28 Şubat 2010 Pazar

‘AKP oyun çabasında’

“Bugüne kadar Türkiye’yi yöneten bütün hükümetler Kürtleri, yani PKK ve önderliğini düşman olarak gösterip, toplumu Kürt düşmanlığına sürükledi. Bu şekilde Kürt sorunu bir ‘terör’ sorunu olarak ön planda tutuldu. Bugün AKP de aynı oyunları oynama çabasında.”

 İlgili Başlıklar


Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Udo Steinbach, Kürtlerin düne kadar varlıklarının inkar edildiğini ancak günümüzde Kürt kimliğinin tartışıldığını belirtiyor. Steinbach, bu durumu, “inkar ve imhanın belinin kırılması” olarak niteliyor. Prof. Dr. Udo Steinbach, Alman devletine ait en önemli düşünce kuruluşu olan Leibniz Küresel ve Bölgesel Araştırmaları Enstitüsü’ne (GIGA) bağlı Alman Şark Enstitüsü’nün direktörlüğünü 30 yıl boyunca yaptı. Bu süre içinde genelde Ortadoğu, özelde de Türkiye ile ilgili çok sayıda kitap kaleme almış olan Steinbach, kısa bir süre öncesine kadar, PKK’nin Güney Kürdistan’dan ‘Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını’ tehdit ettiği gerekçesiyle, Türk devletinin sınırötesi operasyon yapmasını meşru görmüştü ve bunu ‘öz savunma hakkı’ olarak nitelemişti.

Steinbach şimdi ise Kürtlerin AKP’nin oyunlarına karşı uyanık olması gerektiğini vurgularken, Türkiye’de yaşanan gelişmelerin Kürtlerin mücadelesinin sonucu olduğunu söyledi. Prof. Dr. Steinbach ile Kürt sorununda gelinen aşamayı, sorunun siyasi yansımalarını ve AKP hükümetinin yaklaşımını konuştuk.

Bir Ortadoğu uzmanı olarak Kürt sorununu nasıl tanımlarsınız?
Her şeyden önce hepimizin bildiği gibi Kürt sorunu bir halkın kimlik ve özgürlük sorunudur. Ve bu sorunun 21. yüzyılda çözüleceğine, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kısa sürede büyük başarılar elde edeceğine sonsuz inancım var. Kürt halkının mücadelesiyle bu aşamaya gelen Kürt sorununun artık tartışılıyor olması beni çok sevindiriyor. Kürt sorunu tarihte olduğu gibi, bugün de hem Ortadoğu’nun, hem de bölge ülkelerinin kanayan sorunudur. Daha çok Türkiye ağırlıklı bir sorundur. Aynı zamanda Türk toplumunun, Türkiye’de yaşayan azınlık halkların ve inançların sorunudur.

Günümüzde Kürt sorununun Türkiye sınırlarında ulaşmış olduğu düzey konusunda beni mutlu eden yanlar var. Türkiye politikası ve toplum, artık Kürt sorununun varlığını tartışmaktan, bugün sorunun çözümünü tartışan bir noktaya geldi. Ki, toplumun bir kısmı artık sorunun demokratik ve siyasi yollarla çözülmesini istiyor. Bu halkın yıllarca yasak olan dili, kültürü ve siyasi talepleri bugün Türkiye ve dünya medyasında yer alıyor ve sokakta rastladığımız sivil bir insan bile Kürt halkının mücadelesinin az çok bilincinde. Yani düne kadar varlığı inkar edilen Kürdün kimliği bugün tartışılıyor, özellikle de Türkiye’de. Ancak Kürtler açısından onyıllar süren savaştan sonra varılan nokta o kadar da olumlu değil tabii.

‘Kürtler sorunun varlığını devlete kabul ettirdi’
Konuya iki cepheden yaklaşmak gerekiyor. Birinicisi; Türk egemen cephesinden. İkincisi; demokratik Kürt özgürlük mücadelesi cephesinden. Burada söyleyeceklerimin Kürtler tarafından yanlış anlaşılmamasını umuyorum. Bugün devlet inisiyatifinde de olsa TRT6 adında devlet kanalında Kürtçe yayın yapılmakta, hükümet yasak olan DTP’yi muhatap almış ve Kürtlerin bazı kültürel haklarına ilişkin çeşitli tartışmalar yürütülmekte. Bu verdiğim örnekleri 1990’lı yıllardaki tartışmalarla kıyaslamamız mümkün olmadığı gibi, aralarındaki farklılıkları da görmezlikten gelemeyiz.

Yani sonuçta Kürtler, Türk devletinin ve toplumunun kendileri üzerindeki imha politikalarını tasfiye etmiş ve devletin belini kırmıştır. Kürtlerin yıllardan beri verdiği özgürlük mücadelesi tabii ki demin verdiğim örnekler için değildi. Ama sonuçta Kürtler Türk toplumuna ve devletine kendi varlığını, Kürt sorununun varlığını kabul ettirmiştir. Ben bunu Kürtler açısından bir kültür devrimi, bir siyasi devrim olarak görüyorum. İşin pozitif yanı bu. İşin negatif yanı ise; nasıl oldu da devlet Kürdün dilinde yayın yapıyor ve olmayan Kürdün sorununu sözde demokratikleşme yönünde atılması gereken, daha doğrusu çözümlenmesi gereken büyük bir sorun olarak görüyor?

‘Düşmanlık politikasını AKP de yürütüyor’
Bugüne kadar Türkiye’yi yöneten bütün hükümetler Kürtleri, yani PKK ve önderliğini düşman olarak gösterip, toplumu Kürt düşmanlığına sürükledi. Bu şekilde Kürt sorunu bir terör sorunu olarak ön planda tutulmuş ve hükümetler kendi egemenliklerini korumaya çalışmıştır. Bugün AKP de aynı oyunları oynama çabasında. 2005 ve 2006 yıllarından bunun somut örneklerini verebilirim. Hepimizin bildiği gibi, AKP hükümeti, dini bir anlayış içinde ülkeyi yöneten bir hükümettir. AKP 2005 ve 2006 yıllarında “Ben kadın öğrencilerini başörtüleriyle nasıl üniversitelere sokabilirim” mantığıyla hareket etmiş, yine Kürtleri, yani PKK’yi ön planda tutarak, düşmanlık tablosunu gündeme taşımış ve orduya talimatlar vererek operasyonları başlatmıştır. Bugün ise yine bu kartı kullanıp, DTP’yi yasaklamış ve parti üyelerini tutuklayarak, parlamentodaki ulus milliyetçiliği içinde olan muhalefeti ve ordu içindeki kemalist, İslam karşıtı eğilimleri tasfiye etme girişiminde bulunmaktadır. Bu da Kürtler açısından işin olumsuz yanıdır.

AKP Kürt kartını sizce nasıl kullanmaya çalışıyor?
DTP’nin yasaklanması kararı, yasaklanan diğer Kürt partilerinde olduğu gibi siyasi bir içerik taşıyor. AKP hükümeti aynı zamanda orduya ve muhalefete karşı kendi stratejik menfaatleri doğrultusunda DTP ve PKK’yi Kürtlere düşmanlık kartı olarak kullanıyor. Dikkatinize çekerim; AKP hükümeti hem iç, dem de dış politikasına birden fazla farklı cepheden yaklaşıyor. Kürtlerin AKP’nin bu oyunlarına karşı tedbirli olmaları gerekir. Ayrıca şunu özellikle belirtmek istiyorum: BDP’ye geçen eski DTP milletvekillerinin bir özeleştiri vermeleri gerekir.

Hangi konuda özeleştiri vermeleri gerekir?
Demin söylediğim gibi; AKP’nin kendi hedefleri için orduya ve muhalefete karşı kullandığı Kürt kartını görmek gerekir. AKP Kürtlere sağ gösterip sol vuruyor. Yani kendi çıkarları doğrultusunda Kürt özgürlük mücadelesini bir düşman olarak gösterip gündeme taşıyor, ama aynı zamanda bir Kürt açılımı yapıyor ve tüm bunlarla hem İslam karşıtı kemalist orduyu ve milliyetçi güçleri, hem de demokratik bir şekilde seçilmiş DTP’yi tasfiye ediyor. Hal böyle olunca parlamentoya giren Kürt milletvekillerinin dikkatli davranması gerekiyor. Bu konuda eski DTP’lilerin yeni parti içinde bir özeleştiride bulunması gerekiyor.

‘Derin devlete inat demokratik mücadele verilmeli’
Yıllardan beri Türkiye’de derin devlet ve ordu tartışmaları var. Peki derin devletin ve derin ordunun bulunduğu bir ülkede halkın oyu ile parlamentoya giren meşru bir Kürt partisi nasıl bir politika üretmeli? Türkiye’de demokratik yollarla parlamentoya giren bir DTP, yani şu an BDP, derin devlete ve derin orduya karşı derin bir demokrati mücadelesi vermeli. Orduya ve hükümetin tasfiye politikalarına inat demokrasi anlayışıyla legal alanda çalışmalar geliştirilmeli. Bu aynı zamanda takip ettiğim kadarıyla Sayın Öcalan’ın da açıkladığı gibi radikal demokrasi tarzına uymaktadır. Kısacası; belirtmek istediğim şey, yeni Kürt partisinin ve milletvekillerinin stratejik çıkarları için legal bir alanda faaliyet yürütmelerinin gerekliliğidir.

Silahlı mücadelenin propagandasından uzak durulması bence daha mantıklı olur. Çünkü sonuçta AKP hükümeti Kürtleri kendi çıkarları doğrultusunda kemalist orduya ve ulus milliyetçiliğine karşı bir düşman konsepti içinde sunmakta ve tasfiye girişimleri içinde bulunmakta. O zaman Kürtlerin bu tasfiye planlarını altüst etmek için daha dikkatli davranarak, stratejik çıkarlarını ön planda tutarak legal faaliyetlerini sürdürmesi gerekir. Bu da BDP’nin görevidir. Yani BDP eşittir PKK izleniminin yaratılmaması gerekir. Madem ki hükümet, muhalefet ve ordu kendi egemenlikleri için seni düşman olarak gösterirken hem seni, hem birbirlerini tasfiye etmeye çalışıyor, o zaman sizin de kendi siyasi çıkarlarınızı ön planda tutarak hareket etmeniz gerekiyor. Yani hegemonyaya karşı hegemonya ideolojisi.

‘PKK sayesinde Türkiye geçmişiyle yüzleşiyor’

Sizce PKK’nin bu bahsettiğiniz hususlar karşısında nasıl bir tavır sergilemesi gerekiyor?
Takip ettiğim kadarıyla PKK hala aylar önce başlattığı ateşkes süreci içindedir. Bu sürecinin kesinlikle devam etmesi gerektiği görüşündeyim. PKK’nin içinde bulunduğu bu pozisyonun kendini tasfiye ettirmeme ve kaçınılmaz olan barışın dayatılması olarak görüyorum. Tabii ki tek taraflı bir ateşkesi yürütmek basite alınacak bir girişim olmadığı gibi, bedellerin de ödetildiği bir kahramanlıktır. 21. yüzyılda devrimler sadece savaşlarla kazanılmıyor. Bir ülkeye, bir topluma barış getirmek de bir devrimdir. Yine uzun vadeli ve kalıcı bir barışı göz önünde bulundurduğumuzda; PKK, ateşkesi ile yapılması ve örnek alınması gerekeni temsil ediyor.

PKK aynı zamanda Türkiye’ye geçmişiyle yüzleşmeye yönelik bir yön vermiştir. En basit ve en önemli konulardan biri de Ermenistan meselesidir. Bugün Kürtlerin verdiği mücadele sayesinde Türkiye Ermenistan meselesini de masaya yatırıyor. Az da olsa tarihi ile yüzleşmektedir. Yani Türkiye’de bu denli değişimlerin yaşanacağı kimsenin aklından geçmezdi. Türkiye’nin bu değişim sürecine girmesi Kürt sorunu sayesinde olmuştur. Bunu herkesin görmesi ve bilmesi gerekir. Bunlar basite alınacak şeyler değildir.

Kürt sorununun çözüleceğine inandığınızı söylediniz. Bu iyimserliğinizi açıklar mısınız?
21. yüzyılda Kürt sorunu baskı ile çözülecek bir sorun olmaktan çıktı. Geçenlerde bir öğrencim, 12 Kasım 2009’dan beri Kürtçe de yayımlanan Le Monde Diplomatique Kurdi gazetesine yazılar yazmamı istedi. Ben de yazdım ve yayın yönetmeni olan Faysal Dağlı’ya gönderdim. Bu yazıyı yazarken aklımdan neler geçti, biliyor musunuz? Le Monde Diplomatique gibi dünya çapında bilinen, klasik entelektüel bir gazetenin Kürtçe dilinde yayın yapması beni şaşırttı desem yalan olmaz. Burada hayret ettiğim şey neyd; 21. yüzyılda Kürt sorunu hala varlığını koruduğu bir dönemde Kürtlerin imza attığı başarıları! Kürtlerin bu denli başarılı olması, benim için Kürtlerin sorunlarının çözüleceği anlamına gelmektedir. Türk devleti veya Tahran hükümeti Kürtlerin bu başarılarını görmüyor mu sizce?

‘PKK’nin ateşkes kararları doğrudur’
Uzun lafın kısası; Kürt sorunu Türkiye devleti ve toplumu için çözülmesi gereken ‘kutsal’ bir sorundur. Hatta bütün bölge için acilen çözülmesi gereken bir sorundur. Bir kere Kürtler bölgedeki dördüncü büyük halk konumunda. Ve bu halk gün geçtikçe aydınlanan bir halktır. Bundan dolayı bu halkın sorunları baskı ile çözülemez. Bundan dolayı da PKK’nin aldığı ateşkes kararları en hassas süreçlerde alınan doğru kararlardır. Bunlar, Türkiye hükümetini tasfiye edecek ve adil bir barışa yönlendirecek kararlardır. Bunun yanısıra, sorunun ön plana çıkmasındaki bir diğer neden de, Türkiye’nin Suriye, İran, Lübnan gibi bölge ülkeleriyle ve Kafkaslarla yaptığı ticari anlaşmaların altında yatıyor. Hem Türkiye, hem de bölge devletleri Nabucco Boru Hattı Projesi gibi anlaşmalarla sorunun çözülmesi yönünde bir şeylerin olacağının sinyalini veriyor. Bu hat Kürt topraklarından geçecektir. Böylesi bir dış politikaya yönelen Türkiye’nin en başta iç huzuruna kavuşması gerekir. Bu da Türkiye’yi sorunu adil bir şekilde çözmeyne yönlendirecektir; ki, Obama da bunu istiyor. Bir de AB üyelik süreci var, Kopenhag Kriterleri var. Bunlar tabii ki sorunun çözülmesini sağlayacak esas faktörler değil. Asıl neden, Türkiye’nin artık bu şeytan çemberinden çıkması ve huzura kavuşmasıdır.

Tabii, burada komşu ülkelerindeki Kürtlerin durumu da gözönünde bulundurulmalı. Farz edelim Irak’taki kaos yarın yerini gerçek bir demokrasiye bıraktı, Amerikalılar geri çekildi ve ülke huzura kavuştu. O zaman oradaki Kürtlerin durumu ne olacak? Irak’ta sona erecek kaos ülkenin yeniden yapılanmasını sağlayacaktır. Yeniden yapılanan Irak’ta o zaman Kuzey Irak’ta, yani Güney Kürdistan’da Kürtlere ait yüksek derecede uluslararası kamuoyunda saygıyla karşılanan bağımsız bir Kürt kimliğinin verilmesi gerekecektir. Buna Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtler nasıl yaklaşır? Bunu süreç gösterecektir. Filistin’i gözönünde bulunduralım. Filistinliler Filistin’in hepsini sahiplenmek istemiyor.

Diyelim Türk hükümeti sorunun demokratik bir şekilde çözülmesi için ciddi adımlar atarak, BDP’yi doğrudan muhatap aldı ve savaşın son bulması için samimi girişimlerde bulundu. Sizce o zaman dağdaki PKK kadroları ve silahlı üyeleri ne olacak? Bunun yanında Türkiye cezaevlerindeki PKK’li tutsaklar ve İmralı’da bulunan Sayın Abdullah Öcalan’ın durumu ne olacak?
Eğer Kürtler, yani BDP, sivil toplum örgütlerini, insan hakları örgütlerini ve çeşitli Türk-Kürt demokratik halk tabakasındaki kitleleri arkasına alıp, AKP hükümetini, muhalefet ve orduyu legal demokratik mücadelesiyle etkisiz kılar ve hükümetin sorunun çözümü için demokratik adım atmasını sağlarsa, o zaman bu konular da zaman içinde gündeme gelecektir. Eğer zamanla böylesi gelişmeler yaşanırsa, o zaman hükümetin PKK kadrolarına, üyelerine ve cezaevindeki PKK’li tutuklulara geniş çaplı bir af çıkarması gerekecektir. PKK’nin üst düzey kadroları üçüncü bir ülkeye gönderilir gibi saçma tartışmaların gerçekte karşılığını bulacağını pek sanmıyorum. O zaman PKK’ye de FKÖ örneğinde olduğu gibi haklar verilecektir. Ancak tüm bunlar yaşandığı taktirde Sayın Öcalan da özgürlüğüne kavuşacaktır.

Prof. Dr. Udo Steinbach kimdir? 1943 Almanya doğumlu İslam bilimci ve Ortadoğu uzmanı Steinbach, 1971-1975 yılları arasında Alman hükümetine bağlı ‘Bilim ve Siyaset Vakfı’ adlı araştırma enstitüsünün Ortadoğu bölümünde sorumlu idi. 1975’de Deutsche Welle haber ajansında Türkiye servisini yönetti; ardından Alman Şark Enstitüsü’nün başına geçti. 2007’ye kadar bu görevi sürdürdü, ardından bir yıllığına Alman Küresel ve Bölgesel Araştırmalar Enstitüsü’nün Ortadoğu Bölümü’nü yönetti. 2008 yılında emekli olan Prof. Dr. Steinbach, mevcut durumda Marburg Üniversitesi Yakın ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Steinbach’ın Türkiye ve Ortadoğu’daki siyasi durumlara ilişkin çok sayıda kitabı ve makalesi bulunmakta.

MUSTAFA İLHAN

Hiç yorum yok: