1 Ocak 2010 Cuma

Üç çocuk yaşadıklarını anlatıyor

“Polis, ‘Babanı s…’ deyip vurdu. Araca götürürken kolumu kıracak biçimde çevirip kafamı indirip copladılar. Araçta kafamızı aşağıya eğdiler sıkıştırdılar, gelip geçip ‘Apo’nun piçleri’ deyip vuruyorlardı. Aracın önüne bilerek gaz bombası attılar, havasız kaldık. Su isteyince vermediler, onun yerine vurdular. Ben bayıldım. Bayılınca ayıltmak için ayağımın altında sigara söndürdüler.” Yakalarken ve gözaltına alınırken daha çok karın ve sırta vurarak kaba dayak attılar, copla vurdular. Araçta koltuğa takılmış alçak bir kulp vardı kafamızı bastırarak onun altına soktular kafayı kaldırmaya kalktığımızda yine kaba dayak attılar. İçerisi çok sıcaktı, kapılar kapalıydı. Aracın önüne gaz bombası attılar. Nefessizlikten boğuluyorduk. “Dışarı çıkarın” ve “su verin” diye bağırdık karşılık olarak yine kaba dayak ve küfür gördük. “Apo’nun piçleri”, “orospu çocukları”, “Apo analarınıza ne yaptı”, “Ananı Apo mu s...” gibi küfürlerdi. Kızlara daha da cinsel ağırlıklı küfürler ediyorlardı. Hastanedeki ilk doktor, dayak izlerini rapora geçirmek istedi, ama polisler müsaade etmedi. Polis okulunda girişteki duvar dibine tek sıra dizdiler. Amirleri yumrukla kaba dayak attı, hakaret ve küfür etti. “Öğrenci misiniz?” diye sordular, ikimiz Anadolu birimiz Fen lisesindendik. Bunu öğrenince polisler daha da sinirlendi; “Sizin gibi bölücüler, teröristler bu okullara gidiyor, bizim çocuklarımız gidemiyor” deyip, daha çok dövmeye başladılar. Polis okulunda bir, bir buçuk saat dayak yedik. Ne avukatınız kim diye soruldu, ne haklarımız okundu. Daha sonra araca bindirilip Çocuk Şube’ye götürüldük. Burada işlem yapıldı. Ana baba adı, genel bilgiler alındı. Çocuk Şube’de kaba dayak ve hakaret yoktu. Sadece Tahir adında bir polis vardı, bize sürekli küfür etti. Karın ve sırtımıza yumruk, yüzümüze tokat atarak dövdü. Çocuk Şube’ye girdikten sonra nezarette birimizde cep telefonu vardı, görünce hepimizi soydular, tartaklayıp küfür ettiler. ‘Dizim kanıyordu ama doktor sağlam raporu verdi’ Bir kez daha hastaneye sağlık kontrolüne götürüldük. Bu seferki doktor muayene falan etmedi, darp izlerine bakmadı. Bende diz kapağı kanıyor, arkadaşın eli coptan şişmişti, söyledik ama muayene etmeden sağlam raporu yazdı. Yine polis okuluna gittik, parmak izi alındı. Burada aramızdan bir kişiyi aldılar altı saat sonra yeniden aramıza getirdiler. Ajanlık, yani muhbirlik teklif edilmiş, videolar izletilip “Bunu tanıyor musun, şunu tanımıyor musun?” diye sorulmuş. Çocuk Şube’de üç gece dört gün kaldık burada sadece bir gün sabah, bir gün akşam nöbetçi olan Tahir polis dayak attı ve küfretti. Buraya avukatlar ve aileler geldi görüştürüldük. Avukatlar şikâyet edince, Tahir biraz yumuşadı. Beş kişi önce D Tipi’ne götürüldük, orada askere teslim ettiler. Bilgisayarda 18 yaş altı çıkınca E Tipi’ne gönderdiler. E Tipi’nde teslim eden polis “Ajan koğuşuna geçin”, “Çete koğuşuna geçin orada 1-2 aya kadar çıkarsınız” dedi. Biz karşı çıkınca sinirlendi “Teröristsiniz siz. Akıllanmayacaksınız şerefsizler bizi dinlerseniz 1-2 ayda çıkarsınız” dedi. E Tipi’nde parmak izlerimiz alındı, işlem yapıldı. İçeri girerken askerler tümden soydular. E Tipi’nde sadece bir gardiyan ters davranıyordu, bunun dışında gardiyanlar iyi davrandı, küfür ve dayak yoktu. ‘Günlük gazetesi yerine Sızıntı dergisi’ İdare ne bize gelen mektupları veriyor, ne de gönderdiğimiz mektupları teslim ediyordu. Gazete verilmedi. Günlük gazetesi istediğimizde, “Öyle bir gazete yok” deniliyordu. Yasal dergiler bile alınmıyor, sadece Sızıntı ve Bilim Teknik alınıyordu. Kahvaltılar çok yetersizdi, doymuyorduk. Haftada iki kere olan sportif aktivitelere çoğu kez, bir kez çıkabildik. Görüş ya da bayram günlerine denk gelince iptal ediyorlardı. İdare bazen görüşlere keyfi olarak çıkarmıyordu. Kapalı görüşte telefonlar hep bozuk oluyordu. 45 dakikalık görüşün yarısı telefon tamiriyle geçiyordu. Sıcak su salı-cumartesi birer saat deniyordu, ama bir saat yerine 35-40 dakika akıyordu. 25 kişiydik 35 dakikada hem yıkanmamız hem de çamaşırlarımızı yıkamamız gerekiyordu. Sadece kafamızı yıkayıp çıkıyorduk. İki haftada bir verildiği dönemlerde oldu. Hastalandığımızda doktora çıkmak için dilekçe veriyorduk. Çoğu kez dilekçe verdikten 1 ay sonra doktora çıkabiliyorduk. Doktor muayene etmiyor, “Neyin var?” diyor, sadece ilaç yazıyordu; yazılan ilaçların da hepsi gelmiyordu. Bulaşıklarımızı kendimiz yıkıyorduk. Koğuşta sürekli fareler ve hamam böcekleri vardı. Sabah sayımlarına doktor sırası bekleyen çok ağır hastalar bile zorla çıkarılıyordu. Askerler rutin arama yapıyor, koğuşu alt üst edip tüm elbiselerimizi yerlere atıp üzerine basıp bırakıyorlardı. Konyalı bir din hocası geliyordu. Ama dinden bahsetmiyor siyasi şeylerden bahsediyordu. “Dağdaki Kürt kızlarının orada erkeklerle ne yaptığı belli değil” gibi şeyler söylüyorlardı. Mahkemelere gidip gelirken hapishanede kelepçe takılıyor, komutanlar beklenirken araca binmeden yarım saat bir saat kelepçeli bekleyiş uzatılıyordu. Askerler sürekli “Terörist bunlar” diyordu. Kelepçeyi mahkeme salonu girişinde açıyor, salon çıkışı yine takıyorlardı. Bazen mahkemeye saat sabah 8’de getiriliyor akşam 9’a kadar bodrum kattaki nezarethanede bekletiyorlardı. Nezarethanenin camı kırıktı, çok soğuk oluyordu. Kalorifer kırılmıştı nezarethane tümden su doluydu. Oturacak yer olmadan 12 saat bekliyorduk. Sadece küçük somun bir ekmekle çok küçük tarihi geçmiş ya da patlak bir sarelle veriyorlardı bütün gün. Hapishanede serbest olmasına rağmen radyomuza el konuldu. Kantinde satılan küçük radyoları almaya zorladılar. Onları da frekanslarını bozup veriyorlardı. İlk başta koğuşta 36 kişiydik. Yatak olmadığından bazen 5-6 kişi yerde yatmak zorunda kalıyordu. Televizyonda yerel kanallar kapatılmıştı. Sadece TRT Şeş izleyebiliyorduk Kürtçe. * * * Ev yemeği restoranında çalışıyordum. Bisikletle yemek servisi yaparken yolda kolumu tutup zorla indirdiler. Tepsi falan düştü; karşı koydum; polis “Babanı s…” deyip vurdu. Araca götürürken kolumu kıracak biçimde çevirip kafamı indirip copladılar. Araçta kafamızı aşağıya eğdiler sıkıştırdılar, gelip geçip “Apo’nun piçleri” deyip vuruyorlardı. Genelde bel ve kafanıza tekme ve yumruk atıyorlardı. Aracın önüne bilerek gaz bombası attılar, havasız kaldık. Su isteyince vermediler, onun yerine vurdular. Ben bayıldım. Bayılınca ayıltmak için ayağımın altında sigara söndürdüler. Araçta 11 kişiydik 2 saat havasız ve sıcakta tuttular. “Kürtlerin hepsi şerefsiz, Apo’nun piçleri” hakaretleri Emniyette “Apo’nun piçleri”, “Ananızı Apo mu s...?”, “Kökünüzü bitirip sizi öldüreceğiz”, “Kürtlerin hepsi şerefsiz; yaşasın Türkler” gibi hakaretler edip, gelen geçen tokatla, yumrukla vuruyordu. 2 saat ayakta beklettiler. TEM’de, M.’u ajanlığa zorladılar. Video resim gösterip ihbar etmeye zorlamışlar ama M. arkadaş konuşmamış. Çocuk Şube’ye götürünce bizi tek donla bırakıp soydular. Bu şekilde üstümüzü aramaya kalktılar. İzin vermeyene vurdular Z. ve E.’ı çok tokatladılar. Tahir polis çok fazla vuruyordu; “Ben psikopatım seni öldürürüm” diyordu. Avukata şikâyet edince bir süre vurmadı, sonra yine vurmaya başladı. Kameradan gördükleri halde su istediğimizde, tuvalete gitmek istediğimiz zaman bir saat gelmiyorlardı. 3 gün, mahkemeyle birlikte 4 gün tutulduk. Mahkemede biz ifade anlatırken, onlar telefonuyla ilgilenip gülüyor, dalga geçiyorlardı. Hapishanede dayak yoktu. Gardiyanlar iyiydi, abi-kardeş gibi sohbet ediyorduk. Sadece bir Vahap gardiyan vardı, o gıcık gidiyordu. Bazen de bizim önümüzde idareye tehditler savuruyor, bize güzel şeyler konuşup sonra da müdürüne gidip bizi şikâyet ediyordu. Yemek başta yeterli değildi doymuyorduk. Gelen heyete şikâyet edince, arttı ama içinden iğrenç şeyler çıkıyordu. Revir haftada bir diyordu ama bir ay sonra çıkabiliyorduk. Doktor muayene bile etmiyordu. Dişim ağrıyordu bir şey yapmadı. Gözaltına alınırken parmağım kırılmıştı Cezaevi doktoru “Bir şey yok” dedi. Çıktıktan sonra ameliyat olmak zorunda kaldım. İlk girdiğimizde koğuşta 36 kişiydik yatak battaniye yastık yoktu yerde yatıyorduk. Sıcak su haftada iki kere yerine ayda iki kere veriliyordu. Kişi başına en fazla 5 dakika zaman kalıyordu ancak kafamızı yıkıyorduk. Zor durumda kalınca soğuk suyla yıkanmak durumunda kalıyorduk. Giysileri de soğuk suyla yıkıyorduk. Devlet bir tane imam gönderdi, zorla katılıyorduk. Bu vaaz yerine, kadınlar hakkında konuşuyor, cinsel şeyler anlatıyor, “Teröristler Kürt kızlarına şöyle böyle yapıyor” diyordu. Psikolog: Ben de işkence ederdim size! Psikolog, dilekçe verip çıkan arkadaşlara “Terörist” dediği için, ben elimden bir kaza çıkmasın diye çıkmadım. Tabipler Odası’ndan gelen Ayşe doktor, “Ben de olsam, ben de döver, işkence ederdim size. Ne işiniz vardı o olaylarda? Terörist olmuşsunuz siz” dedi; kendimizi zor tuttuk. Mahkemeye giderken cezaevinde kelepçeliyorlar. Ringden çıkıp duruşma salonuna girerken açıyorlardı. Ara verince yine kelepçeyi takıyorlardı. Ringde askerler sürekli “Terörist” diyor, “DTP’yi sen mi kurdun?” diye kışkırtmaya çalışan laf atıyorlardı. Adliyeye sabah saat 8 de gelip, 12 saat adliye bodrumunda soğuktan donuyorduk. Nezarette kalorifer patlaktı, bütün yer suyla doluydu, suyla savaşıyorduk. Mahkemede F. , bir TEM polisini hâkime şikâyet edince hâkim çok kızdı; 17 yıl ceza verdi. 15 yaşında gence 17 yıl ceza, şu anda cezaevinde… * * * 14 Temmuz: 2008’de DTP’nin düzenlemiş olduğu bir basın açıklaması vardı. Bu basın açıklaması sonunda polisin kitleye tazyikli su sıkması ve gaz bombası atması üzerine olaylar çıktı. O sırada ben de çalıştığım iş yerinden çıkmış, olayların olduğundan habersiz o tarafa gittim. Orda arkadaşım Z.Y.’la karşılaştım, onunla konuşurken aniden polisler bizlere doğru saldırdı. Suçlu suçsuz ayırt etmeden herkesi alıyorlardı ve direneni coplarla dövüyorlardı. Herkesi arabaya koydular. Arabada bize küfürler ediyorlardı. Kafalarımızı bacaklarımızın arasına koymamızı söylediler. Kafasını kaldıranın kafasına tekmeler atıyorlardı bir çocuğa sırf tişörtü siyah diye gelen geçen vuruyordu. Bir çocuk havasızlıktan bayıldı, dışarı çıkarıp dışarıda vurarak ayılttılar. Bir bayan vardı; ona, “A... koyduğum sizleri bu meydanlara güzelliğiniz için mi getiriyorlar”, bizlere “Apo’nun piçleri, gelsin sizi kurtarsın o Apo’nuz”, “Şerefsizler, orospu çocukları” ve benzeri küfürler ediyorlardı. Beni gözaltına alırken beş altı tane polis coplarla dövdüler, daha sonra kafalarına göre beş kişiyi seçip başka bir otobüse bindirdiler. Onların nereye gittiğini bilmiyorum. Daha sonra otobüs hareket etti bir yerde bizleri indirip kafamızı aşağı eğip başka bir otobüse geçirmeden önce, bir polis hayalarımdan tutup sıkarak beni fırlattı. Çocuk şubesinde: Bana kalsa Kürtlerin hepsini yakarım! Otobüste havasız kaldığım için pencerenin yanına geçtim. Orada pencereyi açık gören bir polis camdan bana yumruk atmaya başladı. Araba hareket edene kadar bu sürdü. Arabada bir polis memurundan su isteyince, hayalarını tutarak “Al sana su” diye karşılık verdi ve ayağındaki o kalın botlarla göğsüme tekme attı. Daha sonra Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler, orada da bizlere vurdular. Sonra orada fotoğraflarımızı çekip, hastaneye götürdüler. Hastanede doktoru ayarlamışlardı. Doktora ağrıyan yerlerimizi gösterince, rapora yazmadı. Oradan da Çocuk Şube’ye gittik. Orada gece üç-örde kadar, o halimizle, bilerek yatırmadılar. O akşam Kürtler üzerine planlarını anlatıyorlardı; bir tanesi bize, “Bana kalsa bir panzerin içindeki su deposuna benzin koyarak Kürtlerin üzerine sıkıp hepsini yakarım” dedi. Daha sonraki günlerde yine belirttiğim şekilde küfürler kullanıyorlardı. Üç gün böyle geçti. Daha sonra bizi Adliyeye götürürken, adı Tahir olan bir polis bize “Mekânım Birlik Lisesi, şayet kurtulursanız oraya gelin. Ekip de çağırmayacağım” deyip herkese vurmaya başladı. “İsteyen bizi şikâyet etsin” dedi. “Hastanedeki doktor gibi o da bizim adamımız” dediler. Biz de zaten onlara bi şey olmaz diye, kimseye şikâyette bulunmadık. Adliyede savcı ifademizi alırken yanımızda bulunan polis bizlere silahını gösterip tehdit ediyordu ve söylediğimiz her şeyi amirine rapor veriyordu. Daha sonra savcı tutuklama kararımızı çıkarıp hakime sevk etti ve hakim de tutuklatıp cezaevine gönderdi. Cezaevine giderken, sanki bizi dört gün boyunca döven, küfür eden polisler gitmişti, bize öğütler veriyorlardı. ‘Fareleri hücreye bıraktılar...’ Cezaevinde ilk gittiğimizde üst aramasında bizleri çırılçıplak soydular; eğilip kalkmamızı söylediler. O zaman çok utandım. O gece gardiyanlar bizi hücrelere koydular. Hücreler pislik içindeydi, bilerek farelerin geldiği mazgalların kapağını açıp farelerin gelmesini sağladılar. Herkesi ikişer ikişer hücrelere koydular. Beni tek kişilik hücreye bıraktılar. Sabah olunca, bizleri müdürün yanına götürdüler müdür bizi koğuşa vermeden önce bize, “Sizleri uyarıyorum, koğuşa gittiğiniz zaman akıllı olun, yoksa sizi bu akşam kaldığınız hücrelere koyarım, görürsünüz” diye tehdit etti. Sonra koğuşa gittiğimiz zaman, koğuşta suların sadece belirli saatlerde geldiğini, sıcak suyun haftada bir gün, yarım saat geldiğini, o zaman da soğuk suyun gelmediğini söylediler. Koğuşta giden su kanalları sürekli tıkalıydı. Sürekli bununla ilgili dilekçe veriyorduk ama yapmıyorlardı. ‘Yemeğin içinde böcek, diş, çivi çıkıyordu’ Her tarafta böcekler vardı, fareler vardı. Yemekler az geliyordu, çoğu zaman aç yatıyorduk. Yemeklerin içinde böcekler, diş, demir parçası, çivi ve benzeri şeyler çıkıyordu. Bir açık görüşte babam bana zafer işareti yaptığı için babama bir yıl görüş yasağı cezası verdiler. Sekiz ay boyunca babamı göremedim. Diğer adli koğuşlara, gelen en iyi yatakları, çarşafları, battaniyeleri verip bize onların kullandığı eskileri verdiler. Hiçbir şeyi dışardan almıyordu ailelerimiz. Kantinden almamız için zorluyordular, kantin paraları da onlara gidiyordu. Dışarıdan gelen elbiselerin etiketli ve yeni olmasını söylüyorlardı yoksa almıyorlardı. Kendi kendimize eğlenmek için halay çekiyorduk, şarkı söylüyorduk. Hemen askerler “sussunlar, yoksa içeri girer biz onları zorla sustururuz” diyorlardı. Mahkemelere gittiğimiz zaman bizlere askerler “teröristler geldi” diyorlardı, küfür ediyorlardı. Mahkemelere gittiğimiz zaman dokuz, on saat yerin altındaki hücrelerde adli suçlularla beraber kalıyorduk. Oradan gelince günlerce yataktan çıkamıyorduk. Hastalandığımız zaman, doktora çıkmak için dilekçe veriyorduk. Aylarca “doktor yok” diye bizi doktora çıkarmıyorlardı. İlaçlar çok geç geliyordu, kendi kafalarına göre veriyorlardı ilaçları... HÜSEYİN AYKOL

Hiç yorum yok: