1 Ocak 2010 Cuma

Haluk Gerger: Plan tasfiyeyi öngörüyor

ANKARA - Araştırmacı yazar Haluk Gerger'e göre, Türk devleti PKK’nin gönderdiği barış grupları nedeniyle sıkışmış durumda. 'Demokratik açılım' sürecinde hiçbir somut adım atılmadığını belirten Gerger, devletin Kürt sorununun çözümünde ‘tasfiye’nin ötesinde bir vizyon geliştiremediğini söylüyor. Gerger, önümüzdeki günlerde Kürt sorunundaki olası gelişmelere ilişkin, “Nesnelliğin Kürt yanındaki dinamik, yani kararlılık, direniş ve mücadele devam edecek kuşkusuz. Emperyalist desteğin kırılganlığı da” değerlendirmesini yapıyor. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla PKK’nin Türkiye'ye barış ve demokratik çözüm gruplarını göndermesi Kürt sorunu etrafındaki tartışmaları hızlandırdı. Avrupa'dan gelmesi planlanan grubun, devlet tarafından engellenmesi, “şimdi ne olacak?” sorusunu daha sık sordurur oldu. Ortadoğu üzerine araştırma ve yazılarıyla Türkiye'nin sayılı isimlerinden biri olan Haluk Gerger, Kürt sorununa ilişkin son yaşanan gelişmeler ile ilgili sorularımıza yanıt verdi. İşte Gerger’in yanıtları… AÇILIM DEĞİL, PLAN Bir, Kürt veya demokratik 'açılım'dan değil de, bir 'plan'dan söz ediyorsanız ve bunu salt şiddet aracılığıyla gerçekleştirilemeyen “tasfiye”nin kimi anlamsızlaşmış ya da özü boşaltılmış sahte 'reformlar'ın da devreye sokulmasıyla yürütülmesi projesi olarak tanımlıyorsanız, evet bu türden bir devlet planından söz etmek mümkün. Yükselen yığınsal Kürt direnişi ve bununla başa çıkılamayacağını gören emperyalizmin de dayatmasıyla ortaya bugünkü devlet yönelimi çıktı. Bu, uzun vadeli bir yönelim midir yoksa sadece günü kurtarma kurnazlığı mıdır, bu henüz belli değil. PLANIN OLMAZSA OLMAZI Müthiş bir sıkışıklığı, belki de iki adım ileri atmak için bir geri adım atma gereksinimini, belki belli çevrelerde bir olgunluğu, Kürt mücadelesi ve ABD tarafından dayatılmış kimi zorunlulukların hükmünü icra etmesini, söz konusu planın olmazsa olmazı. PKK, barış gruplarını göndererek devlet tarafından atılacak adımlara karşılık verileceğini, çözüm ve barış için gereken sorumluluğun üstlenileceğini göstermek ve belki aynı zamanda da iktidarın samimiyetini ve gücünü sınamak istiyor. Hem bir iyi niyet jesti, hem somut bir ödün örneği, hem de bir deneme hamlesi gibi görünüyor bu adım. BAŞLANGIÇ NOKTASINDAYIZ Henüz zaten bir adım atılmamıştı. Dolayısıyla, bir dönüşten ziyade, başlangıç noktasında durmaktayız demek belki daha doğru. Gösterilen tepki, aslında 'plan'a uyuyor. Plan, bir gerçek çözüm ve barış projesini değil de esasta “tasfiye”yi öngörüyorsa, burada Kürtler bir partner, taraf, muhatap ya da özne olarak değil de, teslimiyete, boyun eğmeye mahkum ve karşılığında da olsa olsa “dolaylı af”la ödüllendirilecek nesne olarak görülüyor. Bu sefer, “inkar”ı gönüllü kabul ile “imha”ya müstahak olma arasında bir seçim şantajına muhatap yapılıyorlar. Zaten planın özü buysa, “tasfiye” zehrinin ölümcül yapay tatlandırıcıya ya da cicili bicili sözde reform ambalajına sarılarak sunulmasıysa, o zaman “yeniden savaş” tehdidinin çok da şaşırtıcı olmaması gerekir. Şimdilik yine başlangıç noktasındayız ve ne yana adım atılacağını hayat dayatacaktır. TC de o kadar özgür değildir, ne istersem yaparım efelenmesi boş bir böbürlenmedir, mezarlıkta ıslık çalmaktır. Yani mesele bitmiştir, diyemeyiz. En azından “cin şişeden çıkmıştır.” Bazı kesimler bu gidişin sonunun TC için felaket olacağını, en azından sürdürülemez olduğunu görmüşlerdir. Taraflar, en azından, çözüme giden yolda küçük adımlar atma konusunda zımnen anlayış birliğine girmiş görünüyorlar. Bir yumuşama yönünde de karşılıklı iradelerde buluşmuş gibiler. Bir modus vivendi arayışından hemen vazgeçilmeyecek gibi. Nesnellikler, zorunluluklar çözümü dayatıyor. Kürt iradesi oluşmuş durumda. Riskler, tehlikeler ön plana çıkıyor ama geri planda sisler içinde de olsa olanaklar, fırsatlar da beliriyor. EMPERYALİST DESTEK ZORA GİRMİŞTİR Esas olarak iki itici unsur var yönelimin ardında. Birincisi, eski tür “inkar ve imha” siyaseti, bunun kirli savaşla özdeşlermiş salt şiddete dayalı yöntemi artık iflas etmiştir, deniz bitmiştir. TC, bu inadın ekonomik, politik, askeri, moral bedellerini ödeyemez duruma gelmiştir. İkincisi, temel güç faktörü olan “emperyalist destek” de artık zora girmiştir. Birincisi, emperyalizmin kendisi zordadır, bunalım her yanı sarmıştır. İkincisi, onun içine düştüğü çıkmazdan en azından bölge çapında çıkması için ihtiyaç duyduğu çok boyutlu istikrar tehlikededir. Birincisi, Türkiye’nin hizmet edebilme kapasitesi Kürt Sorunu nedeniyle yıkıma uğramaktadır. İkincisi, TC’nin bu sorunu çözmemekteki ısrarıyla sadece kendisinin değil, emperyalizmin yeni müttefiklerinin ve giderek bölgede kurulmak istenen Paxamerikanın istikrarı tehlikeye girmektedir. Bu demektir ki, giderek Türkiye’nin kendisi bir yük haline gelme istidadı göstermektedir. Böyle bir gelişme TC’nin temel dayanağının tahribi demektir elbette. TASFİYE ÖTESİNDE VİZYON YOK İşte Türkiye bu iki baskıya yanıt arıyor. “Ermeni açılımı” yanıtın Kafkas boyutuna işaret ediyor. Asıl öteki zorunluluk, yani Kürt Sorunu’nun çözümünde ise, gerçek bir irade oluşturulamıyor, “tasfiye”nin ötesinde bir vizyon geliştiremiyor, günü kurtarma kurnazlığından başka bir şey üretemiyor, yaratıcı bir hamlede bulunamıyor taşlaşmış, dumura uğramış, felçleşmiş egemenlik sistemi. Kürt Sorunu’nun da iki bacağı var. Güney Kürdistan’a ilişkin olan kısmında, ABD’nin kırmızı çizgileri ona zor tehdidiyle dayatılabiliyor ama kendi içinde sistem hayatla inatlaşmayı aşamıyor, “tasfiye” fikr-i sabitinden kurtulamıyor, o zaman da elbette ne yapsa ayağına dolaşıyor, tökezliyor, uçurumdan aşağı düşmeyle Rus ruleti oynuyor. Bir “milli mesele”yi, hakim ulusun “milli birlik ve beraberliği” temelinde çözmek mümkün mü? Bu aslında sorunun özünü oluşturmuyor mu? “Ne mutlu Türküm diyene” sorunun kendisi midir, yoksa “çözüm” orada mı aranacaktır? Orada savaştan başka ne çıkabilir? Tam teslimiyet ancak. Bunun gerçekleştirilebileceğine, tarihin saatinin bu denli geriye döndürülebileceğine inanan var mıdır acaba? Görüldüğü gibi daha başından, adından, amacından sakattır “açılım” diye adlandırılan politika. KÜRT MÜCADELESİ VE DİRENİŞİ DEVAM EDECEK Nesnelliğin Kürt yanındaki dinamik, yani kararlılık, direniş ve mücadele devam edecek kuşkusuz. Emperyalist desteğin kırılganlığı da. Belki baskılar biraz yumuşayabilir, PKK’ye yönelik baskılar artabilir ama sonunda ABD de eskiden olduğu gibi bütün ağırlığıyla savaşan Türkiye’nin arkasında yer alma kudretine sahip değil. Uluslararası dengeler ve güç dağılımı Türkiye’nin derdine çare olamaz eskisi gibi. Sözde reformlar aldatmacısıyla tasfiye gerçekleştirme projesi işe yaramazsa, savaş da derde deva değilse, Türkiye ne yapabilir? Kuşkusuz, uzun zamandır “yakma/yıkma” gücünü gösteren ama “yapıcı bir irade gösteremeyen, çözüm ve barış inşa edemeyen” TC hayatla daha bir süre inatlaşmayı sürdürebilir, kan ve ateşle yıkıcı dinamiklerini harekette tutabilir, çok can yakabilir ama bu aynı zamanda sonun da başlangıcını oluşturur. Acılı, insani felaketlerle örülmüş bir süreç ortaya çıkabilir. Anlaşılan egemenlik sisteminin atabileceği en ileri adımların sınırı, Sorun’un temeline hayli uzakta duruyor. Kürtlerin bir halk olarak kabullenilmesi ve bunun gereklerinin minimum düzeyde olsun yapılmasına sistem bütünüyle karşı. Hatta daha da ötesi, böyle bir şeyi tahayyül dahi edemiyor, düşüncesini dahi hazmedemiyor. Dolayısıyla, olsa olsa, “bireysel haklar” düzleminde bir kısır döngü içinde “demokratik açılım” diyerek dolanıp dururuz toplum olarak. Hayat ve Kürtler buna ne kadar izin verebilir, onu da zaman gösterecek. TÜRK SORUNU VAR Aslında, son gelişmeler meselenin özünün “Kürt” değil de “Türk Sorunu” olduğunu kanıtlıyor. Bu durumda kendi sorununa Türk halkı müdahil olmadığı sürece, iyimser olmak zor. Kürtler elden geldiğince yardımcı olmaya hazır görünüyorlar ama asıl sorumluluğu göstermesi gereken güçler, kurumlar, sınıf ve tabakalar, ne yazık ki, bu meselede adalete, eşitliğe, özgürlük ve kardeşliğe o denli yabancılaşmış, hatta düşmanlaşmış durumdadırlar ki, Türkü tedhişçi Türkçülükten, militarizm ve şovenizm kıskacından, milli bencillikten ve husumetlerden, yani devletçe on yıllardır kurgulanmış kendisinden, benliğinden kurtarmaya yönelik bir dinamizm gösteremiyorlar, aksine kışkırtıcılığa devam ediyorlar. Bu durumda, özellikle de orta sınıfların faşizmin toplumsal tabanı olmaya yaklaştığı ve çok yönlü bunalımların toplumu girdabına almakta olduğu bir dönemde felakete uygun adım bir gidiş ufukta görünmekte. Demek ki, neşteri vuracak bir başka güce ihtiyaç var bugün Türkiye’de. KÜRT HALKIYLA İTTİFAK Sınıf bilincinin kaybolduğu, sınıf hareketinin dibe vurduğu bir ortamda elbette devrimci bir durumdan söz edemeyiz ama düzenin çok boyutlu bunalımlar içinde kıvrandığı gerçeğini de gözardı edemeyiz. Böyle durumlarda, örgütlü inisiyatife egemenler sahip olursa faşizm, yani “karşı devrimci durum” ortaya çıkar. Böylesi bir durumda, devrimciler bir yandan “demokratik görevler”i küçümsemeden üstlenmelidirler, öte yandan da devrim ve sosyalizm programını hep canlı tutmalıdırlar. Her seferinde de proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığına kıskançlıkla sahip çıkmalıdırlar. Örgütlü müdahale şartına koşut olarak, devrimciler Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını, bir demokratik görev olarak, ikirciksiz savunmalı, gündemde tutmalıdır. İkinci olarak ise, ayrılma hakkının yanında, gönüllü birliğin ancak tam hak eşitliği ile ve Kürt halkının kararı sonucu gerçekleşebileceğini bıkmadan usanmadan Türk halkına anlatmalıdır. SOL KESKİNLİK SAĞ OPORTÜNİZMLE BİRLEŞİR “Halkların kardeşliği” sloganı ancak böyle somutluk kazanabilir. Örgütlü emek güçlerinin Kürt halkı ile ittifakını gerçekleştirmek için mücadele etmek ve Kürt Sorunu’na ilişkin demokratik/barışçıl projeleri, çözümü devrim sonrasına erteleme eğilimini reddederek, aramak, oluşturmak, desteklemek acil görev olarak karşımızda durmaktadır. Milli meselede özellikle Kürtlere yönelik “sol keskinlik,” yani “sol oportünizm” özünde, mücadeleden kaçmak ve hatta egemenlik sisteminin tuzağına düşmektir ki, her zaman olduğu gibi, “sağcılık”la bütünleşir, “sağ oportünizm”le birleşir.

Hiç yorum yok: