtler yararlanır diye yasalar demokratik karakterde yapılmaz. Terörle mücadele kanununun (TMK) kim demokratik karakterde olduğunu söyleyebilir? Dünyanın başka yerinde böyle bir yasa yoktur. Kürtler söz konusu olduğunda uygulama da en sert biçimde yapılır.

Şu anda kendine demokrat ve liberal diyen birçok kişi hakim ve savcılar yüksek kuruluna ateş püskürüyor; adaletten dem vuruyor. Bunların hepsi ikiyüzlü, sahtekar ve yalancıdır. Kürt demokratik siyasetçilerinin kökü kazınırken, gösterilere katılmasın diye Kürt çocuklarına onlarca yıl ceza verilirken bunlar tutuklananları suçlu gösterdiler. Çocuklar kandırılmış diyerek bu tutuklamaları haklı gösterdiler. Şimdi bunlar kalkmış adaletten ve yargı bağımsızlığından söz ediyorlar; bu konuda mangalda kül bırakmıyorlar.

Kürtler siyasetçi soykırımı yapan ve Kürt çocuklarını korkutmak için zindanlara dolduran AKP'nin nasıl kendine demokrat kendine Müslüman olduğunu çok iyi görüyorlar.

CHP Habur için gensoru verecek. Demokratik çözüm gruplarının tutuklanmadan geçişleri gündemleştirilecek. CHP, sen DTP ile anlaştın, AKP ise böyle bir şey yok diyor. CHP’nin yaptığı provokasyon, AKP'nin yaptığı ise kendi kasaba politikacılığının üstünü örtmektir.

Habur’u bir daha hatırlayalım: AKP, Kürt Özgürlük Hareketinin 13 Nisan’da eylemsizlik kararıyla başlattığı demokratik çözüm hamlesini boşa çıkarmak için bir açılım söylemini dillendirmeye başladı. Çünkü eski politikalara Kürtler açıktan tavır koyduğu gibi, iç ve dış kamuoyu da artık bu politikaları kabul etmiyordu. Türkiye'de de Kürt sorununun çözülmesi gerektiği eğilimi artmıştı.

AKP'nin dediği gibi devlet yeni bir Kürt politikası benimsedi. Bu da bazı kültürel argümanlarla meşruiyet kazandırılmış yeni egemenlik ve kültürel soykırımı tamamlama politikasıydı. Kürt Halk Önderi çok makul bir Yol Haritası hazırlayarak Türkiye'yi bir çözüme hazırlamak ya da bu politikayı deşifre etmek istedi. Nitekim Yol Haritası devletin eline geçince ordu Kürt Halk Önderine de, Kürt Özgürlük Hareketine de, demokratik Kürt siyasetine de olumsuz yaklaşımlar gösterdiler. Tasfiye politikasının kabul ettirilemeyeceği anlaşılınca, fazla şey istiyorlar denilerek psikolojik savaş saldırısı arttırıldı.

Kürt Halk Önderi demokratik çözümü dayatmak ve bu konudaki imkanları zorlamak için demokratik çözüm ve barış gruplarının Türkiye'ye gitmesini istedi. AKP bu durumu bir çözüm için değerlendirmek yerine, gelen grupları bakın dağdan indiriyoruz, gerisi de gelecek diyerek bundan siyasi avantaj sağlamayı hesapladı. Devlet ise bir bütün olarak bu gelişleri tasfiye politikasının bir adımı olarak değerlendirme hesapları yaptı.

Ancak milyonlarca halk bu gruplara sahiplenerek gerçek anlamda bir demokratik çözüm tutumunu ortaya koyunca devlet telaşa düştü. Böyle bir halk gerçeğine düşündükleri tasfiye politikasını kabul ettiremeyeceklerini gördüler. Bu nedenle ilk önce “dağdan inişler başlıyor”, “bu işin sonunu getirdik” diye sevinenler, bu defa bu halk gerçeğinin iradesini kırmak için saldırı kampanyası başlattılar.

AKP, Kürtleri tasfiye edecek tek aktör benim, bunu sadece ben yaparım derken, ortada tasfiye edilecek bir hareket olmadığı görülünce AKP'ye yüklenmeye başladılar. AKP ucuz politikacılık yaptığından, halkın demokratik çözüm yakınlaşıyor biçimindeki sevincini demokratik bir çözüm için değerlendireceğine DTP'ye yönelik saldırıya geçmiştir. AKP'nin bu öfkesi tasfiye rolünü yerine getiremeyişinin açığa çıkmasınadır.

AKP'nin çözüm değil, tasfiye politikası olduğundan bekledikleri gerçekleşmeyince yaptığı taktikleri bile sahiplenemeyecek kadar aciz duruma düşmüştür. Zaten şimdiye kadar hep böyle bir tutum içinde olmuştur.

Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi bu grupları tutuklanması için göndermedi. Türkiye'deki mevcut yasaları zorlamamak için de hiçbir eyleme katılmayanları gönderdi. Tutuklanmalarını da beklemiyordu. Siyasi ortam tutuklanmayacaklarını gösteriyordu. Öte yandan AKP hükümeti kısa sürede serbest bıraktırarak puan toplamak istiyordu.

Tasfiye politikası için de olsa ortamı yumuşatmak için de olsa gelenlerin tutuklanmaması gerekiyordu. Sadece AKP'nin değil, MİT’in de genelkurmayın da düşüncesi böyleydi. Bir devlet politikası gereği demokratik çözüm grupları Habur’dan kısa sürede geçtiler. Yani içişleri bakanının Ahmet Türk’le neleri konuştuğu o kadar önemli değildir. O konuşma olmasaydı da Habur’dan girenler serbest bırakılacaktı.

Habur’dan serbest bırakılmalar olunca birçok yazar ve uzman böyle bir şey dolaylı ya da dolaysız bazı görüşmelerle olmuştur değerlendirmesi yapmamış mıdır?

Tarihte hiçbir değişim ya da dönüşüm verili hukuka dayalı olarak yapılmamıştır. Siyaset zaten ön açan ve yeni bir hukuk sistemi geliştirmeye çalışan kurumdur.

Tüm tarihi dönüşüm ve değişimlerde siyasetçi rol oynar. Verili hukuk şudur diyerek kendini onunla bağlı hissetmez. Tabii sistemler kendini hukukla korur ve yaşamlarını sürdürürler. Ancak değişim dönemlerinin kanunu ve diyalektiği farklı işler. Kaldı ki verili hukuk zaman geçtikçe ihtiyaçlara cevap veremez hale gelir. Verili olan siyasi, ekonomik ve sosyal yargıyı değiştiren ve yeni bir hukuk sistemi kuranlar tarihin akışına ayak uydurabilirler.

İşte böyle dönemlerde siyaset kurumu devreye girer; inisiyatif alır. Alışılageldik kalıpları kırar. Böyle durumlarda kendini katı hukuk kurallarına bağlı hissedenler hiçbir gelişme sağlayamazlar. Böyle kişilikler ve siyasetçiler zaten tarihsel kişilik olamazlar. Bu anlamda Özal’ın yasaları zorlaması anlamlıdır. Burjuva karakteri de onu esnek kılmıştır. Özal’ın reform yapma eğilimi bu karakterinden ileri gelmiştir. Ama yaşamıyla ödemiştir.

Habur’da siyaset yanlış yapmamıştır; ancak ucuz kasaba politikacılığı yaptığından ve bir çözüm politikası olmadığından öngördüğü hedeflerine ulaşamayınca yaptığına bile sahiplenmemiştir. Aksine Kürt demokratik hareketini suçlayarak kendi gerçek yüzünü ve karakterini saklamaya çalışmıştır.

CHP’nin derdi hukuk savunuculuğu ya da hukukun uygulanıp uygulanmaması değildir. Kürtlere her gün defalarca hukuk dışı keyfi uygulama yapılıyor, ama tek bir gün CHP Kürtlere karşı uygulanan hukuk dışılıklara karşı çıkmamıştır.

CHP iktidarda olsaydı devletin tasfiye politikası gereği bu tür taktik ve oyunları tereddütsüz yapardı. Hatta CHP devletin çıkarına ise her türlü hukuk bile rafa kaldırılabilir derdi. MHP zaten vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır diyen bir zihniyete sahiptir.

Eğer halk gelişlere sahip çıkmasaydı, halkın AKP'nin uyguladığı tasfiye politikasına uygun davransaydı bu gidişler demokratik çözüm adımı olarak değil de kaybedilmiş bir mücadelenin teslimiyeti olarak algılansaydı, toplumdaki yansıması böyle olsaydı, Habur’daki bu serbest bırakılmaları hiç kimse gündeme getirmezdi.

Habur’a öfke, tasfiye politikasını kabul etmeyen bir halk gerçeğinin ortaya çıkmasınadır. Bu nedenle görülmedik bir politikleşme yaşayan halkın bu duruşu sindirilemiyor. Bu gerçeklik Kürt’ü hep ezik görmüş olanları öfkelendiriyor. Sorun budur. CHP’nin gensorusu bunadır. AKP'nin Habur yüzümüzü deşifre etti diye öfkelenmesi bunadır.



M.KARASU

Hiç yorum yok: