10 Ocak 2010 Pazar

Kürd'lerin Kısa Tarihi

KISA KURT TARIHI Evrensel tarih, Kürtlerin kökenini ve insanlık sahnesine çıkış dönemini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus tarihçi Lazarev; Kürtlerin etnik ataları olan halkları 3–4 bin yıllarının sonlarında ön Asya da tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunlar Huriler, Lulubalar, Kassiler, Karduklar ve bazı boylardır. Yazara göre Kürt adı 3–4 bin yıllarında ortaya çıkmıştır. M.Ö 1. bin yılın Ortalarından itibaren Kürtlerin dolaysız atalarından söz edebiliriz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı Kuzey Mezopotamya da yani çağdaş Kürdistanın tam merkezinde bulunmaktadır.8 bin yıl önce varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültürü bu topraklarda çağdaş Kürdistanın Suriye’de kalan toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır. Yunanlı komutan Ksenefonda M.Ö 5. yüzyılda yazdığı “Anabasis” kitabında Kürtlerin varlığından yaşam biçimlerinden söz eder. Bu saptamaya göre Kürtler sayısız soykırıma, tehcire ve savrulmalara rağmen direnerek etnik yüzünü koruyup günümüze kadar gelen nadir halklardan biriydi. Başka bir anlatımla Ortadoğu’nun “Otoktan”(yerli) halklarından kendi topraklarında hayat bulan bir halk olarak tanımlanır. Sümer tabletleri incelendiğinde Kürtlerin Mezopotamya’nın yerli halklarından olduğu tezi daha ağırlık kazanmaktadır. Bu temelde neolitik toplumu üzerinde durmak daha çözümleyici olacaktır. Kürt tarihinin düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun çözümlenmesi ve bu çağda yaşayan Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi tarihin aydınlanmasında kilit rol oynayacaktır. Bugün dahi neolitik toplum özelliklerini Kürtlerde görmek mümkündür. Neolitik toplum tarihte ilk defa yaklaşık olarak M.Ö 12 bin den beri, Toros-Zagros dağ sisteminin iç ve dış çeperlerinde ovayla dağlık alanların birleştiği ve su kaynaklarına yakın tepelik bölgelerde gelişim gösterdiği kanıtlanmaktadır. Bu bölge aynı zamanda buzul dönemi boyunca üç kıtanın birleştiği bir alan olup Afrika’nın doğusundan çıkan insan türünün tüm dünyaya en güvenilir yayılma alanı olarak burayı seçtiğini göstermektedir. Buda Mezopotamya’nın coğrafik ve iklim şartlarıyla yakından bağlantılıdır. Uygun beslenme, iklim ve güvenlik bunda temel rolü oynar. Tarihin en büyük devrimi M.Ö.11 bin yıllarında Batmanın Çeme Hallone, Ergani’nin Çeme koteber ve Urfanın birçok toprak tepesinde yerleşime tarım ve hayvancılık devrimi, tarihin çarklarını olabildiğince hızlandırmıştır. M.Ö 6 bin yıllarına doğru neolitik kültür bu bölgede yaygın olarak kurumlaşmaktadır. İlk başarılı örnekleri Tel Khalet yerleşim yerinden ötürü bu döneme Tel Khalat kültürü denilmektedir. Bu kültür M.Ö 4 binlere kadar başat rolü oynamaktadır. İnsanlığın en köklü adımının uygarlığı doğuracak tüm icatların bu alandaki kültür tarafından yaratıldığı gözlenmektedir. Neolitik çağ, süre ve kapsayan itibariyle insanlığın ruh ve zihniyet yapısını oluşturan en temel dönemidir. İlk düşünce kalıpları ruhsal yüceliş, bilgilenme, yönetme, toplum olma bilinci, Tanrı kavramına ulaşma gibi temel ideolojik unsurlar bu dönemde büyük gelişme sağlar. Din ve mitoloji bütün temel kavramların kaynağını bu dönemin koşulları oluşturmaktadır. Din ve mitoloji, aslında toplumun bu büyük devrimsel gelişen zihniyet yansımaları olarak kimlik kazanmaktadır. Güçlü ana kültürü bu dönemin diğer bir özelliğidir. Tarihe damgasını vuran neolitik toplum kültürü orijinalini bu bölgede bulunmaktadır. Daha sonra ise diğer bölgelere yayılmaktadır. Yayılma ise fizik göçlerden ziyade kültürel olmaktadır. Bu kültürel yayılma daha sonra yayıldığı bölgelerdeki kültürlerle de büyük benzerlikler taşıdığı kanıtlanmaktadır. Kültürel yayılma sadece maddi üretim tekniğiyle sınırlı değildir. Özellikle Hint-Avrupa dil grubunun esas kaynağının, bu büyük devriminin gerçekleştiği Dicle-Fırat havzasının yukarı kısımları olduğu kanıtlanan diğer bir gerçekliktir. Aryan dil ve kültür grubu M.Ö 11.bin yıllarında şekillenmeye başladığı ve bu kültür oluşumuna kaynaklık eden ise tarım ve hayvancılık devrimidir. Bu bölgede Kürtçe lehçelerinde kullanılan birçok kelime kaynağını bu dönemde ve bu zamanda oluştuğunu göstermektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gereken diğer husus ise Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olan yerli gruplardır. Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin atalarına ve analarının, tüm bu tarihi dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğu gösterilmektedir. Sümerlere kadar ki bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto- Kürtler demekte mümkündür. Diğer birçok dil devletin resmi dili haline gelmesine rağmen lehçeler arasındaki farklılık oldukça derindir. Ama aynı durum Kürtler için söz konusu değildir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Burada belirleyici etken, neolitik devriminin uzun süreli dil ve kültür gücünden ileri gelmektedir. Diğer yandan bu devrim Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları böylelikle kültürel ve dilsel saflığını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Belirtilmesi gereken bu anlamdaki diğer bir husus ise kültürel veya dilsel aktarımın nesilden nesile aktaran ananın belirleyici rolü olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerde de bu durum fazlasıyla yaşanmaktadır. Dört bin yıl önceki ezginin içeriği ve melodisi bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmektedir. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçeği doğrulamaktadır. Yine Sümer inanna ve Akadrası olan aynı tanrıça İştarın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı daha sonrası “en yüce ve büyük” anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirdiğini göstermektedir. Kürtçe de Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıktıklarında yıldızlarla simgeleştirilmesi Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir. Neolitik topluma Kürtlerin başat rolü ortadadır. Ama tüm halkların emek tarihi hakkıyla yazılmamıştır. Egemen sömürücü güçler tarafından yok sayılmış veya çarpık yansıtılmıştır. Kürtlerde bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Tarihi siz yaratacaksınız, uygarlığın başlatıcısı olacaksınız ve yok sayılacaksınız inanılmaz bir çelişki. Sanırım Kürtlerin eğer suç sayılacaksa tek sucu uygarlığa olan bu katkısının tarihe yazdırmamasıdır. Tarihin yazılı olarak başladığı MÖ yaklaşık 3 binli yıllar döneminde, tarih sahnesinde başta gelen bir rolü Kürt asıllı topluluklarının oynadığı, Sümer yazılı belgelerinde güçlü bir biçimde anlatılmaktadır. Sümerlerde bu topluluklara Horrit, Guti, Kassit, Mitaniler gibi adlar takmışlardır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. Kısaca bu Kürt asıllı topluluklara bakmak yerinde olacaktır. Çünkü Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağ yaratıcı Horritlerden aldıkları rahatlıkla görülmektedir. Temel bilgi ve mitolojik kavramları da daha fazla bu kültürden alınmıştır. Sümer dil yapısındaki bir çok ön ek ve dişil öğede bu kültürden alınmadır. Birçok Sümer destan ve şiiri, içerik ve biçim olarak, bugün bile Kürt aşiret kültüründe varlığını sürdürmektedir. Bir Dervişe Abdi destanı uyarlaması, kaynağını MÖ 2.bin yıllarda yazılan Sümer tabletlerinde bulmaktadır. Aynı Sincar bölgesinde meçhul bir kız tarafından Gıro olarak adlandırılan anonim bir halk kahramanı adına seslendirilmektedir.MÖ 2000 ‘lerde yazılan Gıro şiiriyle, bugünkü Dervişe Abdi Destanı, söz ve biçim olarak çarpıcı bir benzerlik arz etmektedir.Dolayısıyla bu toplulukları incelediğimizde Sümerlerle bu topluluklar arasındaki ilişkiyi daha net bir biçimde görebiliriz. Anadolu Hitit İmparatorluğu ile Sümer ardılı Babil-Asur İmparatorluğu arasındaki Yukarı ve Orta Mezopotamya ‘nın (Luwice Gondwana,Sümerce Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve doğu-batı geçiş noktasında yer alması,ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama gibi bir iklime sahip olması,onun adeta tarihin “doğuran anası”,büyüten beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır.Bu özelliği aynı zamanda dört taraftan ve sürekli istila ve talan alanına dönmesine yol açmıştır.Uygarlık doğuran temel alan olmasına rağmen ,merkezi yapılar ve kurumlara kalıcı olarak sahip olmaması da bu özellikleriyle yakından bağlantılıdır.Tampon bir geçiş bölgesi olmaktan kurtulamamaktadır.Halbuki günümüze kadar buradan beslenmeyen uygarlık yok gibidir.Bu özelliği ,onun günümüzde dilini bile hayvan sesi kadar özgürce kullanamamasının nedenini de izah etmektedir. Bu alandaki etnik yapılar M.Ö 6000’den beri bilinmektedir. Tarım devrimini merkezleri,Dicle ve Fırat’ın kollarıyla birlikte çıktığı dağların ova kesimleriyle birleştiği noktalarda ortaya çıkmışlardır.Yüzlerce tümsekte yapılan kazılar bunu kesinlikle doğrulamaktadır.Hint-Avrupa dil grubunun temellerinin de bu tarım devriminin merkezlerinde oluştuğu hem etimolojik hem de arkeolojik kazılarla doğrulanmaktadır.Gelişim merkezleri olması alanın temel özellikleriyle birleşince, bu durum kabile ve aşiret düzenlerinin çok güçlü yapılar olarak şekillenmelerini beraberinde getirmiştir.Bu etnik yapısal özellikler etraftaki merkezileşmiş uygarlık güçlerinin istila ve işgal hareketleriyle birleştiğinde ,bir uygarlık alanı olarak merkezileşmeye kolay kolay fırsat tanımamaktadır. Bu genel yaklaşımın ışığında Hurri adlı benzer ve akraba bağları olan aşiretlerin M.Ö 2000–1500 yılları arasında bir konfederasyon teşkil ettiği, ama merkezileşerek Hititler kadar bir gelişmeyi sağlayamadıkları anlaşılmaktadır. Hurriler, Hititlerle ve toplumsal temellerini oluşturan Luwi ve Khaldi etnik gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Ticaret yoluyla Sümer, Babil ve Asur etkilerinin kuzey ve doğuya taşınmasında ilk halka rolünü oynamaktadır. Sümer uygarlığıyla komşulukları ve neolitiğin sahibi olmaları nedeniyle çok yakın akrabalıkları mevcuttur. Dil yapılarında ve birçok kelimede ortaklık söz konusudur. Bunun çok erken dönemde, daha sonra Sümerler kuruluş aşamasındayken geliştiği de kabul gören bir görüştür. Bir anlamda Sümer şehir alanlarıyla Hurri tarımsal alanları doğal bir ittifak durumunu yaşamaktadır. Tanrıça inanna mitolojisinde ve Gılgameş Destanında bu gerçeğin izlerine güçlü bir biçimde rastlanmaktadır. Yani Hurrilerin merkezi uygarlığa bir nevi Sümer’dir.Ayrı bir merkez kurma ihtiyacını güçlü bir biçimde duymamaktadır.Çünkü yanı başında bu ihtiyacı gören merkez dururken, yeni bir tane kurmanın gereği yoktur anlayışı oldukça güçlüdür.Günümüze kadar bu anlayışın izlerini güçlü bir biçimde yaşamaktayız.Oynayan rol,yanı başındaki merkezileşmiş siyasi güçlerin eyaleti,otonomisi,federesi olma biçimindedir.Bugün bu alanda yaşanan bu gerçekliğin daha tarihin başlangıç yıllarında bir temele dayandığı anlaşılmak durumundadır. Gutiler daha çok da Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan diğer Aryen kökenli bir etnik gruptur. Sümer şehir devletlerinin iki başlı oldukları dönemde bir tarafın müttefiki olarak hareket etmektedirler. Semitik Akad Hanedanlığı’nın yıkılmasında bir kısım Sümer şehir devler yöneticileriyle yapılan işbirliği sonucunda kurulan ittifak temel rol oynamıştır. Burada tarih günümüze kadar bu tip ittifaklara sürekli tanık olacaktır. Guti’nin kelime manası da (Gud=öküz, sığır ) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Sümerlerin sürekli bu tarz bir kavramlaştırma dil yapıları mevcuttur. Guti Hanedanı yaklaşık M.Ö 2250-2150 yılları arasında yüz yıllık bir hanedanlık kurmuştur.Bu hanedan Sümer toprağında hüküm sürmüştür.Daha sonra yine bu sefer Semitik kökenli Amorit (Sümerce bu kelime ‘Batılılar’ demektir) gruplarla ittifak kuran bir kısım Sümer şehir yöneticileri bu hanedanlığı yıkmış ve sürmüşlerdir. Kassitler, daha çok kuzey ve doğu dağlık alanlarından gelen bir nevi yoksul kır emekçileri olarak Sümer kentlerinde yaşayan bir kesimdir. Zaman zaman güçlerini birleştirerek hanedan değişikliğinde önemli rol oynamışlardır. M.Ö 1595’te Mitaniler ve Hititlerin Babil’i istilalarında Kassitlerin rolünden de bahsetmek mümkündür. Bürokrasi ve kültür alanlarında kendilerine göre bir ekol yaratmışlardır. Bunun izlerine İran kökenli vezirler olarak Abbasi İmparatorluğu’nda Barmekiler, Selçuklu İmparatorluğu’nda Nizam-ül Mülk’ün vezirliğinde tanık olmaktayız. Bu tip bürokrasi Kassitlere kadar gitmektedir. Mittaniler, Hurri konfederasyon denemesinden sonra kurulan daha güçlü bir federasyon konumundadır.Habur çayının doğduğu yerde Wajukani adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır.Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da ,bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürmektedir.M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır.Demiri kendi tekelinde tutmuştur.At yetiştiriciliğinde meşhurdur..Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ortamını yaşamıştır.En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir. Urartu (Sümerce, yüksek yerler memleketi) Van kıyısında merkezileşen önemli bir uygarlık parçasıdır. Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayanmaktadır. Khaldilerin giderek ağırlık kazandıkları anlaşılmaktadır ve Ermenilerin ataları olmaları yüksek bir ihtimaldir. Devletin daha çok kuzey bölgelerinde yaşamaktadırlar. Yüzlerce Hurrit kökenli aşiretlere dayandıkları, başlangıçtaki gevşek federasyonlaşmayı giderek merkezi bir devlete dönüştürdükleri görülmektedir. M.Ö 1000–700 yılları arasında yaşamışlardır. Maden yataklarına, at yetiştirme merkezlerine ve orman kerestesine sahip olduklarından, Asurların korkunç saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu dönemde savaş teknolojisi güçlü Asur kralları hiçbir halka aman vermedikleri gibi, karşılarında direnen tek güç olmaları nedeniyle Khaldilerin böylesine boy hedefi olmaları anlaşılır bir husustur. Tarihte ilk defa en uzun sulama kanalı (56 km uzunluğu) ve barajları kurma ustalığını göstermişlerdir. Elit tabakanın dili karışıktır. Sümer kutsal metinlerini okul sisteminde okutmaktadırlar. Asurca devlet dili arasında yer almaktadır. Her tarafta olduğu gibi Sümer uygarlığının ağır dil ve kültür yapısı etkinliğini sürdürmektedir. Aşiretlerin dili farklıdır ve yazıya konu olmamaktadır. Bu husus da günümüze kadar varlığını sürdüren bir bölge gerçekliğidir. Egemen ve işbirlikçi yöneticiler hakim dil ve kültürün taşıyıcıları iken, aşiretler daha çok yerel halk dil ve kültürünün taşıyıcıları konumundadırlar. Urartulardan az sonra, bu sefer daha doğuda Gutilerin bir devamı gibi Babillilerle ittifak halinde hareket eden Aryen kökenli Med aşiretler federasyonu, M.Ö 625’lerde Asur İmparatorluğunu yıkar. Babil bir kez daha ve son olarak üstünlük kazanır. Medlerin gevşek federasyonu, yükselen Aryen-Pers kökenli Akhamenit Hanedanlığı için bir geçiş rolünü oynar. Med kralı Astiyag ‘ın yeğeni Kiros’un saray darbesiyle, siyasal otorite ilk defa Güneybatı İran’da yoğunlaşan Pers aristokrasisinin eline geçer ve kısa bir süre sonra M.Ö 550 yıllarında güçlü ve merkezi Pers İmparatorluğu’nun kuruluşuyla sonuçlanır. Kürtler kendi yurtlarının yerlisi olup, ekip biçmeyi, hayvanları evcileştirip, kendi medeniyetlerin ürünü olan köy ve şehirleri inşa ettiler. Kürtler İslamiyet’ten önce Zerdüşt dinine tapıyor hayatı var eden aydınlığı, ayı, güneşi kutsal biliyorlardı. Kürtler Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmediler. Müslümanlığı aynı zamanda Arap egemenliği kabul, ona biat ve teslimiyet olarak algıladıkları için direndiler. Araplar dini yayma adı altında Kürdistan şehirlerini işgal ve talan ediyor, ki bu savaşların en önemlisi de 642 yılındaki Nahavend Savaşı ve onu izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri Arapları geriletmiştir. Bu savaşlarda ve Kürt tarihi açısından dönüm noktası olan Şorezor savaşında Araplar Şorezor şehrini ele geçirmekle birlikte Kürtler halife yönetimini kabul etmiyordu ve daha sonra birbirini izleyen isyanlar başlıyordu. Bu isyanlarda Cafer Faracis liderliğindeki Musul Kürtleri 830 yılında Azarbeycan ve Ermenistan arasında kalan toprakları büyük bölümünü ele geçiriyor ve halifenin orduları Dasin dağlarında bozguna uğratıyordu. Araplar savaşta yetersiz kalınca Selçuklulardan oluşan “Hassa ordusu” ki günümüzde kiralık asker olarak bilinir. Kürtlerin üzerine sürer ve çocuk, yaşlı, kadın demeden kılıçtan geçirilir. Kürtler İsfahan, Cebel ve Farsta yenilgiye uğratılır. Fakat bu yenilgi Kürt-Arap savaşların sonuncusu olmuyor ve 10–11. yüzyıllara sarkıyordu. Tüm bu çabalara rağmen Kürtler Araplaşmıyor ama Selçuklu akınları ve kanlı baskınlarda devam ediyordu. Ta ki, Kürt Usıf e Selahaddin e Eyyup bütün Müslümanları Sultanı olana kadar. Selahaddin Eyyubi Kürtler açısından kötü gidişin sonun oldu. Selahaddin, varlıklı, bilim ve kültürel alanda tanınmış bir aileden geliyordu. Nitekim kendiside İslam âleminin Sultanı olduktan sonra kültür ve bilime büyük önem vermiş, çevresine dönemin bilginlerini toplamış, daha sonra Moğollar tarafından yakılıp yıkılacak olan dünyanın en zengin kütüphanesini kurmuştu. Yusuf Selahaddinin kökleri TC. Tarafından Hasankeyf diye değiştirilen Hınsı Keyfliydi. Selahaddinin amcası Şekux (Dağ aslanı) büyük bir askeri komutan, babası Eyyub ise Saddam Hüseyinin doğum yeri olan Tikrit’in valisiydi. Selahaddin Tikrit’te doğdu. Selahaddin Eyyubi, Kürtlerinde içinde bulunduğu Arap ordularını yönetiyordu.1169’da Arap dünyasının hükümdarı oldu. Selahaddin Eyyubi İslamın iktidarını ele geçirince Kürtler rahat bir nefes aldı. Barbar Selçuklu baskınlarına son verdi. Fakat Kürtler dönemin nesnel koşulları gereği bu gücü ulusal amaçlar için kullanmıyordu. Döneme hâkim olan “Ümmetçi kalıplar” içinde kalınıyordu. Bu dönemde ümmetçiliğin evrensel açılımı bütün değerlerin önüne geçiyordu. Nitekim Avrupa’da, ekonomik ve siyasal amaçlarını “Din mihveri” etrafında birleştirmiş ve Haçlı seferlerini başlatmıştı. Kavmiyet yerine Din savaşlarının verildiği böyle bir dönemde Kürtlük bilincini üste çıkması dönemin genel örgüsüne aykırıydı. Selahaddin Eyyubi adaletli ve savaşçı kişiliğiyle dönemin haçlı komutanlarını yenilgiye uğratmasına rağmen Karizmatik kişiliğiyle birçok haçlı komutanını derinden etkilemiş ve daha sonra filmlere konu olmuştur.Değinilmesi gerek önemli bir diğer nokta ise Selahaddin İmparatorluğu bir Kürt devleti olmamakla beraber birçok ordunun komutanı ve şehirlerin valisi Kürtlerdendi. Selahaddin en seçkin ordusunu Kürtlerden oluşturmuştu. Selahaddin Eyyubi’den sonra, Selçukluların Kürtlerin üzerindeki baskısı artıyordu. Uzun savaşlardan sonra saldırmazlık anlaşmasıyla uzlaşmaya varılıyordu. Kürdistan Mirlikleri tam barış ve sükûna kavuştuk derken çok geçmeden sıra Kürtler üzerindeki Moğol istilası gelecekti. Moğollar 1219 yılında Harzanşeh devletine saldırıyor, Sultan Celaleddin kaçıp Kürdistan’a sığınınca Moğollar bunu bahane edip Kürdistan’a yöneliyor. Cengiz ve komutanları yıkıp yakmaya, katliamları sıradan bir uğraş haline getiriyorlardı.1231 yılında Amedi, Cizre, Mardin ele geçirdiler. Ahlat, Şorezore, Kirmeşah, Erbil, Musul, Hakkari de taş üstünde taş bırakmadılar, eşi benzeri olmayan katliamlar gerçekleştirdiler. Kürtlerin yaşamlarının her döneminde Kendilerini katliamdan kurtaran ve özgürleştiren dağlara sığınarak bu istilada en iyi bir şekilde kurtulmaya çalıştılar. Bu istilalar içinde yine Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştiren Erbil kalesinin direnişi ve ihaneti önemli bir diğer noktadır. Erbil valisi Kırmenşah’ın kaderinin yaşamamak için kaleden çıkıp teslim olmasına rağmen Kürt savaşçıları kaleyi terk etmiyor gece baskınlarıyla Moğolların ordusunun büyük kayıplar verdiriyordu. Fakat Musul’daki komutanın işbirlikçileriyle Erbil kalesi Moğollar tarafından ele geçiriliyordu. Musul istilalarından büyük kayıplara uğrayan Kürtler Timur’a karşı hazırlıklı davranıyor. Timur’un saldırısını beklemeden ondan önce harekete geçiyor ordusunu yol boylarında “vur kaç” yöntemiyle büyük kayıplar verdirtiyordu. Fakat bazı işbirlikçi Kürtlerin saf değiştirip kendi halkına hançer çekmesi üzerine savaşın seyri değişiyordu. Timur 1400 yılında Bağdat’tan Azerbeycan’a dönüşü sırasında Kürtlerden ağır darbeler alıyordu. Timur’dan sonra Kürt beylikleri Akkoyunlu ve Karakoyunlulara karşı‘da bağımsızlıklarını koruyarak Roma-Bizans topraklarında oluşan Osmanlı devleti ile yüz yüze geliyordu. Şerefnameye göre Kürt mirlikleri 15.yy ‘da iç açıcı bir durumdaydı. Mirlikler diğer halklarla komşuluk ediyor ve refah düzeyi yüksek bir hayat sürdüyorlardı. Kürt mirlikleri arasında en gözdesi Evdalan hanedanıydı. Egemenlik sınırları İran Kürdistan’ını batı bölgelerinde içine alan bugünkü güney Kürdistan’ının tümünü kapsıyordu. Diğer büyük mirliklerde Hakkari, behdinan, bahti, hısnıkeyf,erbil,sorandı.Beylikler halinde yaşayan Kürtler 16.yy’ da kendilerini İran ile Osmanlı imparatorluklarının dişlileri arasında buluyordu.Afganistan’ın göçmen bir aşiret olan Osmanlı yönetimi ile Kürtlerin siyasal ve sosyal ilişkileri 15.yy’da başlıyordu.Kürtler Osmanlılara romi yerleştikleri topraklarda Romalıların ülkesi anlamına gelen ‘ diyare rome’ diyorlardı.Bizanslılarla kurdukları iyi komşuluk ilişkilerini osmanlılarlada yürütmeye çalışıyorlardı.Fakat Kürtler 1500 yılların başında Osmanlılarla İran arasında baş kösteren çekişmelerin ortasında kalıyordu. İki büyük imparatorluk Kürdistan’ı stratejik olarak önemli buluyorlardı. Bu dönemde Kürtler bu imparatorlukları güçlerinin farkında olup emperyal niyetlerini tahmin edebiliyorlardı. Çok geçmeden Kürtler Amed mirliği önderliğinde merkezleşmeye gitti. 1501’de Şah İsmail tahta geçti. Kürtler iki imparoturluklada iyi geçinmeye çalışıyor, dengeli bir siyaset yürütüyordu. Bu bağlamda iyi dileklerini bildirmek üzere birkaç Kürt emirliği Şah İsmailli ziyarette bulundular. Şah İsmail dengesizliği ile önce Kürt valilerini zindana atıp sorguluyor ve daha sonra serbest bırakıp Hasankeyf valisi Melik Halid’i görkemli bir düğünle kız kardeşiyle evlendiriyordu. Bu arada Osmanlıda boş duracak değildi. Kürt birliklerini hoşnut tutan jestlerde bulunuyor, hediyeler gönderiyordu. Şah İsmail Kürtler üzerine sefer düzenlemeye başladı. Hazırlıksız yakalanan Kürt mirlikleri, Şah İsmaillin karşısında varlık göstermediler. Kimi teslim olup yanına geçiyor, kimside savaşarak direnmeye çalışıyordu. Şah İsmail Siirt’ten, Çapakçur(Bingöl), Palu’dan Maraşa kadar bütün Kürt illerine kendi adamlarını vali olarak atıyordu. Şah İsmail’le Kürt savaşı birkaç yıl sürdü. Bu sırada Osmanlı başında korkunç lakabıyla bilinen Yavuz selim Kürdistan’dan sonra sıra kendisine geleceğini biliyor ve İran imparatorluğuna karşı savaş ilan ediyor. İki ordu 1514 tarihinde Van gölünün kuzeydoğusunu çaldıran vadisinde karşılaşıyordu. Şah İsmaillin daha önce savaş açtıkları Kürt mirliklerinin bir kısmı ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla Osmanlı tarafına geçiyor. Bir kısım mirliklerde şah İsmail’den yana tavır koyuyor ve yavuz selim Şah İsmaili çaldıranda yeniyordu. Tarihçilere göre Kürdistan yöneticileri Şah İsmail ile Yavuz Selim arasındaki çelişkiden yararlanmayı bilemediler. Ulusal birliklerini pekiştirme yerine ikiye bölündüler bu yüzden bir birine kılıç çekecek duruma geldiler. Bu dönemde Kürdistan’da İdrisi Bitlisi kişiliği Kürt tarihine damgasını vuruyor. Yavuz Selim Kürt vali ve mirliklerini yanına çekmek için kimilerine baskı kimilerine karşıda yoğun bir diplomasi yürütmüştür. Kürtlere karşı diplomasi ayağını yürüten yavuzun kadim hizmetkârı heybeler dolu altın karşısında kendisini satan İdrisi Bitlisidir. İdrisi Bitlisi Bitlisli bir Kürttür. Çok iyi bir eğitim görmüş din adamı, Melleydi. Kimi çevrelere göre sofi diye de bilinir. Farsçayı çok iyi biliyordu. İlk Osmanlı sultanlarının tarihini anlatan “heşt be heşt” adındaki kitabının Farsça şiir dille yazılmıştı. Hayatını bölge sultanlarına hizmetle kazanıyordu. Bazı tarihçilere göre her şeye rağmen ikili görüşmelerde Kürtleri gözettiğini belirtilir. Osmanlılarla Kürt mirleri arasındaki anlaşmalara Kürtlerin bağımsız ve özgür kalacağına ilişkin maddeyi o koydu. Ama tarihçilerin genel bir kabul ile Kürt beyliklerini Osmanlıya bağlayan Kürtlerin kaderini satan kişi olarak nitelendiriliyorlar. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlının Kürdistan mirleri ile imzalanan anlaşma gereğince savaşlarda Osmanlının yanında yer alıp yardım ediyor. Ama iç işlerinde bağımsız özgür ve özerk kalıyorlardı. 18000’lere kadar Kürdistan’ın özerkliğine el uzatılmıyordu. 1800 de Osmanlı müdahalesi başlayınca tümü ile kopma bağımsızlaşma yolunda isyanlar sürecine giriyordu. 18–19 y.y dünyanın sarsılarak değiştiği dönemdir. Halkların ulusal bilincini ateşleyen Fransız ihtilalinin etkileri evrensel devrimlerle yayılıyordu. Batı Asya ve Kürdistan’da etkilenme alanındaydı. Fransız devrimi ile beraber Osmanlı İmparatorluğu içende yaşayan halklar yavaş yavaş bağımsızlaşma sürecine girdiler. Çürümüş Osmanlı İmparatorluğu güçsüzleşmesinden kaynaklı Fransız ve İngiltere’nin himayesine girmeyi kabul etmişti. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde batılı devletler tarafından içten paylaşılmıştı. Tabi ki bu paylaşımda Rusyada pay koparma peşindeydi. Kürdistan’ın bağımsızlaşması bu emperyal devletlerin zararınaydı. Kürtlerin bağımsızlaşma sürecinde Osmanlıdan ziyade engel teşkil eden Fransa, Almanya ve Rusya’ydı. Özellikle Rusya’nın bölge devleti olması ayrı bir öneme sahipti.Kürdistan’ın bağımsızlaşması Rusya’nın alacağı payı küçülteceğinden Osmanlıyla savaşta dahi olsa bile Kürtlerin karşısında dururdu. Kürtler Osmanlıya karşı isyanda öteki halklara öncülük etmişlerdi. Mora, Girit isyanları Kürtlerden 20 yıl sonra baş gösterdi. Bulgarlar, Sırp, Arnavut ve Araplar Kürtlerden çok sonra isyan edecekti. Fakat Kürtler onlardan farklı şartların kurbanıydı. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’a destek veren batı devletler Kürtlerin karşısında Osmanlının yanında yer alıyorlardı. Öte yandan çekememezliklerin yarattığı iç bölünmeler ve kardeş kavgaları yüzünden Kürtler birlik kuramıyordu. Düşmanların körüklediği din mezhep gibi ayrılıklar kavga nedeni yapabiliyorlardı. Mirler, şeyh, bey ve aşiret reisleri bir biri ile üstünlük kavgasındaydı. Ulusal kurtuluş hareketi sırasında bir kardeş ötekinin yenilgisinden mutluluk arıyordu. Bu şekilde de bağımsızlaşma mümkün görünmüyordu ve olmadı zaten. İlk Kürt bağımsızlık hareketi 1800 başında behdinan soran ve babanların bulunduğu güney Kürdistan’da doğdu. Bu dönemde Osmanlı ve Ruslar arsında da savaş vardı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Abdulrahman paşa merkezi Süleymaniye olan baban mirliğinin başına geçince bağımsızlıkçı siyaset izleyip bundan da başarılı olmuştur. İngilizler duruma el koyunca isyan bastırıldı. Fakat bu isyanların başlangıcıydı. İngilizlerden destek alan Osmanlı Kürdistan şehirlerinde yaptığı kıyım Kürdistan’ı ayağa kaldırıyor ve her yerde isyan ateşleri yanıyordu, daha sonra baban isyanının mirasını Behdinan, Soran, Botan, Hakkari ve merkezi Mardin de bulunan milli aşireti isyanı izledi. Bu isyanların en etkilisi 1813 yılında soran birliğinin başında bulunan mir Muhammed önderliğindeki isyandır. Mir Muhammed bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Mir Muhammed 1833 yılında Mardin ve Diyarbakır da Osmanlı egemenliğine son verdi. Bu dönemde Osmanlı ordularının başında Kürtlere özel bir kini olan Reşit Paşa bulunuyordu. Reşit Paşa 1836 yılına kadar çocuk yaşlı kadın demeden büyük çapta katliamlar yaşatıyordu. Bu isyanın diğer bir özelliği ise Ermeni ve Yezidilerinde Kürtlere destek vermesidir. Bu öfke karşısında Kürt aşiretleri ilk defa topyekûn ulusal bilinçle hareket etmeye başladı. Ta ki Reşit Paşa İngiliz ajanları ile ittifak yapıp bazı Kürt aşiretlerini satın alıp ümmetçilik fikrini atıncaya kadar. Durum böyle olunca bazı aşiretler Osmanlı tarafına geçer ve Mir Muhammed bunu üzerine halka zarar verilmemesi koşulu ile teslim olur. Daha sonra İstanbul’a götürülüp belli bir süre bekletildikten sonra ülkesine geri gönderme sözü verirler. Tabi ki bu tuzak olup mir Muhammed yolda şehit edilir. Kürt atasözü “bexte Rome tuneye” Osmanlıya atfen söylenmiştir. Mısır Paşası Mehmet Ali kavalalı Mısır Suriye, Filistin ve Lübnan üzerinde hak iddia edince Osmanlı ordusu ile çatışır ve Osmanlı ordusunu dağıtıyordu. Bu durumda Kürtler rahat bir nefes almaya başladılar. Kürt tarihini önemli bir dönüm noktası da 1840’larda Bedirhan Bey ile başlar. 1840 ‘da Kürt sorunu dünyanın gündemi halinde gelmişti. Bu dönemde Osmanlı barbarının öne sürdüğü görüş ise aslında günümüzdeki anlayıştan çokta farklı değildi. Rus tarihçinin anlatımına göre Kürdistan’da inanılmaz boyutlara varan katliamları feodal Kürtleri modernleştirmek adına yapılıyor ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyordu. Botan mirliğinin önderi Bedirhan Bey Kürdistan’da genel ayaklanma başlattı. Kürtler arasında geniş bir ittifak kurdu. Osmanlı durumu iktisadi ve siyasi açıdan da iyi durumda değildi. Bedirhan bey Kürdistan’da siyasi ve iktisadi alanda gelişmeler ve yenilikler getirmiştir. Kürt gençlerini silâhaltına alıyor ve eğitiyordu. Kürdistan bağımsızlaşmaya doğru önemli adımlar atmıştı. Fakat Kürdistan’ın bağımsızlaşması sadece Osmanlı sultanını rahatsız etmiyor İngilizleride ciddi boyutlarda rahatsız etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında İngilizler 99 komplosundaki gibi planlar üretmeye başlamıştı. O dönemde Kürdistan’da yaşayan Hıristiyan halkalar “ Süryani ve Ermenileri” kışkırtmaya başlamıştı. Bunda Kürt din adamlarıda nasibini alınca Bedirhan beyin bin bir çapa ile kurduğu ittifak yine boşa çıkartılmıştı. Osmanlı ordusu Bedirhan beyle hareket eden diğer Kürt mirliklerine de saldırdı. Bu arda da Bedirhan beyin yeğeni Yezidi Şer Osmanlının kendisine verilen vaatlere kanınca cepheden çekildi ve 1847 ‘de Bedirhan Bey Osmanlıya teslim oldu. Bedirhan bey İstanbula götürülüp Girite sürgüne gönderildi. Ordanda Halepe 1868 ‘de yaşamını yitirdi. Bedirhan Bey teslim olmuştu ama direniş Mehmet ve Muhammed Beyler tarafından devam ettiriliyordu. Bu dönemde Osmanlı Kırım savaşı başlamıştı. Osmanlı Kürtlere din kardeşi adı altında yanaşmaya çalışıyor ve Kürtleri orduya çağırıyordu. Osmanlıya destek vermeyen Kürtler dağlara sığınıyordu. Zorla askere alınan Zilan, Sıpki ve Hayderan aşiretleri daha sonra ordudan firar ediyorlardı. Osmanlı Yezidi Şer’e verdiği sözü tutmamıştı. Bunun üzerine İstanbul’dan ülkesine geri dönüyor ve buna isyanla karşılık vermeyi düşünüyordu. 1854 ‘de isyan başladı ve şaşırtıcı bir şekilde büyüdü bunun üzerine İngilizler araya girip barış görüşmeleri başlattı. Dengesiz olan Yezidi Şer barış görüşmeleri kabul etti ve tutuklandı. Bu arada da önemli bir noktada Dersimin durumuydu. Dersim bu isyanlara sesiz kalıyor ve kendisini ayrı bir ada olarak görüyordu. Fakat Osmanlı bu şekilde düşünmüyor. 1877’de Erzurum valisi Semih paşa Dersim üzerine 4000 kişilik bir ordu ile yürüyor. Ve büyük bir katliam yaşatıyordu. Küçük çaplı isyanlar 1877 Osmanlı Rus savaşlarına kadar devam etti. Osmanlı kırım savaşıyla iktisadi anlamda çöküşe uğradı. Osmanlının efendisi İngilizler Osmanlı ekonomisine tamamen el koymuştu. Abdulhamidin yeni dönem için keşfettiği din kardeşliği propagandasına son hızla devam edip yeşil bayrak açmıştı. Fakat Kürtler buna inanmıyor ve sessizce Kırım savaşını sonuçlarını bekliyordu. Osmanlı ekonomik anlamda iflas edince Kürtler Özgürlük koşusuna devam edecekti. 1878 ilkbaharında Muş ve Bitlis bölgesinde aynı anda isyan patlak verdi. Ayaklanma kısa bir süre sonra Botan ve Hakkâri yöresine yayıldı. Başlangıçta kendiliğinde oluşan bu isyan Bedirhan beyin oğulları ile nitelik kazandı. Birçok Kürt illi ele geçirildi. Sultan isyanı bastırmaya çalışsada başarılı olamadı. Durum iyiye gitmeyince topyekûn savaşla Kürdistan üzerine gidildi ve sonuç kan gölü. Ama özgürlüğe aç susuz Kürtler boş durmayacak isyan ateşini söndürmeyecekti. 1879 yılında Şemdinan da Şeyh Ubeydullah önderliğinde sönmeyen isyan ateşi tekrar alevlendi. Şeyh Ubeydullah Kürdistan’da yaşayan tüm halkalar arasında sevilen sayılan bir isimdi. Şeyh 1879 yılında İran ve batıdaki Kürtlerle geniş çaplı isyan için temasa geçti. Ermeni ve Süryanilerle ilişkiye girip ittifak yapıldı. Kürdistan’da ilk genel birlik ve dayanışma kurultayı 1880 yılında şeyh Ubeydullah önderliğinde Şemdinan da toplandı. Toplantıya Kürdistan’ın dört bir yanında liderler katıldı. İsyan 1880 yılında Mahabat tearuzu ile başladı ve İran içlerine kadar ilerledi. İran, Rusya, Osmanlı ve İngiltere Kürtlere karşı dörtlü ittifak kurdu. Kürtler geriledi fakat sorun dörtlü ittifak değildi. Yine Kürtler arasında oluşan çatlaklar ve işbirlikçilerdi. Şeyh Übeydullah durumu görünce 1881 yılında geri çekildi ve tutuklanıp İstanbul’a götürüldü. Şeyhin oğulları 5000 kişilik bir güçle tekrar isyan başlatsalar da başarılı olamadılar. Kürdistan’da sönmüş kül olmuş her ateş adeta yeni alevlenmelerinin habercisiydi. Ulusal ruh bütünlüğünden yoksun kılan iç çelişkilere rağmen ataklar durmuyordu. 1800’lerin sonlarında kızıl sultan adıyla bilinen ikinci Abdülhamit vardı. Abdülhamit kurnazlığıyla biliniyordu. Kürt aşiretleri arasında dayanışmayı kırmak ve birbirine düşürmekle ünlenmişti. Kimi Kürt ağalarını İstanbul’a çağırıp ağırlıyor hediyelere boğuyordu. Kızıl Abdülhamit tıpkı bir zamanlar Hıristiyan çocuklarını devşirdiği gibi Kürt ve Arap çocuklarını da devşirmek için aşiret mektepleri kurdu. Bu mektepte yetişen çocuklar kendi halklarına karşı silah çektiği gibi aydınlanıp ulusal mücadeleye verenlerde oluyordu. Kürt tarihinde çokça tartışılan Hamidiye alayları bu mektebin ürünüydü. Ermeni sorunu 1878 yılında yapılan Berlin konferansıyla evrensel boyut kazandı. Abdülhamit. Oluşturduğu Hamidiye alaylarıyla bugün ki koruculuk sistemine benzer bu güçle Kürtleri kendi yanına çekmekle gönül olamasana zor kullanarak diğer yanda da Rus sınır bölgesindeki Ermenileri katletmekti. Resmi gücüne güvenmeyen Abdülhamit oluşturduğu hafif süvari hamidiye alaylarıyla bu amacını gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Ama yıllarca birlikte yaşamış aralarında derin kültürel ve iktisadi ilişki olan iki halkı bir birine düşmeyecekti. Yanı plan tutmayacaktı. Hamidiye alayları beklenen etkiyi gösteremedi. 53 büyük Kürt aşireti arasında sadece 13 tane destek vermişti. Bunların karşısında hem Kürt cephesinde hem de Ermeniler tarafında tepkiyle karşılandı. Osmanlının Kürtleri ve Ermenileri bir birine kırdırma çapalarına rağmen Kürtler 1903–1904 yılarında Sason’da yapılan Ermeni katliamına katılmıyor. Ermenilere destek veriyordu. Rus tarihçi Lazerev bu olay için Kürtler dostlarını ve düşmanlarını ayırt edebilmişti diye yazar. Abdülhamit bir yandan din kardeşliği naraları atarken diğer yanda Kürt kıyımı da son hızla devam ediyordu. Bunun üzerine Dersim Bitlis ve Beyazıt’ta Kürtler Ermenilerle birleşerek “ tedip ve tekmil” birliklerini püskürülüyorlardı. 1906 yılında Erzurum’da isyan başladı Bişare Çetonun 1906 yılında Siirt’de başlattığı isyan Diyarbakır kadar yayılıyordu 1907–1908 kadar çatışmalar sürüyordu Abdülhamit kürdü kürde kırdırtma adına hamiye alaylarını İran Kürdistan’ına sürüyor fakat Kürtler birbirine silah çekmiyor ve Hamidiye alayları geri çekiliyorlardı Abdülhamit’in tüm çabalarına rağmen sindirilmiyordu tersine kendisinin sonu yaklaşmıştı. 23 Temmuz 1908 ittihat ve terakki partisinin düzenlendiği jön Türk darbesiyle sultan etkisizleşiyordu. Başlangıçta Kürtler ittihat ve terakkiye destek veriyordu. Seyit Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan, Kürt önderlerinden şerif paşa Kürtlerin haklarına kavuşacağı umuduyla ittihatcilere destek vermişleri. Bu devirde Kürt dernekleri kültür kurumları kurulmuş gazeteler yayınlanmaya başlanmıştı fakat 1909 yılında ittihatcilerin ırkçı yüzü ortaya çıkmış Kürdistan gönderilen birçok ajan kürdü kürde ve Ermenilere karşı kışkırtmaya başlamışlardı. 1911 yılında ise Kürt kurum ve dernekleri kapatılmıştır. İsyanlar gene sürüyordu. İbrahim paşa artan baskılar nedeniyle isyan başlatmıştı. Erzincan’dan halepe kadar egemenliğini kurmuştu. Paşa kendi halkına zulüm edince hak desteğine yoksun kaldı ve Arap takviyeli Osmanlı ordusu paşayı Sincan dağında öldürüyordu. İbrahim ayaklaması sürerken dersim ayaklandı. Bunu güney Kürdistan’da Barzan ve Zibar aşireti destek verdi. Bunu hamawendi isyanı izledi. 1909 yılında Süleymaniye Kürt ulusal kurtuluş merkezi haline geldi. İsyanı başlatan Süleymaniyeli Şeyh Sait ölünce ayaklama ile tarih sahnesine çıkan oğlu şeyh Muhammet Barzenci devam ettirdi. Aynı yıl kör Hüseyin paşa Bitlis’te ve Beyazıt yönetimlerini elle geçiriyordu. Müdahalelerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze ulaştıran Barzani ailesi bu süreçte tarih sahnesine çıkıyordu. Şeyh Abdulselam Barzani 1910 yılında Osmanlılara karşı isyan başlatıyordu. Bütün Kürdistan’da isyan baş göstermiş ve ittihatçılar çılgına dönmüştü. 1913 yılında ittihatçılar yönetimi bir iç darbeyle ele geçirdiler. 1912 de Kürt önderlerinden Abdulrezzak Bey Kürdistan’da genel ayaklama çağrısı yaptı bunun üzerine ittihatçılar tüm Kürdistan’a askeri sevkıyat yaptılar. Dünya savaşı ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. “ İslam uğruna cihatla Kürtlere gidenler elleri boş dönüyorlardı. Baskı ile silaha altına alanlarda firar ediyorlardı. Abdulrezzak Bey e Yusuf Kâmil ve Bedirhan katılıyor. Bir yanda da Ermenilerle ittifak çabaları sürüyordu. İttihatçılar birinci tehlike olarak Ermenileri görüyordu. Ermeliyi kürde kırdırma politikası tutmayınca iş kendilerine düşüyor ve 1915’te günümüzde de hala tartışan 1,5 milyon ermeni katlediyordu bunun diğer tanımı ise etnik arındırma hareketidir. Yalnız bu 1,5 milyon topluca sürgünler ve kaçarak canını kurtaranlar dışındadır. Kimi Rus kaynaklarına göre aynı süreçte katledilen Kürtlerin dışında 700 bin Kürtleri batıya sürmüştü. Resmi tarihe göre 1803’te 1914 yılına kadar 12 defa ayaklanmışlardır. Bu dönemde isyanı bastırmaya çalışan paşalar kendi yok etme yöntemleri keşfetmişlerdi. Kuyucu lakabıyla anılan murat paşa kurbanlarının başını kesit kuyuya atıyordu. Mısır valisi kavalı Mehmet ali paşa sorunu kökten çözmek için Nizip ve Urfa çevresinde 60 bin kürdü kılıçtan geçiriyordu. Osmanlı ordusunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller “ Gotz paşa “ ve “ General Moltke” anılarında yaşlı çocuk kadın demeden Kürtleri nasıl yok etmeye çalıştıklarını anlatır. Kürtleri katlederek büyük tecrübe eden Osmanlı daha sonra bu yok etme yöntemlerini 1915 Ermenilere uygulayacaklardı. Anadolu coğrafyasını işgal eden emperyal güçlere karşı Kürtler Fransız ve Ruslardan kendi topraklarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu mücadele Antep’te bir Kürt aşireti olan karayılan yine Urfa Maraş’ta verilmeye çalışılmıştır. Birinci dünya savaşında Osmanlı toprakları üzerinde 24 ayrı devlet kurulmuştu bunlardan biriside tarihin hiçbir döneminde herhangi bir coğrafyanın ismi olarak geçmemiş Türkiye cumhuriyeti kurulacaktı. Yeni Ortadoğu coğrafyası değişmişti ama Kürtlere gene yer verilmiyordu. Bu süreçte şeyh Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir’in başında bulunduğu Kürt teali cemiyeti Kürdistan temsilciliği olarak ortaya çıkmıştır. Kürdistanın özerkliği için Avrupa nezlinde girişimlerde bulunuyordu. Bu cemiyet bir yandan da Ermeni Dışnak partisiyle işbirliği içindeydi. 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris yakınındaki Serv kasabasında yapılan 13 bölüm ve 433 maddeden oluşan Serv anlaşmasıyla Kürdistan ilk kez uluslar arası arenaya oturan, onu tanıyan hukuksal bir belge olması nedeniyle Kürtler açısında önemlidir. Antlaşma her ulusun kendi kederi tahin etme çerçevesinde 62 madde de Kürdistan özerkliği güvence altına alınıyordu. Antlaşmaya rağmen savaşın galipleri Kürtlerinin hakları konusunda ısrarcı olmuyor 1922 yılında ise Kürt sorunu dillerine bile almıyorlardı 1919 yılında yapılan Sivas Erzurum ve Amasya toplantılarında Kürtler Mustafa kemale destek sözü vermişti. Bu toplantıların ardında yayımlanan bildirilerde Kürtlerin hakları teslim edileceği yazılıyordu. 1920 parlamentoda Kürtler kendi kimlikleriyle yer alıyordu. Milletvekillerine Kürdistan mebusu diye adlandırıyordu. Bu deyim tutanaklarda geçiyordu. Yeniden yapılanma aşamasında Atatürk dâhil yeni sözcüler Kürtlerin hak ile özgürlüklerine kavuşacaklarını namus sözü olarak sık sık tekrarlıyorlardı. Yeni yapılanmanın tek söz ve karar merci Atatürk 16 ve 17 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilere yaptığı uzun görüşmede Kürtlerin bölgelerinde özerk yönetimler kurabileceklerini açıklayarak umut veriyordu. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti başkanı ismet paşa aynen şöyle diyordu. “ devlet hükümet nezlinde eşit haklara sahip ve ulusal haklardan yaralanan iki halka Kürt ve Türk halkına aittir.”fakat 1923 yılında Lozanda imzalanan anlaşmalarda TC. Sınırları belirlenip devletin varlığı tescil edildikten sonra söylem ve tutumlar aniden değişiyor her şey tersine dönüyordu. 1924 yılında yürürlüğe konulan anayasa ile Kürtler dili kültürü kişiliği ve bütün varlığıyla artık yoktu. Bir sabah aniden Kürtlerin var olmadığına karar verilmiştir. Kürdistan adı Kürtlerin dili insan isimleri yasaklandı

Hiç yorum yok: